Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

ŞEYTANLIK PATRONAJ SİSTEMİ (7)

“Şeytan ve Sistemi” yazılarımıza devam ediyoruz ama “Şeytanlık Patronaj Sistemi” adıyla. Neden? Çünkü şeytaniyet “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası üzerine kurulu bir hakimiyet, bir yönetim, bir tebaa oluşturmak, patronluğu elinde tuttuğu bir patronaj sistemini sürdürmek istiyor. Bakın, böyle bir sistem kurmak istiyor demiyoruz, zaten kurulu böyle bir sistem var, onu sürdürmek ve tebaasını artırmak istiyor. İşte onun sisteminin mekanizması öğrenelim diye Rabbimiz, Rasulullah Efendimiz (SAV)’e şeytanlık patronaj sisteminin bir elemanını gönderip açık açık anlatmasını dilemiş ve tefekkür etmekte olduğumuz hadisle bize bunu lütfetmiştir. Devam ediyoruz:
Konuşmanın bu kısmında Rasulullah (SAV) Efendimiz Allah’a hamd ederek şöyle dedi: “Hamd ümmetime saadet ihsan eden, seni de belli bir vakte kadar şaki kılan Allah’a aittir.”
Bunun üzerine şeytan: “Heyhat! Ümmetinin saadeti nerede? Ben o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah olursun? Ben onların kan mecralarına girerim, etlerine karışırım ama onlar bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve ba’s gününe kadar da bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini, ümmilerini ve okumuşlarını, facirlerini (Allah’a verdikleri sözü unutanları, edep perdesini yırtanları, fütursuzca günaha dalan fasıkları, haktan sapmışları) ve abidlerini (dindarlıkla hizmet, itaat ve ibadet edenleri); hâsılı bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat Allah’ın halis (duniHi algıyı reddetmiş, terk etmiş, Billahi imanlı Hanif) kullarını, işte onları azdıramam” dedi.
Efendimiz (SAV) “Sana göre ihlâs sahibi (muhlis) kullar kimlerdir?” diye sorunca şeytan şöyle cevap verdi: Bir kimse ki dirhemini ve dinarını sever; o, Allah için bir ihlasa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz, bilirim ki o ihlas sahibidir, hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malını ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularında kaldığı müddet o bana en çok itaat eden olur. Bilmez misiniz ki; mal sevgisi, büyük günahların büyüğüdür. Bilmez misiniz ki; baş olma sevgisi büyük günahların en büyükleri arasındadır.
Şeytanın sevdiği kulların özelliklerini tefekkür ederken daima “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası altında ilahlık hissiyatıyla yaşayan bir idrakı anlattığını unutmuyoruz. Demek ki böyle kullar malını (müstakilliğini) ve övülmeyi (bu müstakilliği ile anılmayı ve kendisine müstakilmişçesine davranılmasını) sevdiği sürece, kalbi de dünya arzularına katıldığı (bu duniHi algıyı sevdiği, arzuladığı, tasdiklediği, desteklediği) sürece şeytanlık patronaj sistemine en çok itaat edenler olarak liste başı oluyor. Bunu şeytan söylüyor. Yine anlıyoruz ki, şeytan kulun kanında dolaşıyor, etlerine karışıyor. Çok korkunç, çok! Kana yayılan hormonların hazzıyla etini öne çıkarma davranışının kaynağı, sebebi ne kadar açık değil mi? Şeytan kanımıza girdiğinde biz (kana bir enjektörün girmesi gibi) fiziksel bir değişim hissetmediğimiz için onun kanımızda dolaştığını fark etmiyoruz. İşte burada en tehlikeli olan şeyin altını çizmemiz gerekiyor. Biz tüm bu dürtü, haz ve davranışları kendimizin başlattığını düşünüyoruz. Evet karar alan biziz ancak kan hücrelerimize kadar girip bizi Hak yoldan ayırmaya çalışan şeytanlık patronaj sistemidir. Ona itaati gösteren kriterler ise mal sevgisi, övülmeyi sevme, kalben dünyaya ait arzuları (duniHi arzuları) tasdik olarak ifade ediliyor ki bu durum bizdeki ilahlık hissiyatının, yani “müstakil olarak güç, mal ve hüküm sahibiyim” iddialı yaşantının tezahürlerindendir. Şeytanlık patronaj sistemi için bir kulu cazip bir hedef yapan, o kulun kanına girmesini, etlerine karışmasını sağlayan cazibe budur zaten: kulun ilahlık hissiyatları, müstakillik iddiaları. Bunlar Allah’a şirk koşma veri tabanına ait olduğundan şeytan için yüksek bir cazibe oluşturur ve o kulun kanına etine karışır. Ve kul bunu çoğu zaman fark edemez de kendi düşüncesi zannedip hayatına bu halle devam eder. Talip olan için nasıl bir ipucu var bakın: İlahlık hissiyatlarımızı yakalayıp terk etmeye başladığımızda şeytanlık patronaj sistemi için cazip bir hedef olmaktan çıkmaya başlıyoruz, vereceği vesveseyi de kesmiş oluyoruz, Biiznillah. Bunu şeytan açıklıyor: Bir kimseyi görsem ki dirhemini ve dinarını sevmez, övülmek ve methedilmekten hoşlanmaz, bilirim ki o ihlas sahibidir; onu hemen bırakır kaçarım. Şeytanın kendisini bırakıp kaçtığı kul olmak isteyen için çok net bir tanımlama değil mi? Biliyoruz ki ilahlık hissiyatını reddedip ondan kurtulma, onu terk etme gayretine girmiş kul ihlas sahibi (muhlis) kul sınıfına girmiştir, elhamdülillah. Önceki yazımızda şeytanın hoşlanmadığı ve köşe bucak kaçtığını beyan ettiği Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (ra) işte bu kullardan oldukları içindi.
Şeytan anlatımını şöyle sürdürdü: “Benim yetmiş bin çocuğum var. Bunların her biri bir yere tayin edilmiştir. O her bir çocuğumla birlikte yine yetmiş bin şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemaya, bir kısmını gençlere, bir kısmını şeyhlere, bir kısmını da yaşlı kadınlara gönderdim, musallat ettim. Gençlere gelince, aramızda bir anlaşmazlık yoktur, onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklarla da bizimkiler istedikleri gibi oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da âbidlerin başına dert ettim, bir kısmını da zâhidlerin. Onların yanına girer ve halden hale sokarlar, bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar. Sonuçta öyle bir hale gelirler ki sebeplerden herhangi birine küfrederler, böylece onlardan ihlası alırım. Geldikleri bu hal ile onlar artık ibadetlerini ihlassız yapar ama bu hallerinin farkında olmazlar.
Şeytanın hedefi kulları hak yoldan (Billahi imandan) uzaklaştırıp duniHi algı sapıklığında tutmaktır. Bunu yaptığı hedef kitleye baktığımızda hemen herkesi listede görüyoruz: Ulema, abidler, zahidler, gençler, yaşlılar, yaşlı kadınlar, çocuklar… Şeytanlık patronaj sisteminin taktikleri sonucu bütün bunlar halden hale girmekte, bir tepeden diğer tepeye dolaştırılmakta, sonuçta sebeplerden birine küfretmekte yani bir olayın, işin, kişinin, nesnenin, eşyanın ilişkisini Allah ile kurmayarak küfretmekte, Allah hakikatini örtmektedirler. İşte o zaman onlardan ihlasın aldığı ve geldikleri bu hâl sonucu artık ibadetlerini ihlassız yaptıkları ama bu hallerinin de maalesef farkında olmadıkları anlatılıyor. Muhafaza buyur biz kullarını Allahım (âmin).
Şeytanın “onların yanlarına girer ve onları halden hale sokar, bir tepeden diğerine hep dolaştırıp dururlar” diye ifade ettiği aslında vesvese sürecidir. Şeytanlık patronaj sistemi, ihlasa, Billahi manada imana sıkı sarılmamış kullara verdiği vesvese ile onlardaki duniHi algı ve zanlılarını, heva ve hevesleri, ilahlık hissiyatını canlandırır, güçlendirir. Bu heva ve heveslerle, bu hissiyatla kişi halden hale girer. DuniHi algı temelli “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası ile oluşan (sözde) ilâhlığını bir dağdan diğer dağa (ilahlık hissiyatlı iddialarında) gezdirir durur. Çok net görüyoruz ki insandaki müstakilen varım ve muhtarım iddiası şeytanlık patronaj sisteminin tuzaklarına açılan kapımızdır. Şeytanın bizi türlü türlü yönlerden değil sadece tek bir iddia üzerinden yakaladığını fark etmemiz ve hiç unutmamamız gerekiyor. Koruyuver ve bu hali lütfediver, ikram ediver Allahım (âmin). Demek ki yaşantıda “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından ne kadar uzak isek şeytandan da o kadar uzağız; yaşantımızda müstakilen varım ve muhtarım iddiası ve ilahlık iddiası ne kadar kuvvetliyse o kadar şeytanın emrindeyiz, belki de o kadar şeytanız, o patronaj sisteminin elemanı haline geliyoruz.
Hadisimizden anlıyoruz ki: şeytan facirler kadar Allah’a iman eden kulları da saptırmaya çalışıyor. Öyle ki bu kullardan (onları duniHi algıya iterek) ihlası alıyor ama farkında bile olmadan ibadetlerini, hayatlarını ihlassız olarak sürdürüyorlar; “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası her işi ve her hallerinde gizlice kendisini koruyor. Bu sebeple şirk koşuyor oldukları için de ibadetlerinin bir hükmü, bir makbuliyeti olmuyor. Bu tehlikeden korkmak ve bu riski unutmamak gerekiyor… Bu duruma karşı Rabbimiz Kur’an ayetleriyle bizi şöyle uyarıyor:
“(Allah) bir fırkaya hidayet etti, bir fırka üzerine de dalalet hak oldu. Muhakkak ki; onlar, Allah’ı bırakıp şeytanları (duniHi algı ve zanlarını) dostlar edindiler… Ve sanıyorlar ki kendileri hidayete erenlerdir.” (A’raf-30)
“Amellerinin (yapıp işledikleri ve hayat tarzlarının) kötülüğü kendisine süslenmiş de onu iyi ve güzel gören kimse mi?” (Fatır-8)
“Muhakkak ki; bunlar (şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar da onlar kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.” (Zuhruf-37)
Hadisimiz şöyle devam ediyor: İblis daha sonra aldattığı bir rahibin hikâyesini anlattı. “Rahip Barsisi tam yetmiş yıl ihlas umuduyla ve dikkatlice Allah’a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki; her dua ettiği hasta onun duası bereketiyle şifayab oluyordu. Onun peşini bırakmadım… Zina etti, katil oldu; sonunda küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Kur’an’da konusu şöyle geçer: “Şeytanın hali gibidir ki; o insana ‘kâfir ol’ dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa da ona şöyle söyledi: “Ben senden uzağım. Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
Görüyoruz ki şeytan görevini yaparken hakkıyla olmasa da alemlerin Rabbi Allah’ı biliyor ve korkuyor ve bunu da söylüyor; Hak yoldan sapan kullardan uzak olduğunu, çünkü Allah’tan korktuğunu dile getiriyor. Oysa insanların çoğu Allah’tan korkmuyor bile…
Çok korkuyor ve sığınıyoruz:
“Allâhümme innî eûžü bike en üşrike bike ve enâ a’lem ve estağfiruke mimmâ lâ a’lem. İnneke ente Allamul Guyub.”
“Allahım, Farkında olarak şirk koşmaktan (duniHi algı ile yaşamaktan) kesinlikle sana sığınırım. Bilmeyerek bu hale düşmelerimi ise bağışlamanı dilerim. Kesinlikle sensin, ğaybları (bilinmeyenleri, bilinemeyecekleri, bildirmediklerini) bilen.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti