Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Aldandıklarınız Kıyamet’te size cevap verecek

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 20 Aralık 2016 Salı 13:15:48
 

Dûnillah algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedip, isimlendirip çağırdıklarınız!
DûniHİ algıyla “Müstakilen Var” ilan edilenler (sadece) takılan bir isimden ibarettirler:
“DûniHİ (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannederek) kulluk ettikleriniz (buna göre oluşturduğunuz hayat tarzı), sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm ancak ve yalnız Allah’ındır. O kendisine kulluk etmenizi (buna göre hayat tarzı oluşturmanızı) emretmiştir. İşte dosdoğru diyn (uyacağınız gerçek doğru sistem) budur. İnsanların çoğu bilmezler.” (Yusuf-40)
“Onlar sizin ve atalarınızın isimlendirdiği, Allah’ın hiçbir sultan (müstakilen varlıklarına dair bir delil) inzal etmediği, (geçersiz) isimlerden başka bir şey değillerdir. Onlar ancak zann’a ve nefslerin hoşlandığı şeye tâbi oluyorlar. Andolsun ki; kendilerine Rablerinden hüdâ (işin doğrusunu gösteren ilim) gelmiştir.” (Necm-23)
“Onların bu hususta bir ilmi (delilleri) yoktur. Onlar ancak zann’a uyuyor. Muhakkak ki zann’ın Hakk’ta bir yeri yoktur.” (Necm-28)
DûniHİ algı ve zann’ları yalan ve iftiradır:
“DûnAllah (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedip) uydurarak ilâhlar (müstakil varlıklar) mı irade ediyorsunuz?” (Saffat-86)
 “Allah ile beraber başka bir ilâh (müstakil varlık) oluşturma. Yoksa kınanmış ve terk edilmiş olarak kalırsın.” (İsra-22)
DûniHİ algının zann’larına uyarak müstakil varlığını ve müstakil varlıkları oluşturursan ve oluşturduğun bu sistem üzerine bir hayat kurarsan, Billâhi anlamındaki iman ve hayattan geri dönemeyeceğin kadar uzak bir sapıklığa düşersin ki, o zaman Allah ve inananlar seni kınar…
“Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedip) isimlendirip çağırdıklarınız, muhakkak sizin emsaliniz kullardır (müstakil var değillerdir). Eğer doğru iseniz haydi çağırın onları da size (müstakillikleriyle) icabet etsinler.” (A’raf 194)
“Ey, insanlar! Siz Allah’a (O’nsuz bir varlığı söz konusu olmayan) fakirler, muhtaçlarsınız. Allah Ğaniyyül Hamiyd’dir.” (Fâtır-15)
“Kendileri yaratılıyor oldukları halde bir şey (de) yaratamayanları mı ortak koşuyorlar (müstakilen var ilan ediyorlar)?” (A’raf-191)
 “Semâvat’ta ve Arz’da kim varsa, Rahmân’a ancak kul olarak gelir.” (Meryem-93)
“De ki: Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannedip) isimlendirdiklerinizi/çağırdıklarınızı bir düşünün. Gösterin bana Arz’da ne yaratmışlar? Yoksa onların Semâvat’a ortaklıkları mı var? Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bundan evvel (size indirilmiş) bir kitap yahut bir bilgi kalıntısı varsa onu bana getirin. Kıyamet Günü’ne kadar kendilerine cevap veremeyecek ve onların dualarından gafil olan bir duruma dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannederek) kulluk edenden daha sapkın kimdir?” (Ahkaf; 4-5)
Kıyamete kadar size cevap veremeyecek! Kıyamette cevap verecek. O gün bir şahitlik var! DûniHİ algıyla neyi muhtar, neyi Allah’ın dışında müstakil bir varlık zannederek muamele etmişseniz onlar o gün cevap verecek, şahitlik yapacak. Bunu Fâtiha kitapçığının “Mâliki YevmidDiyn” bölümünde işledik, bakabilirsiniz. (http://www.birdusunyansimasi.com/media/kitap/fatihailefetih.pdf)
Yaratabilmek ilâhın en önemli vasfıdır ve çok önemli bir güç delilidir.
Güç Allah’ındır! Bu yüzden “yaratmak” fiilinin rastgele kullanılması dûniHİ algı sebebiyledir, dûniHi algının göstergesidir. Bir varlık gerçekten var ve müstakilse o varlığın üç önemli özelliği vardır: Müstakil olarak var ve muhtar olan varlık GÜÇ sahibidir, MÜLK sahibidir, HÜKÜM sahibidir. Yani; Güç onundur, Mülk onundur, Hüküm onundur. Kur’ân bu hakikati birçok âyette vurguluyor: Mülk ancak Allah’ındır! Güç ancak Allah’ındır! Hüküm ancak Allah’ındır! Demek ki; neye Allah’ın dışında müstakil bir güç, müstakil bir varlık, müstakil bir beden/mülk oluşturursanız onu tanrı ilan etmiş olursunuz. Bu yüzden âyetteki “kulluk ediyorsunuz” seslenişini duyunca, “benim putum yok” diye düşünüp bu işten kurtulduğunu zannetme.
Bu konuda son noktay�� Kasas Sûresi koyar: Yaratmak bir güç delilidir. “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Onların şirk koştuğu şeylerden Allah Aliy ve Sübhan’dır.” (Kasas-68)
 “Onların çağırdıkları/dua ettikleri, (hatta) onların (o yalvardıklarının Allah’a) en yakını hangisi ise (onlar da) Rablerine vesile isterler. Onun rahmetini umarlar ve Onun azabından korkarlar. Muhakkak ki, senin Rabbin azabından sakınılandır.” (İsra-57)
“Dikkat edin! Semâvat’ta kim var, Arz’da kim varsa muhakkak ki Allah’ındır. Dûnillah (algı ile) dua edenler/çağıranlar şürekâlarına (müstakilen var ve muhtar zannettiklerine) tâbi olmuş olmuyorlar, ancak zanna tâbi oluyor ve sadece yalan söylüyorlar.” (Yunus-66)
Hissetme, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu
Ayet “Kim varsa” dedi. Ayette “kim” denilen “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu”dur. Bu duygu zâten Allah’ındır, müstakil değildir.
Gözünü kapatıp, kendini arayıp, hissedip, “BEN” dediğinde, Kendinde Kendine Göre Var olan nefsini yakalayıp “BEN” demiş olursun. Hâlbuki normal hayatta hiç ona “BEN” demezsiniz, hep gördüklerinize “BEN” dersiniz. Gördükleriniz Birbirlerine Göre Var olan bir görüntü oyunudur. Şuna dikkat edin: Gözlerinizi kapatıp, iyice yoğunlaşıp kendinizi hissettiğinizde “BEN” derken aynada gördüğünüze “BEN” demiyorsunuz, bir hisse “BEN” diyorsunuz. İşte o HİS yetkilendirilmiş, sınırlandırılmış, kayıtlandırılmış, yani kayıt verilmiş olarak Allah’ın Kendi Hissetmesi’nden verdiğidir, siz ona “BEN” dersiniz. O tamamen şudur: Biz de hissedelim diye Ruhu’ndan üfledi, Hissi’nden verdi, ondan yararlanmamızı lütfetti. Ve biz de hissediyoruz… Hissedişimiz müstakil bir his olmayıp Allah’ın hissetmesinden verdiği bir histir, dışında/dûniHİ bir his değildir, Allah’ın hissinin içinde bize verdiği bir histir. Bu yüzden âyet; “Dışında müstakilen var sanıp seslendikleriniz yalandır, onları müstakilen var saymak tanrılıktır, o da yalandır, öyle bir şey YOK. Onlar hep bana gelecek, hepsi benden korkuyor, hepsi bana yol arar, yanılma!” diye bizi uyarıyor.
DûniHİ algı hakkında paylaştıklarımızla ilgili bir âyetle konuyu özetleyelim.
Dinini öğrenmek ve öğretmek, dini yolunda ikan sahibi olmak için bölgesini terk etmiş Ashâb-ı Kehf delikanlıları vardır, âyet onları anlatıyor: “Onların kalblerine râbıta koyarak metin kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: “Rabbimiz Semâvat ve Arz’ın Rabbidir. O’nun yanı sıra dûniHİ (algı ile) ilâh (müstakil varlıklar) kabullenmeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz dûniHİ (algı ile) ilâhlar (müstakil varlıklar) kabullendiler. Bari bu ilâhları (müstakil varlıkları) kabullenişlerine açık bir delil getirseler (ama ne mümkün)! Allah üzerine yalan düzenden daha zâlim kimdir? (Kehf; 14-15)
Ölçü Muhammediliktir
Öğreniyoruz ki DÛNİHİ ALGI bir yalandır!  
Fatiha kitapçığında “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” ayetinde gördüğümüz bir şeyi hatırlatayım: İyi bir müslüman, iyi bir mü’min mesela yalan söylemez. Bu “yalan söylememe” kuralı birbirimize yalan söylememe anlayışı üzerine bina edilerek anlatılıyor ve insanlar da perdeleniyor. Muhammedi olmayan bir kişi de insanlara yalan söylemeyebilir. O zaman bu tez düştü demektir. Konulara öyle yaklaşacaksınız ve öyle anlatacaksınız ki ölçü hep bu olacak: Muhammedi olmayan o işi yapabilir mi? Yapamaz! Aksi halde Efendimiz (SAV)’e ayıp oluyor.
Yalan söylememek, “Allah’a yalan söylemeyin” âyetleriyle anlatılandır. Ve bize öğretiliyor ki dûniHİ algı bir yalandır, yalan bu algıdır. Efendimiz (SAV) de; “Zann’dan sakının, çünkü zann yalanın ta kendisidir” buyuruyor.
“De ki; Allah üzerine yalan uyduranlar elbette iflah olmazlar.” (Yunus-69)
DûniHİ algı ve zann’larını bir iftira ve yalan olarak Allah’a yöneltenler ölümleriyle birlikte hesap vermeye başlayacaklar:
“Allah üzerine iftira eden veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? İşte onlara kitaptan kendi nasipleri erişecektir. Nihayet vefat ettirmek için Rasûllerimiz kendilerine geldiği vakit: ‘Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannederek) isimlendirdikleriniz/çağırdıklarınız nerede?’ dediler. (Onlar da) ‘bizden kaybolup gittiler’ dediler ve (böylece) kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.” (A’raf-37)
“Dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannettiğiniz) şeyler (neredeler?). Dediler ki: ‘Bizden kayboldular. Hayır, biz zaten daha önce böyle bir şeyi çağırmamıştık.’ Allah kâfirleri böyle saptırır.” (Mü’min-74)
İlgili âyet ve hadislerden öğrendik, dûniHi algı ve zann’ları ancak yalan ve iftiradır; YOKTUR! Yani Allah’ın dışı var zannetmek ve ona göre de hayat oluşturmak yalan ve iftiradır, böyle bir şey yoktur. Bu çerçevede bir uyarı:
“Hakkında ilmin olmayan (delilin bulunmayan) şeyin peşine düşme/rehber edinme. Muhakkak ki; sem’, basar ve fuad (sistemlerin), her biri ondan mes’uldür.” (İsra-36)
Dünya hayatı dûniHİ algı ve zann’ları üzerine kurulu olduğundan bu düzendeki birçok bilgi türü işitme ve görme sistemleriyle alınır. Kalbe ait bir fonksiyon olan Fuad da bu zann’lara göre sonuçlar üretir ve bu sonuçları beyne gönderir, yönlendirir ve fiile çevirir. Böylece dûniHİ algı kuvvetlenir. Bu sebepten, inanan kişi arka yüzünü göremediği, gerçeğini bilmediği bilgilerin peşine düşmemelidir. Ayetin vurguladığı ana bilgi ve uyarı ise şudur: Hiç bir inceleme, araştırma yapmadan “dûnillah bilgi”nin peşine düşüyorsun! Elinde bir delil yok! Oysa biz sana bir delil gönderdik, niye ona koşmuyorsun? Niye elinde bir delili olmayanın peşindesin?
Bir parantez açalım: Dışarıdaki sisteme göre çeşitli bilimsel mertebeler kazanmış, bunu o disiplinlere ait yol ve yöntemleri kullanarak eserleriyle kanıtlamış kişileri bazen açık oturum benzeri programlarda dinliyoruz. Konu bir yerinden gelip dine dayandığında hemen İslam’a karşı bir hüküm veriyorlar. Hükmü verirken de cümleyi “Bilmem, incelemedim ama” diyerek başlatıyorlar. Şu ayıba bakın ya! Seni ilgilendiren konuları tam inceliyorsun ve o konu hakkında o bilgiyle konuşuyorsun. Ama İslam’ı incelemediğin halde buna rağmen hüküm veriyorsun. Ne kadar enteresan! Dünya hayatında yetki yani değnek onda ve İslam’ı hiç incelemeden hüküm veriyor. Onun uzmanlık alanında birisi bilmeden, incelemeden konuşsa şiddetle tepki gösterir ama kendisi İslam’la ilgili hemen hüküm verip reddediyor, kınıyor. İşte bu kişi elinde bir delili olmadan dûniHİ algı ve zann’larının peşine düşmüş insandır! Ayet ona diyor ki; elinde bir delilin yok! Niye zannının peşine düşüp hayatını bununla geçiriyorsun?
“Ey iman edenler, zann’ın çoğundan (haddi aşan kısmından) kaçının. Muhakkak ki, zann’ın bir kısmı günahtır.” (Hucurat-12)
Ayet ne kadar açık; zannın bir kısmı yasal, bir kısmı günah. Biz o yasal olan kısmıyla doğruyu öğreniyoruz. Doğruyu öğrenelim diye verilen zann yetkisini Allah’ın dışı var zannıyla müstakil bir yetki ve güç zannederek kullanmak günahtır. Kişi ona verilen bu yetkiyi Allah’a karşı kullanıyor, yani Allah’ın verdiğini Allah’a karşı kullanıyor.
DûniHİ algı ile yaşayan böyledir. Billâhi algıyla yaşayan Allah’ın verdiğini Allah için harcar.
Billahi algı ile yaşayan muttakidir. O muttakiler ne yapar? Salâtlarını ikame ederler ve Allah’ın verdiğini Allah için harcarlar. Zıt olanlar ise Allah’ın verdiğini Allah’a karşı kullanıyor. Allah ona “Allah’ı tanı” diye yetki verdi, zann verdi, his verdi ama o tanımamakta kullanıyor. Hucurat-12 bize bunun için sesleniyor: Ey iman edenler! Zannın çoğundan (haddi aşan kısmından) sakının.
Doğruyu öğrenelim diye verilen zann vehim kapsamındadır ve yasal yanlıştır. Kaçınmamız istenen zann ise vehmin zulmetidir, vehim yetkisiyle, vehim kânunlarıyla haddi aşmaktır. “Zannın çoğu” denilen işte budur, yani dûniHİ algıdır. Bu gerçeği görün lütfen!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER