Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH SEVGİSİ VE ALLAH KORKUSU

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Mart 2018 Cuma 14:11:23
 

– 143-
Talip, günlük yaşantı içerisinde, Rasulullah (SAV)in açıkladığı kaderle ilişki kurup kurmadığını saniye saniye test eder. Talibin işi bu! Ekmek parası kazanmak için bir sürü şeyle meşgul oluyor olabilirsiniz, eviniz barkınız, çoluk çocuğunuz, dostlarınız, arkadaşlarınız olabilir. Bütün bunların içerisinde işiniz budur. Zaten her şey ve herkes talibin bu işi yapması için vardır. Eşi bile, talibin bunu başarabilmesi için vardır. Bir yönüyle, kişinin en önemli düşmanı eşidir. İki eşi de. Kendini Hissetme Duygusu’nun kendini ne sandığına sebep olan beden kişinin eşidir ve onun düşmanıdır; onun yüzünden Kendini Hissetme Duygusu’nun aslını göremez. Bir de evdeki eşi. Kendi eşi de onun düşmanıdır, eşler birbirinin düşmanıdır. Çünkü eşler birbirlerini “A” Takdim Formu “BEN”e düşürürler. Ama siz olayların ilişkisini eşinizle değil de Rasulullah’ın açıkladığı kaderle kurarsanız o zaman eşiniz Yasin Suresi 56. ayetin “cennette yan yana gelecek olan iki arkadaş” diye bahsettiği eş olur. Ama birbirinizle ilişkilerde eşinizin “A” Takdim “BEN”iyle ilişki kuruyorsanız, işte o zaman eşiniz en önemli düşmanınızdır. Eş öyle bir şeydir ki kızdığınızda dünyadaki bütün insanlardan fazla ona kızar, sevdiğiniz zaman dünyadaki bütün insanlardan fazla onu seversiniz. Böyle, iki uç duyguyu bir arada barındıran bir gözle bakarsınız. Eşler arasında çok müthiş, duygu fırtınaları içerisinde bir ilişki vardır ve sürekli ona mahkûmsunuz, bu duygu fırtınalarının bulunduğu hale mahkûmsunuz. Bu öyle bir mahkûmiyet ki, eğer bu mahkûmiyeti iyi değerlendirirseniz bu size Mekteb-i Yusufiye olur. Mahkûmiyet Hazreti Yusuf’un mektebidir. Hazreti Yusuf nefs-i levvameyi zindanlarda tamamlamıştır. O yüzden, Yusuf aleyhisselam’ın zindan hayatı tasavvufla meşgul olan için bir mektep örneğidir. Hayata baktığınızda siz de Hz. Yusuf misali birçok şeye mahkûmsunuz: Kimi eşine mahkûmdur, kimi yokluğa kimi varlığa mahkûmdur, kimi sevgisizliğe kimi sevgiye mahkûmdur; ama bir şeye mahkûmdur. İyi incelerseniz hayatta bir sürü mahkûmiyet vardır ve kişi o mahkûmluklardan kurtulamaz, o mahkûmluklara mahkûmdur. O mahkûmlukları eğer “A” Takdim Formu “BEN”le ilişkilendirirse hep isyandadır. İsyan eden ise asidir; “A” Takdim Formu “BEN”dir. Ama her bir mahkûmiyeti yani her şeyi Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kaderle ilişkilendirirseniz, o zaman onun o mahkûmiyetler size Mekteb-i Yusufiye olur; o mahkûmiyetlerin nasıl lütuf olduğunu fark edersiniz. Fark edince dersiniz ki, nefs-i levvame içerisindeki o mahkûmiyetler olmasaydı bu yolları alamazdım. Elhamdülillah…
BİR ŞEYİN İLİŞKİSİ ÖRTÜCÜ
 İLAHLA KURULDUĞUNDA ÖNCELİK
 ONUNDUR, VECHULLAH GÖZÜKMEZ

Özellikle ev hayatına, evdeki ilişkilere çok dikkat etmek gerekiyor. Çünkü insan en çok orada hata yapar, tuzağa düşer. Öyleyse herhangi bir şeyle ilişki kurarken, özellikle evde eşler arası ve çocuklarla ilişkilerde eğer onlara “A” Takdim Formu “BEN” olarak bakar ve karşıdakinin de “A” Takdim Formu “BEN”iyle ilişki kurarsanız “sen bana bunu nasıl yaptın, ben sana gösteririm” meselesi ve rabların savaşı başlar, bu savaş onları sürükler götürür…
Gayretimiz hep olayların Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kadere ilişkisini kurmak. Bu hal yaşantıda yerleşir ve normalleşirse ne olur? Bir şeyin normalleşmesi, özel bir gayret sarf etmeden onun öyle olmasıdır. Başlangıçta talib kaderle böyle ilişki kurabilmek için özel bir gayret sarf eder, kaderi anlamaya çalışır. Her olayda ilişki kurduğunda kaderin başka bir cilvesini öğrenir. Kaderi kavramaya çalışa çalışa kader onda idrak olarak yerleşmeye ve bilincini işgal etmeye başlar. Bu ne zamana kadar devam eder? Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kader, “A” Takdim Formu “BEN”i ve “B” Takdim Formu “BEN”i tamamen işgal edinceye kadar. O zaman mesele tamamlanır. Bu işgalin tamamlanması lazım! Bu tamamlanırken biraz gayet sarf edilir. Tamamlanınca, normalleşince nefs mutmainleşir; kaderle ilişkisi normalleşen nefs mutmainleşir. Eğer etrafa baktığınızda “A” Takdim “BEN” kalmamışsa bir anda kendiliğinden fiillerin tecellisi başlar, kendiliğinden! Artık sizin gayret etmeniz gerekmez, manzara birden öyle olur. Çünkü siz nefs-i levvame sürecinde “A” Takdim Formu “BEN” olarak bakmamak, öyle yaşamamak, “A” Takdim Formu “BEN”lerle ilişki kurmamak için çok gayret ettiniz. Gayret ede ede bu hal normalleşti. Şimdi, özel gayret gerekmeden yani “şu işi yapacağım” diye önceden bir plan yapmadan artık öyle olur. Öyle olduğunda siz “ne yana bakarsanız Vechullah’ı görmek” kendiliğinden başlar. Zaten ne yana bakarsanız var olan vechullahı siz “A” Takdim Formu “BEN”le ilişkilendirdiğiniz için göremiyordunuz. Zaten ne yana dönseniz Vechullah’ı görecektiniz, ama “A” yapınız fırsat vermiyordu. Ondan kurtulduğunuzda ne yana dönerseniz (konu ne olursa olsun, herhangi bir şeye baktığınızda) Vechullah’ı görürsünüz. Her hangi bir şeye baktığınızda Vechullah’ı görebilmek için, o şeyin ilişkisi “A” Takdim Formu “BEN”le, yani örtücü ilahla kurulmaması gerekiyor. Bir şeyin ilişkisi örtücü ilahla kurulduğunda öncelik onundur, Vechullah gözükmez! Yani ben hem örtücü ilahları hem de onlarda Vechullah’ı görüyorum olmaz! Dolayısıyla, bir şeyin Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kaderle ilişkisini kurma normalleşince gerçekleşecek şeylerden birisi, “ne yana dönerseniz Vechullah’ı görürsünüz” ayetini yaşamak olur. O zaman, ne yana dönerseniz Vechullah’ı görürsünüz. İlk görülecek şey fiillerin tecellidir. Artık tükenmeye başlayan “B” Takdim Formu “BEN”in titremesiyle kendiliğinden fiillerin tecellisi görülür. “Fiillerin tecellisini yaşayabilmek için ne gerekir? Sonra gelecek olan isimlerin tecellisi için nasıl bir çalışma gerekir? Sıfatların Tecellisi için ne yapmalıyım?” diye telaşlanmayın. Hepsi nefs-i levvame sürecindedir. Siz nefs-i levvameyi yaşarken “B” Takdim Formu “BEN” ne kadar tükenirse o kadar tecelli çıkar. Çünkü “B” takdimi de bir örtüdür; ne kadar kalkarsa o kadar görürsünüz. Ama önce tehlikeli örtüden yani “A”dan kurtulmak şart! O varken bu tecelliler olmaz.
MESELE, ÖRTÜCÜ
İLAHLARDA ALLAH’I
GÖREBİLMEKTİR!

Fark edilecek bir nokta da şudur: Ne yana dönerseniz Vechullah’ı görmeye başladığınızda, aynı hakikati “A” Takdim Formu “BEN”lerde de görmeniz gerekiyor; esas görülmesi gereken de budur! Çünkü size bir velinin adresini verseler, gidip halini, konuşmasını inceleyip “bu zat veli olabilir” dediğinizde ondan etkilenmeniz, ona baktığınızda Allah’ı görüyor gibi olmanız zor değil ki. Örtmeyen birisine gitmişsiniz, perde yok, elbette o hislere girersiniz. Mesele, örtücü ilahlarda Allah’ı görebilmektir! Bunu da başarmadan olmaz! “Şu zata gittiğimde çok etkileniyorum, orada duygularım değişiyor, Allah’ı görüyor gibi oluyorum” demeniz önemli değil. Orada perde yok, zaten Allah’ı görüyor gibi olursunuz. Mesele “A” Takdim Formu “BEN” olarak yaşayanda da hakikati görebilmektir. “A” Takdim Formu “BEN”de hakikati görebildiğinizde, asıl o zaman “ne yana dönerseniz Vechullah’ı görüyorsunuz” demektir. “Ben şu şahsa gidince Vechullah’ı görüyorum, dışarı çıktığımda hep “A” Takdim Formu “BEN”leri görüyorum” hali makbul bir hal değildir. “A” Takdim Formu “BEN”de de hakikati görebilmek önemlidir. Hakikati her yerde görebilmek için ise, her olayın ilişkisinin “Rasulullah (SAV)in açıkladığı kader”le kurulması yöntemi önemlidir.
ALLAH’TAN KORKMAK
 ÖYLEDİR Kİ İNSANI DUYGULANDIRIR VE AĞLATIR

Örtücü ilahın önemli göstergesi hüküm vermek ve güç sahibi olmaktır. Eğer kişi hüküm vermek ve güce sahip çıkmaktan kurtulursa, yaşanacak şeylerden önemli ikisi sevgi ve korkudur, bunların hakikatleriyle karşılaşılır. Hüküm vermek ve güce sahip çıkmaktan kurtulan kişi gerçek sevgi ve korkuyla (“A” Takdim Formu “BEN”e ait olmayan sevgi ve korkuyla) karşılaşır. Siz bir konuda “Allah’tan korkun” dediğinizde, insanlar “bizi Allah’tan korkutmayın” derler, neden? Çünkü “A” Takdim Formu “BEN”lerden korktukları gibi bir korkuyla Allah’tan korkmayı istemezler. Örtücü ilahlardan korkarlar ama aslında o korkuyu hiç sevmezler. Allah’a karşı da o korku gibi bir korkuyu hissetmek istemedikleri için “bizi Allah’tan korkutma, bizi Allah’la korkutma” derler. Ama korkunun esasını fark ettiklerinde Allah’tan korkmayı öyle severler ki… Allah’tan korkmak öyledir ki insanı duygulandırır ve ağlatır. “A” Takdim Formu “BEN”e ait bir korku hissettiğinizde duygulanır ve mutluluktan ağlar mısınız, mümkün mü? Ama “B” Takdim Formu “BEN”de hissedilen Allah korkusu insanı mutluluktan ağlatır. O korkuyu birisinde veya kendinizde hissettiğinizde hücreleriniz dayanamaz ve gözleriniz yaşarır. Çünkü “B”deki sevgi ve korku birbirine sinerjik tesir eden sarmal gibidir. Peki, bu sevgi ve korku nasıl başlayacak? Eğer siz, tüm sevgilerin ilişkisini kuracağınızda “A” Takdim Formu “BEN”le değil de Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kaderle kurarsanız bu sevgi ve korku başlar. Tüm insanlardaki sevgilerin, onların fert fert gösterdikleri sevgilerin ilişkisini kişilere biçtiğiniz rollerle, onlara verdiğiniz isimlerle, yani onların muhtariyetiyle kurmazsanız, birimselliği bir kenara çekerseniz, oradan çıkan sevgi kimin olur? Bir savaştan dönüldüğünde, esirlerin arasında bir kadın yana döne, çıldırmış gibi çocuğunu arıyor. Onun o telaşını gören Rasulullah (SAV) ve yanında Halife Efendilerimiz onu izliyorlar. Nihayet kadın çocuğunu buluyor, ona öyle bir sarılıyor ki! Onun sarılışı ve çocuğun annesine yapışışı Halife Efendilerimizi duygulandırıyor, ağlıyorlar. Efendimiz (SAV) buyuruyor: “İzlediğiniz bu şefkat, bu ananın çocuğuna sarılmasındaki şefkat, Allah’ın kullarına olan şefkatinin yanında hiçbir şey! Siz bu ana-çocuk şefkatine gözyaşı döktünüz, Allah’ın şefkatine dayanamazsınız, öyle bir şefkati var.” Her konunun, her şeyin ilişkisini Rasulullah’ın açıkladığı kaderle ilişkilendirmeyi bu olaya uygulayalım mı? Bu ilkeye hadisler de dâhildir çünkü. Bu hadisteki olayın ilişkisini, “Rasulullah (SAV)’in açıkladığı kader”le kurduğunuzda olay nasıl gözükür bakın: Ana bir birim, çocuk da bir birim, ama onların birbirlerini arama, bulma ve bulunca sevinmeleri aslında Rahim’in ürününü bulduğu zamanki sevinmesidir. Birimde meydana gelen bu şefkatin kişilerle ilişkisi yok! Dolayısıyla, bu cüzde meydana gelen ama Allah’a ait olan bir şeydir, anneye ve çocuğa ait değil! “Anne ve çocuk” diye bakar kalırsak, kendimizi sınırlamış ve onlara “A” Takdim Formu “BEN”le bakmış oluruz. Dolayısıyla, birimleri kaldırdığınızda, kader çerçevesi içinde gördüğünüz bu şefkat, bu sevgi yalnızca Sahibi’nindir; o birimde olduğu kadarıyla yalnızca Sahibi’nin! Bu anlattığımız çerçevede bakarsak mealleri “B” idrakıyla anlamış oluruz.
Mesela Bakara 165, 166, 167: “İnsanlardan kimi de Allah’dan başkayı endad edinip, onları Allah’ı sever gibi severler. İman etmiş olanlar ise Allah’a muhabbette daha şiddetlidirler. O zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın şediydül azab olduğunu göreceklerini görselerdi. O zaman kendilerine tabi olunanlar, azabı görerek kendilerine tabi olanlardan uzaklaşıp gitmişlerdir. Ve aralarındaki esbab parçalanıp kopmuştur. Tabi olanlar; “keşke bize bir daha fırsat verilse de bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsak” dediler. Böylece Allah onlara amellerini, kendilerine hasretlik olarak gösterir. Ve onlar nardan çıkıcı değillerdir.” Ayetleri siz biraz tefekkür edin, yarın da birlikte tezekkür ederiz inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER