Çağdaş olarak sekiz Pâdişah Kanüni Sultan Süleyman, 926/1520 – 974/1566, II. Selim 974/1566- 982/1574, III. Murat (982/1574-1003/1595), III. Mehmed (1003/1595-1012/1603), I. Ahmed (1012/1603-1026/1617), I. Mustafa (Üç ay), II. Osman (1027/1618-1031/1622) ve IV. Murat (1032/1623-1049/1640) devrini idrak ettiklerini gördüğümüz Hüdâyî ve Sivâsî, Osmanlı Devleti’nin yükselişinin zirve noktası olarak kabul edilen Kanûni Sultan Süleyman devrinde doğmuş, gittikçe artarak ana bünyeyi saran birçok içtimai problemlerin yayıldığı bir devrede yaşamışlardır (Gündoğdu, 2006, s.15-38).
Devlet-i aliyye’deki bu soğuma sürecini yaşayan her iki şeyh de sahip oldukları tasavvuf neşvesiyle içtimai hayatın devamlılığını sağlama adına bütünleştirici iradede önemli rol oynamışlardır.
Tebliğ ve irşad hizmetini liyakatle yürüten, gerek eserleri, gerekse sohbet ve nasihatleriyle tasavvufun aydınlık iklimini gönül yoluyla insanlara açan bu şeyhler, dönemlerinde, ilim, irfân, fazîlet ve kemâlleriyle devlet erkânından padişahlara, avam halktan ilmiye sınıfına kadar hemen her sınıftan insanın hürmetine mazhar olmuş, birer mana sultanı olarak şöhret bulmuşlardır. Her iki şeyh de Padişahlar ve devlet erkânı ile kurdukları iyi ilişkiler sayesinde bu manevi nüfuzlarını devletin birlik ve dirliği yönünde kullanmış, zaman zaman toplumsal problemlere dikkat çekmiş, gündelik ilişkiler yanında siyasi ve idari konularda da onlara uhrevi mesuliyetlerini hatırlatmayı vazife bilmişlerdir. Diğer taraftan devlete hizmet ve sadakati benimsemiş, Pâdişahları ulü’l-emr görüp onları yeri geldiğinde övmekten de geri durmamışlardır. Bu arada müfrit davranışlarıyla toplumdaki birlik ve beraberliğe muhalif tavırlar sergileyen zümrelere karşı da kayıtsız kalmamış bunun halli yönünde çaba sarfetmişlerdir.
Netice olarak diyebiliriz ki, her iki şeyh de tenfizî güçleri olmamasına rağmen sahip oldukları manevi nüfuzu devlet ricâline kabûl ettirip, onları te’sîrleri altına almış, icraatlarını takip etmiş, ölçüsüz ve gayri meşrû hareketlerine şâhid olduklarında, çekinmeden tavırlarını ortaya koyup, çözümler sunarak, yanlış işler yapılmasına engel olmaya çalışmışlardır. Yöneticiler de onlara karşsaygılı olmuş ve kendileriyle hayati öneme haiz konularda zaman zaman istişare etmiş, nasihatte bulunduklarında da karşı çıkmayıp, nispeten dikkate almışlardır.
Özetle söyleyecek olursak, her iki şeyh de tarîkat faaliyetlerini yalnızca tasavvufî anlamda insan unsuru üzerinde yoğunlaştırılmış bir eğitim programından ibaret görmeyip, toplumsal problemlere eğilmiş ve mesajlarını gündelik hayatı çok yakından ilgilendiren geniş bir faaliyet sahasına taşımışlardır.
Her iki şeyh de Sivâsî’nin ifadesiyle dîn, ırz-ı saltanat ve halîfetullâh hazretlerinin devletininin varlığına duacı, devlet de onların duâsına ve himmetine muhtaç olmuşlardır (Gündoğdu, 2006, s.15-38).
Muharrem Günay
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ VE ABDÜLMECÎD-İ SİVÂSÎ
YAZARLAR
TÜMÜ