Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Misafir Kalem

ÇOK FARKINDA OLMADIĞIMIZ BİR DEĞER: HAK KAVRAMI! / Yasemin MERDİVENCİ

Eğitim Bir Sen Afyonkarahisar 2 Nolu Şube Kadınlar Komisyonu Başkanı

 

Hak, hukuka uygunluk, adalet manalarına gelir. Dünyadaki bütün ilişkilerin temelinde hak (adalet) yatar; çünkü adalet mülkün (sürdürülebilir yaşantının) temelidir. Günlük yaşantıda “iyi” veya “iyilik” diye tanımladığımız şeylere dikkatle bakıldığında bunların aslında sahibine teslim edilen haklardan oluştuğu, “kötülük” denilenlerin ise bir hakkın sahibine teslim edilmemesi olduğu, yani hak ihlali olduğu fark edilecektir. “Hak” kavramı yeterince önemsenmediğinden, bu sebeple de anlaşılamadığından, günlük yaşantıda gerekli değeri göremediğinden olsa gerek, hak vermek ve hak almak zorlaşmıştır. Sonuçta “hak” kavramı bir iken “insan hakları, hayvan hakları, işçi hakları, çocuk hakları, engelli hakları, hasta hakları” gibi isimlendirmelerle bin bir çeşide bölünmüştür. Halbuki hak tektir; herkes ve her şey için bu geçerlidir; her canın, her nefsin, her nesnenin hakkı aynı hak kavramıdır. Bunu fark etmesi, önemsemesi ve yerine getirmesi gereken insandır. Bu yüzden insan anlasın diye ilkin hak kavramının “insan hakları” diye garanti altına alınmaya çalışıldığını görmekteyiz. Gelin bu sürece birlikte bakalım.
İnsan hakları ilk kez Magna Carta ile yazılı bir metin haline getirilerek belgelenmiştir. 1215 yılında imzalanmış olan bu belge ile İngiltere kralına günlük yaşantıdaki sınırsız mutlak güç vehmeden bakış açısı kırılmıştır. Kral ile toprak sahibi baronlar arasında yapılan bu sözleşme, hakların bir kişinin tekelinde olması durumunun kabul edilebilir bir şey olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Fakat bu sözleşmeye, o günlerde üzerinde yaşadığı toprakla birlikte alınıp satılan bir unsur olan halk dahil edilmediği için sözleşme aslında insan hakları ihlalinin bir nevi yazılı belgesi konumundadır. Tam da bu sebeple Magna Carta’dan 733 yıl sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 10 Aralık 1948 tarihinde toplanarak İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni yayınlamıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesiyle birlikte bütün insanlar insanlık ailesinin birer üyesi olarak kabul edilmiş; doğdukları andan itibaren hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit oldukları, birbirlerine kardeşlik zihniyeti ile davranmaları gerektiği belirtilmiştir. Herkesin yasalar önünde eşit olduğu, kimsenin üstünlüğünün olmadığı, tüm insanların yaşam hakkı olduğu, hürriyet ve kişi emniyetinin her ferdin tartışılamaz hakkı olduğu vurgulanmıştır. Kimsenin özgürlüğünün keyfi olarak kısıtlanamayacağı, kimsenin alıkonulamayacağı, sürgün edilemeyeceği, haksız şekilde cezalandırılamayacağı kayıt altına alınmıştır. Daha birçok konuya değinen bildirge 30 maddeden oluşmaktadır. Maddelerini incelediğimizde görürüz ki; her biri insan hakkı ve onuru için gerekli, olmazsa olmazlardır. Fakat aradan 75 yıl geçmesine rağmen bu maddelerin uygulanmasında yeterince mesafe alınamadığından, gelişmiş ve demokratik denilen ülkeler dahil tüm dünyada bu maddeler güncelliğini korumakta, uygulanmayı beklemektedir.
Bildirgenin ilk maddesinde insanların birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmeleri gerektiği belirtilmiştir. Aslında sadece bu ilk maddesi bile yeterince uygulanabiliyor olsaydı dünyada açlık ve açlıktan ölümler, düşmanlıklar ve savaşlar, ekonomik krizler ve zulümler olmazdı.
Sizin de “insanlık kardeşlik zihniyetiyle hareket edebilseydi bunların hiçbiri olmazdı” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak lütfen şuna dikkat ediniz ki bu gibi sorgulamalarda kişi öncelikle kendini sorguya çekmelidir. Yaşanan her bir insanlık dramında (örneğin Akdeniz’de her gün yüzlerce insanın ölüyor olmasında) benim payım nedir acaba? diye düşünebilmeliyiz; hatta bu düşünce uykularımızı kaçırabilmeli. En azından yeterince empati yapamıyor, yeterince destek olamıyor olmakla biz de bu işin içinde gibiyiz gibi düşünebiliriz.
Her bir dramda, savaşlar, açlık ve yoksulluklar gibi her insani problemde mutlaka bir “hak” gaspı yani haksızlıklar yatmaktadır. Unutmayalım ki haksızlık bir çığ gibidir, yuvarlandıkça büyür, sonra da bir insani sıkıntı görünümünde bizim (yani tüm insanlığın) karşımıza çıkar.
Hak konusunda da bilimsel problem çözme tekniği şudur: Bir sorunu çözmenin radikal yolu, o problemi kaynağında kurutmaktır; öyle olunca haksızlıkların kaynağını arayıp bulmamız gerekir (mesela dünya beşten büyüktür).
Hak konusunda da gelin önce kendimize bakalım. Mesela birlikte yaşadığımız veya karşılaştığımız bireylerin hakkına yeterince özen gösteriyor muyuz? Bu soruyu soralım kendimize! Çocuklarımızla iletişimde onların haklarını gözetiyor muyuz? Çocuklar anne babalarının haklarını gözetiyor mu? Eşler birbirlerinin haklarını önemsiyor mu? Komşu komşunun, trafikte bir diğerimizin güvende olma ve yaşama hakkını önemsiyor ve gözetiyor muyuz?
Öncelik ev olduğu için eve dönelim: Mesela işten yorgun gelip kendimizi kanepeye bıraktığımız zamanlarda çocuğumuzdan arka arkaya gelen soruları anlayışla karşılayıp, onun soru sorma hakkını kullanmasına izin verebiliyor muyuz? Yoksa birkaç kelimeyle geçiştirip başımızdan mı savıyoruz? Mesela eşimizin evde “özel alanım” dediği yere, düzene saygı gösterip o alanı koruma çabasında mıyız, yoksa “ne özel alanı!” yaklaşımında mı? Hakkımız olduğu halde “benim olduğu kadar komşumun da hakkı” diyerek bir şeyi yapmaktan veya yapmamaktan geri duruyor muyuz?
Demek oluyor ki, hakların veya oluşabilecek haksızlıkların çıkış noktasında insanın kendisi var aslında. Hak öyle bir şeydir ki verilmeden alınamaz! Verilirken de karşılık beklenmeden verilir! Sırf bu bakışın eksikliği yüzünden, bırakın dünyayı, ikili ilişkilerde bile hakka riayet yeterince yok, hak çiğneniyor, yok sayılıyor. Bu durumda o ilişki sağlıklı şekilde yürütülebilir mi? Mümkün mü? Bu karı-koca ilişkisi, anne-çocuk ilişkisi, iş ilişkisi, arkadaş ilişkisi olabilir. Kısacası yaşantının tüm alanları ve detaylarında (evde, işte, trafikte, pazarda, okulda, her nerede olursak olalım) konu ne olursa olsun verilmesi gereken haklar mümkün mertebe verilmeye çalışılmıyorsa orada “hak” kavramı bozulmaya ve kaybolmaya başlamış demektir. Hak olmadan sağlıklı iletişim, toplumsal ilişkiler ve sürdürülebilir hayat olmaz ve “hak” yani “adalet” olmadan dünyaya nizam verilemez…
Gelin “hakk verme”nin hayatımızda önemli hale gelmesi ve öncelikli yer tutması adına bugün bir karar verelim ve hayatımıza “istişare yöntemi”ni monte edelim. Bir şeye karar vermeden önce fikir alalım; eşimizin, çocuğumuzun, annemizin, arkadaşımızın ne düşündüğünü soralım ve bunu mümkünse her konuda konunun muhatabı ile yapalım. İşe bu yöntemle başlamak bir hak verme süreci başlatacağından bizi hak alma telaşına düşmekten de koruyacaktır. Her alanda ve her konuda olası gerilim, didişme ve istenmeyen durumlarla karşılaşma riskini de azaltacaktır. İkincisi, fikrimizi en zarif şekilde, en şeffaf biçimde, en güzel tarzda söylemektir. Örneğin çocuğumuz hiç uygun olmayan bir zamanda dışarı çıkmak istedi, hemen “Olmaz, çıkamazsın!” demek yerine önce ona hak verip sonra da gerçeği onunla en uygun tarzda paylaşmalıyız; “Evet dışarıya çıkmak istemekte haklısın yavrucuğum ama bak şu, şu, şu, şu gibi nedenlerle çıkmasan daha iyi olur diye düşünüyorum? Sen ne dersin?” şeklinde fikrini soran, bu durumda bile onun aklına müracaat eden olmak güzel olacaktır. Daima, hakkın ortaya çıkması veya hak ihlaline fırsat verilmemesi, ancak fikirlerin hür iradeyle paylaşılarak ortak bir karara varılmasıyla mümkündür. Ortak alınan kararlar onurlu ve barışık insanlar, huzurlu ortamlar getirir. Bu da huzurlu aileler, huzurlu toplumlar, huzurlu bir dünya demektir.
Hakkı önemseyen olmak bizi her zaman doğruyu bulmaya, hakikate ulaşmaya, hak verme peşinde olmaya götürecek çok önemli kazanımdır, çok değerli bir farkındalıktır. Ve lütfen bu yolda tercihimizi öncelikle hak almak yönünde değil de hak vermekten yana kullanalım. Sırf bu yaklaşım bile bizi sorunların ateşli bir parçası olmaktan çıkaracak, çözümlerin huzur veren paydaşı haline getirecektir. Düşünmesi bile insanı mutlu ediyorsa bu yaklaşımı denemeye, bu yaklaşımla bir yaşantı başlatmaya ne dersiniz?

YORUMLAR

2 adet yorum var

  1. MaşaAllah La Kuvvete İlla Billah 🙂 huzur verici ilaç gibi yazınız için Allah Râzı oluverir inşaAllah

Yoruma kapalıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti