Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 95

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 10 Ekim 2018 Çarşamba 13:23:29
 

HER ŞEY YALNIZCA HİS’TİR
Önceki yazımızda Birbirlerine Göre Var hâli açıkladık ve “esas olan Kendinde Kendine Göre Var haldir” dedik. Şimdi onu biraz ilerletelim; ilimde ileri ama pozisyonda geri gibi gidip onu tanımaya çalışalım. Bildiğiniz her şeyin temeli HİS’tir. Şu an bildiğimiz evren yani kesret âlemi, ef’al âlemi, onun üstünde (bunu şeklen söylüyoruz) mânâ âlemi. Teşbih âlemi, üstünde tenzih âlemi, neler varsa, neler biliyorsanız hepsinin temeli yalnızca HİS’tir. Her şey yalnızca HİS’tir. Bu kadar basit; her şey yalnızca His; His’sin şekil değiştirmeleri, His’sin görünmeleri, His’sin hissetmek istemeleri, His’sin hisleri… Esas olan His’tir ve Allah kendini hisseder. Esas hisseden Allah’tır ve O kendisini kendi bildiği şekilde hisseder. Allah kendi hissetmesinden dilediği kullara hissetme yetkisi vermiş, hissetmesini dilediği kullar verilen ölçüde kendisini hisseder. Dolayısıyla bir insan hissetme izni aldığında, ona “kendini bil” denildiğinde, Rabbi ona kul olarak ne tür sınırlar, ne tür kayıtlar vermişse kendisini o çerçevede hisseder. Allah ona kendi hissetmesinden vermiştir, çünkü O’nun hissi her yeri kaplamıştır. Bunu tüm kesret âlemi için söyleyecek olursak; Allah Vâsi’dir, her yeri kaplamıştır, her yeri her şeyiyle, her esmasıyla ve hissiyle kaplamıştır. Dilediği kulları bu HİS’ten pay alır ve ne derece emredilmişse o derece aldığı his izniyle “kendini bil” dendiğinde o his izni ne çerçevede dilenmişse, onun sınırları neyse, o çerçevede kendisini hisseder ve hissettiği varlığına da “BEN” der yani kendisini hissedince “BEN” diyerek kendini takdim eder. “BEN” demesi Allah’tandır, Hissi Allah’tandır, Kendinde Kendine Göre Var olan bu hâli Allah’tandır.
ÂLEMLERE HİSSEDEREK BİLMEYİ
 ÖĞRETEN RABBÜL ÂLEMİYN’DİR
Konuyu şuraya getirelim: Bir kula kendisini bilmesini Rabbi öğretir. Rab öğretmen demektir. Normal hayatta da vardır, mürebbiye derler, bir çocuğa mürebbiye tutarlar, o ona bir şeyler öğretir. Bizim öğreticimiz rabbimizdir. “Rabbim” diye seslendiğimizde bir bakıma “öğretenim” diyoruz; “bana kendimi bilmeyi öğretenim, benim kendimi nasıl bileceğimi bana öğretenim” diyoruz. Allah “kendini bil” dediğinde, bu emirle birlikte Rabbiniz kendinizi bilmeyi size öğretir. Nasıl “BEN” diyeceğinizi, nasıl hissedeceğinizi, tüm bunları size Rabbiniz öğretir. Şuna dikkat edin. Hisseden ve bilen her zerre, her kul âlem’dir. Âlem bilendir, kendini bilendir. Ama bu şöyle başladı: Allah ona “kendini bil” dedi ve Rabbi ona kendisini bilmeyi, hissetmeyi öğretti, bilmesi için ne lazımsa ona sağladı. İşte o öğrenen âlem olur. Hisseden ve bilen âlemdir, âlem hissederek bilendir; hissederek bilen her zerre âlemdir. Kayıtlarının farklılıkları onları farklı yapar ve âlemler olur, farklı birçok âlem. Hepsinin kaydı, sınırı, görevi farklı ama her biri bir âlem. Bütün bu âlemlere hissederek bilmeyi öğretene Rabbül âlemiyn deriz. Âlemlere hissederek bilmeyi öğreten Rabbül âlemiyn’dir.
EZAN OKUNURKEN RASÛLULLAH’I ANMALIYIZ
Şimdi Enbiya Sûresi 107. ayeti hatırlayalım: “Biz seni ancak âlemler için bir rahmet olarak irsal ettik.”  Efendimiz (SAV)’e hitaben buyruluyor: Seni “Âlemler için rahmet” olarak irsal ettik. Bu şöyle bir süreç: Rabbül âlemiyn onlara hissederek bilmeyi öğretti ve diyor ki; merhametimizin işareti de sensin, sen onlara bizi tanıt. Kullara bizi tanıtasın diye merhametimizin işareti olarak, bir merhamet olarak seni onlara gönderdik. Bunu âyeti görüp bunu fark edince diyoruz ki; Elhamdü lillahi rabbil âlemiyn. Ya göndermeseydin ne yapardık ya Rabbi, hüsrana uğramışlardan olurduk. Bu nokta insanî duyguları ulvî hale getirecek önemli bir şeydir. Özellikle Ezan okunurken, özellikle o dâvette! O öyle bir dâvet ki sahibi Allah. O dâvetle ikâme edilen salâtın sahibi de Allah. İşte o böyle bir dâvet. O dâvette bize rahmet olarak gönderilen Efendimiz (SAV)’in ismi geçtiğinde, “eşhedü enne Muhammeden Rasûlallah” denildiğinde bu duyguyla mutlaka duamızı yapalım: “Ya Rasûlallah (SAV) Efendimiz, seninle Biiznillah gözlerimiz nurlandı Elhamdülillah” diyelim. Kazanırız. Bunu diyebilmek için ezanı takip etmek lazım, çünkü o zaman diyeceksiniz. İsmi anıldığında bir hadis gereği hatta şunu da yaparız: Ellerimizin başparmaklarını öpüp gözümüzün üstüne üç defa süreriz. Böyle yapıp bu duyguyla “ya Rasûlallah (SAV) efendim, seninle gözlerimiz nurlandı elhamdülillah” dersek. Veya “Allahım, Rasûlullah, Nebîyyullah, Habibullah Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV)’le gözlerimizi nurlandırdın Elhamdülillah” dersek. Peşine de salâvat ile “işte O’na salât eyle ya Rabbi, O’na ve âline salât eyle” diyerek duâ edersek çok, çok güzel bir şey yapmış oluruz. Onun güzelliğinin bir işaretini anlayalım diye Efendimiz (SAV)’in bu buyuruşunu biz Ebu Bekir radıyallahu anh efendimizden öğreniyoruz: “Siz bana böyle bir şahitlik yaparsanız, o zor günde siz şaşkın şaşkın gezerken gelir, sizi tutar, cennete götürürüm.”
ANA RAHMİNDEKİ FETUS CANLIDIR AMA
120. GÜN’E KADAR HER BİR HÜCRENİN MÜSTAKİL CANLILIĞI SÖZ KONUSUDUR
“Kendinde Kendine Göre Var” olan ve “Birbirlerine Göre Var” olanı tanımaya devam edelim. Ana rahminde gelişen yavrunun bedeni Birbirlerine Göre Var hali oluşturur. 120. Gün’de, Kendinde Kendine Göre Var olan ona yerleşir. Ana rahmindeki fetus canlıdır ama o canlılık kendisine “BEN” diyen canlılık değildir, 120. Gün’e kadar her bir hücrenin müstakil canlılığı söz konusudur. Ama 120. günden sonra orada artık organize canlılığa sahip bir vücut var, yine her hücrenin müstakilen canlı olduğu ama organize bir vücut. Günü gelip de bu vücudun miadı dolunca, ölümle birlikte her hücre yine müstakil yaşamaya devam ediyor, sonra da tek tek ölüyorlar. Miadı doluncaya kadar vücudun onları organize tutan bir hali var. Miadı dolduğu zaman yani Kendinde Kendine Göre Var olan oradan çıkınca vücudun işi bitiyor, hücreler bir müddet müstakil canlılıklarını götürüyor, sonra toprağa karışıyorlar. Ana karnındaki fetus, kesret nûrundan temelini alarak canlıdır ama 120. güne kadar henüz şoför yoktur. 120. günde bir şey oluyor. Efendimiz (SAV)’in hadisinden öğreniyoruz ki 120. günde Kendinde Kendine Göre Var olan hali doğrudan sahibinden oraya gelir; henüz bedene girmeden önce bu halin cinsiyeti yoktur, o yemez ve içmez özelliktedir. Bedene girdikten sonra bedenin şartlarıyla, kalıbın şartlarıyla kayıtlanır. Biz onun bedene girmesini ayetlerde “rûhumdan oraya üfledim” diye okuruz.
“Sonra o nutfeyi bir alaka (embriyo) yarattık, sonra o alaka’yı bir mudğa (bir çiğnemlik et) yarattık, sonra o mudğa’yı kemiklere dönüştürdük, nihayet o kemiklere de et giydirdik. Sonra onu ikinci bir yaratış ile inşa ettik (nefh-i ruh?). En güzeli yaratan Allah’ın şânı ne yücedir.” (Mü’minun-14)
Secde 7: “O ki yarattığı her şeyi güzel yapmıştır. İnsan’ın halkına (yaratılmasına) tıyn (balçık)tan başlamıştır.”
Secde 8: “Sonra onun neslini mehiyn (basıt, bayağı, kıt akıllı) bir sudan (hasıl olan) bir sülaleden (hülasa, süzme, öz; döl, genetikten) meydana getirdi.”
Secde 9: “Sonra onu tesviye etti (düzenledi, dengeledi) ve onda kendi ruhundan nefh etti. Sizin için sem’ (işitme melekesi, işitme işlevi), ebsar (gözler) ve fuadlar (kalbe ait görme işlevi, basiret) oluşturdu… Ne az şükrediyorsunuz.”
BİZİ BİZ YAPAN O, BİZİM
OLMAZSA OLMAZIMIZ O
Kendinde Kendine Göre Var oluşa daha önce verdiğimiz örneği, anlaşılması için ve o anlaşılanın da pekişmesi için tekrarlayalım. Evinizdeki elektrikli aletleri düşünün. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, tost makinesi, ısıtıcı gibi elektrikle çalışan birçok cihaz var. Bunların elektrikten haberleri yoksa kendilerini müstakil zannedebilirler. Buzdolabı kendisini müstakil bir varlık, çamaşır makinesi kendisini müstakil bir varlık, bulaşık makinesi kendisini müstakil bir varlık zannedebilir. Örneğe “öyle şey olur mu?” diye yaklaşırsanız saçma gelebilir, olurmuş gibi bakalım, çünkü bir hayal yapıyoruz. Bunlar kendilerini ayrı, müstakil zannettikleri için birbirleriyle konuşsunlar, sohbet etsinler. Çamaşır makinesi bakıyor ki uzun boylu bir buzdolabı var, sulu bir bulaşık makinesi var, birbirlerini inceliyorlar. Bir de bilgisayar var, o da elektrikle çalışıyor. Ancak o ortaya bir fikir atıyor; “sizin elektrikten haberiniz var mı?” diyor. Bilgisayar olduğu için bir şeyler öğrendi, “sizin elektrikten haberiniz var mı?” diyerek onları elektriklerine yönlendiriyor. Onlar da kendilerinin soğutma, yıkama, ısıtma gibi görevlerini kenara bırakıp içlerine dönerek kendilerini incelemeye başlıyorlar ve kendilerindeki elektriği fark ediyorlar. Çünkü o olmadan çalışamıyorlar. Elektrik kesildiği zaman bakıyorlar ki kendileri için her şey duruyor. Elektriğin kendileri için elzem olduğunu fark ediyorlar, kendilerini kendileri yapanın elektrik olduğunu anlıyorlar. Buzdolabını buzdolabı yapan elektrik, diğerleri için de öyle. Elektrik gittiği zaman buzdolabının elbise dolabından farkı kalmıyor, elektrik gidince bir fonksiyonu kalmıyor. Fark ediyorlar ki elektrik onlar için bu kadar elzem. Sonra bir adım ileri gidiyorlar, aslında elektriklerinin farklı olmadığını anlıyorlar, buzdolabının elektriğinin çamaşır makinesinin elektriğiyle aynı olduğunu görüyorlar. Aynı elektrik birisini buzdolabı gibi, birisini çamaşır makinesi gibi, birisini bulaşık makinesi gibi çalıştırıyor. Ama aynı elektrik… Elektriğin aynı olduğunu fark ettiklerinde birbirlerine bakışları değişiyor, birbirlerini kardeş ve akraba görmeye başlıyorlar. İşte bizdeki Kendinde Kendine Göre Var olan da böyle bir şey. Onu elektriğimiz gibi düşünelim. Bizi biz yapan o, bizim olmazsa olmazımız o. Ve bizdeki elektrikle bir başkasındaki onu o yapan elektrik aynı. Kendimizde Kendimize Göre Var olanın aslında herkeste, her şeyde aynı olduğunu görmeliyiz. Bunu gördüğümüzde “müslümanlar kardeştir” hâlini iyi anlarız. O zaman her insanın birbirine bakışının nasıl olacağını da iyi anlarız, birbirlerimize davranacağımızda o elektriğe göre nasıl hareket etmemiz gerektiğini de anlarız. Dolayısıyla, bir çamaşır makinesi bir buzdolabına kızacak olursa, bilir ki aslında onun elektriğine kızıyor. Hâlbuki kendisindeki elektrik diğerlerinde de var, hepsi aynı elektrikle varlar. Bunu fark eden kişi, var olan o tek elektriğe saygılı bir alet nasıl olunur, onu araştırır herhalde…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER