Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İMAN DEĞİL BİLLAHİ İMAN (2)

Yazılarımızı “La ilahe illallah” üst başlığıyla yayınlıyoruz. Bu bir motto, bir slogan olsun diye değil, fanatiklik hiç değil. Her nefeste olmak istediğimiz hatta her nefeste olmak zorunda olduğumuz idrak “La ilahe illallah” olduğu için! Son nefste de bu kelimenin idrakıyla ölmek istediğimiz için! Belki biz müslümanların en garip bıraktığı kelimelerden birisi La ilahe illallah Kelime-i Tevhidi olabilir. Hem Kelime-i Tevhid hem de Kelime-i Şehadeti biz aşkla ve şevkle söyleriz, çok sever çok da yüceltiriz ama yine de onu garip bırakıyoruz. Çünkü o kelimenin bizi kurtaracak, bize şifa verecek manasına karşı müslümanlar olarak kulağımızın üzerine yatarak duymayan, görmeyen bir görüntüdeyiz. Bir müslüman birey olarak veya müslüman toplumlar olarak geliştirdiğimiz ilişkiler, bakış açıları ve hayat tarzlarımız bunu gösteriyor. İşte biz bu sebeple de “İman değil Billahi Manada İman” diyoruz. Çünkü zaten kahır ekseriyetimiz imanlıyız ama iman ettiğimiz Allah hakkındaki hislerimiz, düşüncelerimiz bir hristiyan veya bir yahudi ile aynı gibiyse bir yanlış var demektir. Oysa onların Allah hakkındaki düşünceleri bozuldu diye Efendimiz (sav) geldi ve doğru Allah algısını öğrenelim ve onunla yaşayıp ahirete geçelim diye Kur’an ve Sünnetini bize emanet etti.
Yazılarımızın sürekli “La ilahe illallah”ı tefekkür eden içeriklerle olması, garip bırakılan bu kelimeyi kendimde ve sizlerde manasıyla yaşanabilir hale getirmek gayretidir. Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:
“İman yetmiş kadar şubeden ibarettir; bunların en yükseği “Lâ ilâhe illallah”ı söylemektir.” (Buhârî/Îmân 3, Müslim/Îmân 58)
“Kimin son sözü “La ilahe illallah” olursa cennete girer.” (Ebû Dâvûd/Cenâiz 20)
“En faziletli zikir Lâ ilâhe illallah’tır.” (Tirmizî/Daavât 9)
Hadisleriyle Efendimiz acaba bu cümleyi söylememizi, tekrar etmemizi mi istemektedir? Sahabe efendilerimiz (ra) bu hadisleri nasıl anlamış bakın: İbn-i Abbas (ra), ayetlerde geçen “tezekkâ/temizlenen” ve “tezkiye/temzilenmek” kelimelerini kişinin “Lâ ilâhe illâllah” demesi, bu kelimeyi anlayıp yaşaması olarak açıklamıştır (Kurtubî, el-Câmî, XX, 22).” Ayetler demişken, uygun olduğumuzda doğrudan kelime-i tevhidi konu alan Âlü İmran 64, İbrahim 24-25, İbrahim 27, Leyl 5-7, Ankebut 2, Enbiya 87-88, A’lâ 14-15 gibi ayetlere tefekkürüyle bakmamız güzel olacaktır inşaAllah. Mesela Ankebut-2, lafızda kalan, idraka dönüşmeyen ve hayat tarzı haline gelmeyen Kelime-i Tevhid’in (iman ettik demenin) kurtuluş için yetmeyeceğini, yani “iman”a değil “billahi iman”a ihtiyaç olduğunu bildirmektedir.
Şu notu da paylaşıp konumuza dönüyorum. Rasuller, Nebiler ve veli kullar yaşadıkları hakikatlerden bir kısmını anlatır, yazar ve paylaşırlar ama yaşadıklarıdır yazdıkları, söyledikleri. Rasul ve Nebilere ve onların son halkası Efendimiz Muhammed Mustafa (sav)’e tabi olma gayretinde olan bizler ise ulaşmak istedikleri, yaşamak istedikleri hakikatleri konu ediniriz, onları derler toplar, paylaşır, yazar ve söyleriz ki dua olsun, hedefimiz ve safımız belli olsun. Bu bakışla, yazdıklarımı aslında “kendime notlar” ve bu notları sizlerle paylaşım olarak düşünün lütfen. Yaptığım şey Kur’an ve sünnetten ve bu ikisine sımsıkı yapışık ilim ehlinden yararlanarak Allah’ı tanımak, ilahlık hissiyatından kurtulmak gayreti. Böyle olduğu için, ileride Allah’ı tanıma yolunda yararlandığımız başlıca eserlerden doğrudan alıntılardan oluşan idrak paketleri şeklinde yazılar, kesitler de paylaşacağız; bir eser, bir kitap analizi gibi…
Billahi imanda yaşayabilmenin yolunun Allah’ı tanımaktan geçtiğini daha önceki yazımızda belirtmiştik, şimdi tanıma gayretimize yaratılış süreciyle devam edelim.
Allah’ın yaratması ”KÜN” fe “YEKÜN” dür; “OL” der “OLUR”. Şimdi insan bakış açısıyla bir sıralama ile bu emrin oluş sürecine bakalım. Hadislerden öğreniyoruz ki Allah daimi hali olan A’ma halinde; el an öyle… Bu haldeyken Kendini Kendinin bilmesi Ehadiyet; sonra fikrin başlamasıyla Vahidiyet, sonra mukayeseye açık manalarıyla yani insan zihninin alabileceği manalarıyla Allah’ın Ulûhiyet’i; sonra “merhametimle yarattım” diyen Rahman Allah’ın Rahmaniyet’i; sonra bu manalara suret veren, yaratan, onları eğiten, ihtiyaçlarını gören Rububiyetiyle Rabb! Ve hakikat olarak Hakkaniyet’i… Bu sıralama bize göre bir sıralamadır, tefekkürümüz ve anlamamız içindir. Sıralama Ehadiyetle başlıyor ki Ehadiyet halinde bir fikir yoktur. Fikir oluşmaya başladığında artık Vahidiyet Mertebesi var; oraya Vahid diyoruz. Sonra Ulûhiyet; orada Allah diyoruz. Sonra Rahmaniyet; Arşı istiva eden yani yarattıklarını Rahmaniyet kurallarıyla merhametiyle, sevgisiyle yarattığı statüye “Rahman” diyoruz. Sonra Rububiyet Mertebesi var; Rab diyoruz. Rahmaniyet’le Rububiyet arasındaki izafi/soyut sınıra Arş diyoruz. Rububiyet’ten sonra Hakkaniyet Mertebesi var; ona da Hak diyoruz: Hakk olarak yaratılan budur! Hakkaniyet Mertebesi yani “Hakk” yaratılmış olanların halen var oldukları halin ismidir. Bu yüzden “Enel Hakk” demiş olan mübarek “Ben Allahım” dememiştir, insanın var olduğu statüyü izhar etmiştir. (Dündar, Y, Sen Tanrı mısın?)
Allah’ı tanırken onu Vahidiyet’i ile kavramamız gerektiği, bunun önemi birçok ayette öğretilir; hatta Allah onlara Vahidiyetiyle hatırlatıldığında, anlatıldığında yüz çevirenlerden bahsedilir, yani insanların Billahi manada imana hayır deyişleri anlatılır (Zümer 45). Evet, Allah’ı Vahidiyetiyle tanımalıyız; çünkü tüm fikirlerin, “kün” emirlerinin, hayallerin tek bir pozisyon olduğu hal Vahid’dir, hem de Vahidül Ehad olan Allah’ın içi dışı, sınırı, öncesi sonrası yoktur; Evvel de Ahir de Zahir de Batın da O’dur.
Bizlerin “Allah’ım” derken yöneldiğimiz mana Uluhiyetidir; Ehadüs Samed olanın Ulûhiyet Mertebesindeki ismi yani statüsü Allah’tır. Uluhiyetinde Allah’ı biz esma manaları ile, Esmaül Hüsnalar olarak bildiğimiz kanunları, kuralları, özellikleriyle tanırız ki; bu esmalar bize kıyas yaparak Allah manasını tanıma imkanı verir. Çünkü insan beyni ancak kıyasla anlayabilir, kavrayabilir. Bu yüzden “Allah” dediğimiz o halden sonraki statüleri “teşbih mertebesi” olarak, yukarısı ise “tenzih mertebesi” olarak isimlendirilmiştir. Vahidül Ehadüs Samed statüsünden sonra, Ulûhiyet mertebesiyle birlikte teşbih mertebesi başlar ve biz Rahman, Rahim, Rabb, Hak… gibi her biri birer kanun olan isimleriyle O’nu tanımaya başlarız.
Bunları yazmak, anlatmak, konuşmak tabi ki yaşamak gibi değildir. Ama kişi Hakikati tanımak için önce böyle duyarak, öğrenerek, tarif ederek yola çıkar ki buna “tarikat” denilmiştir. Şeriat ehli olmak koşuluyla bir kişi körüne uygulayıcı halden çıkıp (uygulamalarını terk etmeden) bir üst idraka çıkmaya talipse bu ilmi konuşmalı, yazmalı, tefekkür ve tahsil etmelidir, buna “tarikat ilmi” denilmiştir. Tarikat Allah’ı doğru tanımamızda bize yol arkadaşı olan Hakk bilgiyi edinme sürecinin adıdır. Sonra, bu ilimle yaşama gayretinde olanlardan dilediğine Allah “Hakikat”i kavratır, ikram eder ki bu bir “marifet”tir, marifetle ilerleyen yaşantı ilmel yakin, aynel yakin ve hakkal yakin kelimeleriyle simgeleştirilmiştir. Bu yüzden “Şeriat, tarikat, hakikat, marifet yoldur varana…” diye seslenir ehlullah… Şeriat ehli olanlar yani Kitap ve Sünnete sıkı sarılarak yaşayanlar Allah’ı tanıma ilmi olan Risalet bilgisini yani tarikat ilmini edindiğinde “âlim” olurlar. Âlim tanıdıkça yani marifete erdikçe “arif” olur; arifin yaşantısı ilmel yakindir. Bu yaşantı sonra aynel yakin olur. Yaşantısı hakkal yakin olduğunda o artık “Arifi Billâh” olur denilmektedir.
Allahım, bizleri lütfunla indindeki en güzel hallerle hallendiriver. Bunu bize hayrlısıyla ve kolayca lütfediver. Bize geri dönüşü olmayan Billahi iman ve sonu küfür olmayan sadık yakin ikram ediver (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti