Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

İNSANDAKİ İLAHLIK HİSSİYATI: İŞTE ASIL MESELE BU!

Mustafa Yılmaz Dündar hocamla mülakatımıza üçüncü yazımızla devam ediyoruz. Okurlarımız kaldığımız noktayı önceki yazımıza bakarak hatırlayabilir elbette, ancak o noktayı ben burada hatırlatarak başlamak istiyorum, konunun devamlılığı ve bütünlüğü daha iyi hissedilebilir umudu ve duasıyla.
Efendimiz (SAV)’in bize getirdiği ve öğrettiği imanın Allah’ı tanımak üzerine olduğunu yani “ikan” üzerine olduğunu, yani “ihsan” üzerine (Allah’ı görüyorcasına) bir iman olduğunu, “şahitlik” üzerine bir imana davet edildiğimizi, bu sebeple o imana “Billahi manada iman” denildiğini düşünerek “Peki, Billahi manada iman nasıl olur, yani biz bu imana nasıl ulaşabiliriz, nasıl Billahi manada imanlı olabiliriz?” diye sormuştum, M. Yılmaz Dündar hocam da demişti ki:
Billahi anlamda imana sahip olabilmek için mutlaka dunihi algıdan kurtulmamız; bu algı sebebiyle oluşan “müstakilen varım ve muhtarım iddiasını” ve oluşturduğu “İlahlık Hissiyatını” reddetmemiz gerekiyor. Kişi bunları reddettiği zaman, Hz. İbrahim (as)’ın öğrettiği imana girer ve “hanif” olur. Fakat Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in öğrettiği Billahi imanda bu yetmez, yani hanif olmak yetmez. Hanif olmak “müstakilen varım ve muhtarım iddiasını ve onun oluşturduğu ilahlık hissiyatını reddettim” demektir ki bu bir iman beyanıdır. Dolayısıyla sadece bu beyan yetmez. Hz. Muhammed (sav) Efendimiz bu beyan ile nasıl yaşanacağını da bize öğrettiği için bu reddedişe uygun bir hayat tarzı da gerekir, bu da şarttır. Kur’an’ın diliyle söylersek, “Billahi anlamda iman ve bu imana uygun salih amel” gereklidir. Billahi manada iman anlaşılmadığında Müslüman kardeşlerimiz genellikle salih amel kısmını takliden yapmaya çalışırlar. Halbuki “salih” uygun demektir; salih amel bir şeye uygun amel demektir. Neye uygun? İnandığın şeye! Müslümanlar olarak kendimize “Neye inanıyorsun?” diye sormalıyız. Eğer “Amentü Billahi” diyorsak, yani “Billahi anlamda iman ediyorum Allah’ım” diyorsak, billahi anlamda imanın ne olduğunu bilip ona uygun bir hayat tarzı oluşturmamız gerekir ki ancak o zaman salih amel yapıyor oluruz. Aksi halde “şöyle yapın, böyle yapın” şeklindeki ilmihal bilgilerini detaylarına da dikkat ederek sıkı sıkı yapmakla salih amel işlenmiş olmaz! Dikkat edin, ilmihal bilgileri önemsizdir veya gereksizdir demiyoruz! Diyoruz ki: kişide İlahlık Hissiyatı duruyorsa bilerek veya bilmeyerek de olsa kişi “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasına sıkı sıkı yapışmışsa, kişi “dunihi algı ve zanlarının” içinde yüzüyor ama bütün bunlardan hiç haberi de yoksa bu kişi ilmihal bilgilerini sıkı sıkı takip ediyor ve uyguluyorsa maalesef boş işle meşgul oluyor olabilir, bunlar onu cehennemden kurtarmaya yetmeyebilir. Çünkü önce billahi anlamda iman, sonra ona uygun hayat tarzı! O imanla birlikte uygun hayat tarzının da oluşması gerekiyor.
– Billahi imana uygun hayat tarzı nasıl oluşturulur?
MYD: Tüm Kur’an’ı ve hadisleri incelediğimizde görürüz ki Efendimiz (sav) bunu bize en ince detaylarına kadar öğretmiştir. Nedir bu? O bir cümleyle şöyle tarif edilir: ilahlık hissiyatından temizlenmek üzere bir hayat tarzı! İlahlık hissiyatından temizlenmeyi hedefleyen bir hayat tarzı oluşturmak! Çünkü kesinlikle şöyledir ki, “dunihi algı”, “müstakilen varım ve muhtarım iddiası” ve bu iddianın oluşturduğu “ilahlık hissiyatı”yla kişi istediği kadar ilmihali sıkı takip etsin, bunlar varsa cennete girmek mümkün olmaz. Cennete girmenin tek bir şartı vardır; ilahlık hissiyatından temizlenmek, ona uygun hayat tarzı yaşıyor olmak! Daha basit ve tek cümleyle söyleyecek olursak ilahlık hissiyatından temizlenmek! Bu yüzden cennetin şartı “La ilahe illallah”tır! Bu temizlenme için bir hayat lazım. Bu durumda kendiliğinden ilahlık hissiyatından temizlenmenin tek şartı, billahi iman ve ona uygun hayat tarzıdır. Dolayısıyla, eğer biz “Billahi manada imana uygun hayat tarzı, ilahlık hissiyatından temizlenmektir, bunu gaye edinmiş bir yaşantıdır” dersek hepsini kapsar. Kesinlikle diyebiliriz ki insanlar ilahlık hissiyatından temizlenmeden cennete giremezler, sadık da olamazlar. Yani bir Halifetullah vasıflı insanda ilahlık hissiyatı varsa o kul sadık olamaz; yani hem kişinin kendisinde ilahlık hissiyatı olacak hem de bu kişi Allah’a inanıyor olacak, mümkün değil bu kişi sadık olamaz. Allah’a sadık olabilmek için yani Allah’ın “sadıklar” dediği sınıfa girebilmek için kişinin ilahlık hissiyatıyla Allah’a şirk koşmuyor olması lazım, bu hissiyattan temizlenmiş olması lazım. Lütfen çok, çok önemseyiniz ki, “ilahlık hissiyatı” Halifetullah vasıflı insanın birincil (asıl, gerçek) şirkidir. Diğer şirk diye sayılan şeyler ikincil şirklerdir (bu şirkin ürettiği şirklerdir). İnsan o ikincil şirklerden kurtulmakla şirkten kurtuldum zannedebilir. Fakat bilelim ki bu asıl şirk dururken ikincil şirklerden kurtulma çalışmaları tamamen boş uğraştır. Şirkten kurtulmanın tek yolu “ilahlık hissiyatından” kurtulmaktır. Bunu yapabilmesi için kişinin Hak ve Batıl arasında öyle bir tercih yapması gerekir ki, bu tercihin şartı var; Rabbimiz o şartı emir buyurarak Halifetullah vasıflı insana ikram etmiştir. Şöyle ki; Halifetullah vasıflı insan bu tercihi yerine getirirken (Hak ile Batıl arasında tercih yaparken) Allah o kulunu özgür bırakmıştır. Çünkü kişi zorlanarak sadık olamaz. Sadıklığını ortaya koyabilmesi için kulun özgür olması gerekir. İşte kula verilen o özgürlüğün, o özgürlük yetkisinin ismi “Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi”dir. Allah insan böyle bir yetki vermiştir. Bu yetki yalnızca Hak ile Batıl arasında tercih hususunda kullanılır. Bu tercihi yapan kişi yaptığı bu tercihten sorumludur. İşte kişi sorumlu olduğu bu tercihine ve tercihin getirdiği fiillere (hayat tarzına) şahit olduğu bir hayat yaşar. Yani üçü birden çalışır: tercih yapmak, sorumlu olmak, şahit olmak! Bu yüzden İslam başlangıcında şahadetle başlar. Dinimizde şahitlik (şahadet) çok önemli bir mekanizmadır. Allah’ın adaletinin bir gereği olarak şahitlik, dünya imtihanı içerisinde çok önemli bir mekanizma olarak vardır.
– Billahi anlamda iman edebilmek için mutlaka ilahlık hissiyatımızdan kurtulmamız gerekiyor ancak bu bizde öyle ki çoğu zaman ilahlık hissiyatımızı karakterimiz sanıyoruz. Örneğin; kişi kendisini sabırsız ve hırslı olarak, bir başkası sakin ve kanaatkâr olarak tanımlayabiliyor. Kendini bu gibi karakterleriyle tanımlayan birisi için bu tanımlarla oluşturduğu (ama fark da etmediği, tanımlayamadığı ancak bizzat yaşadığı) ilahlık hissiyatından kurtulmaya çalışması çok zor değil mi?
MYD: İlahlık hissiyatından kurtulma işini böyle zannetmemek lazım. O zaman insanın içini boşaltmış oluruz. Öyle değil. Kitapçıklarımızda bunları detaylı ele aldık. Birkaç cümleyle açıklamak çok kolay değil ama biraz açmaya çalışalım. İnsana verilmiş özellikler var, biz onları “Benim huyum böyle, karakterim böyle” diye ortaya çıkarırız. Örneğin “merak” bunlardan birisi. Elif çok meraklı diyelim. Şimdi sen “Ben bu merakı nasıl kaldıracağım?” dersen olmaz. Hayır, merak kalkmayacak! Bütün mesele şudur: Allah’ın verdiklerini bir ilah olarak ilahlık hissiyatıyla kullanmamak! Bunlara böyle bakacağız: ben merakı ilahlık hissiyatıyla mı kullanıyorum? Yoksa Allah adına ve Allah için mi kullanıyorum? Çünkü Kur’an da Rabbimiz bize buyuruyor ki; onlar (o sadık olmaya çalışanlar, kendilerini koruyanlar, sadık olma yoluna talip olanlar) benim verdiklerimi benim yolumda kullanırlar; benim verdiklerimi benim için harcar, infak ederler. Dolayısıyla örneğin merak; siz meraklısınız. Eğer merakı ilahlık hissiyatıyla kullanırsanız başka ilahları merak edersiniz. Çünkü bir insan ilahlık hissiyatında, bir başka insan da ilahlık hissiyatında; bakın iki tane ilah var. İşte bu iki ilah birbirlerini merak ederler! Halbuki Allah merakı bize “Allah’ı merak edin” diye vermiştir. Dolayısıyla, Allah’ın verdiklerini küfür amaçlı kullanmamak lazım! Eğer kişi Allah’ın kendisine verdiklerini ilahlık hissiyatıyla kullanırsa “Allah’ın verdiklerini küfür amaçlı kullanmış” olur. Bu fark edildiğinde kişi merakı ve benzeri ona Allah’ın lütfettiği özelliklerini kaldırmaya çalışmaz. Çünkü onları kaldırmayacaksınız! Bu duyguları ne amaçla kullandığınıza dikkat edeceksiniz. Bu duyguları ne amaçla kullandığınıza dikkat ederek, bu gayreti göstererek (Allah’ın ikram etmesiyle) ilahlık hissiyatından kurtulursunuz! Kişideki tüm vasıflar için bu böyledir. Allah için kullanmak gerekiyor. Peki, onları Allah için nasıl kullanırız, bunu merak örneği ile şöyle görmeye çalışalım. Kişi kendisine ikram edilmiş bu merak duygusuyla Sünnetullah’ı merak etmelidir. Bir bilim adamı, kendisi farkında olsun olmasın, eğer Sünnetullah’ı merak ediyorsa araştırmacı olur ve çalışmalarında (eğer objektif ise) Allah’ın Sünnetullah’ı ile ilgili sonuçlara ulaşır. O kendisi “şunu buldum, şöyle ettim” der ama aslında tamamen Allah’ın Sünnetullah’ını okuyor, onlardan sonuçlar yakalıyor, bulgular çıkarıyor. O farkında olmayabilir ama yaptığı budur. Bunun farkında olan bir inanan için Sünnetullah’ı merak etmek, Allah’ı merak etmektir; Allah’ın nasıl yarattığını merak etmektir. Allah semavat ve arzı nasıl yarattı? İnsanları niçin yarattı? Niçin biz bu dünyadayız? İşte bir inanan için ondaki merak böyle şeyleri doğru merak etmek, doğru cevaplarını araştırmak, bulmak için vardır. Ama kişi merakı ilahlık hissiyatı ile değerlendirirse o zaman Allah’ın verdiği bu nimeti (Nimetullah’ı) kendi ilahlığının heva ve hevesleri için kullanmış olur. İşte bizim kurtulmamız gereken budur.
Mülakatımızı aktardığımız yazılarımız bir hafta daha devam edecek inşaAllah. Allah’ım, bizi esfele safilin yapıdan ve o yapının ürettiği duniHi algı ve zanlarından geri dönüşsüz olarak ve kolayca kurtarıver; “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasından ve bu iddianın oluşturduğu ilahlık hissiyatından tümüyle temizleyiver, nurunla nurlandırıver Allahım (âmin)…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti