Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

Korku…

İslam Ansiklopedisi (TDV) “his”si canlının iç ve dış ortamdan gelen uyarıları almasını mümkün kılan ruhi, ruhani güç olarak tanımlamaktadır. His kendimizi fark etme sebebimizdir. Canlının kendisini fark etme sebebi olan “his” aslında vasıfsız bir “hissetme” olmasına rağmen biz onu “kendimizi ne olarak hissettiğimiz” şeklinde yaşamakta ve erkek/kadın, büyük/küçük, genç/yaşlı, aç/tok, sağlıklı/hasta neşeli/üzüntülü gibi vasıflarla hissetme duygumuzu tanımlamaktayız. Her insan kendini diğer insanlar ve canlılardan ayıran özellikleriyle farklı bir varlık olarak hissetmekte, aynı olay karşısında insanlar farklı hislere (duygulara) bürünebilmektedir. Tanımadığı veya yeni tanıştığı bir toplulukta bazıları kendini yalnız ve kaygılı hissederken, kimileri ise yeni iletişimler kurabileceği, yeni bilgiler edinebileceği bu ortamda memnundur. Öfkeli, kızgın, memnun, endişeli, neşeli gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız haller hissi kullanarak yaşadığımız duygu durumlarıdır. “Şuna kızgınım, ona kırgınım, bu konuda endişeliyim, onu çok seviyorum, başıma bir şey gelmesinden çok korkuyorum” ifadeleriyle dile getirilen haller birer duygu durumudur; bir olaya, bir bilgiye, bir anıya tepki olarak gelişirler. Oysa “his” yani “kendini hissetme” duygumuz bir uyarıya cevap değildir, bir tepki ürünü değildir; asıl olandır. Biz bu hissetmeyle canlıyız, bu hissetmeyle “BEN”liğimiz var, duygularımızı da bu hissetme ile yaşamaktayız.
İnsan eğer Kendini Hissetmesini müstakil ve muhtar zannederek yaşıyorsa o zaman duygularımız ve duygu durumlarımız doğru bir zemin üzerine oturmaz ve zanlarımızdan kaynaklanan duygu durumları yaşarız ki bu zulmet (karanlık) demektir. Bu karanlıkta kişi kendisini çok mutlu, çok memnun, çok rahatmış gibi hissetse bile aslında zulmet içerisinde yaşamaktadır! Bu karanlık sebebiyle daima tedirgin, huzursuz, mutsuz, tatminsizdir. Bu durumunu fark etmiş veya etmemiş, itiraf etmiş veya etmemiş olması, onun bu halinin teşhis edilmiş veya edilmemiş olması bu gerçeği değiştirmez. O böyle yaşamaktadır.
Bu duruma daha yakından bakmak üzere “korku”yu ele alacağız. Neden korku? Çünkü her kul, istisnasız her kul korkar. Kulda, yaratılanda “korku” dosyası aktif olarak mevcuttur. Kul isen korkarsın, bu böyledir. Belki da bazıları sırf bu sebeple “kul” olmayı yani insanın kul olarak tanımlanmasını reddetmekte ve onu “birey” olarak görmeye çalışmaktadır. Adına birey de denilse, kişi kulluğunu kabul etmese de gizli veya aşikâr korkuyu yaşar. Bu konudaki birçok sözden bir tanesi manidardır. “Ateistlik, uçak türbülansa girinceye (hava boşluğuna düşünceye) kadardır” denilmiştir. Yani korkunun ötelenemez olarak yaşandığı haller bize korkunun insandan ayrılmaz bir duygu olduğunu öğretir.
Korku insanda önemli bir duygu durumudur. Ancak önemli olan bu korku hissinin doğru bir algıyla kullanılıp kullanılmadığı, kime ve neye karşı yaşandığıdır. Kur’an’ımızda ayetlerin sıklıkla korkudan bahsettiğini bilmeyen yoktur. Hatta bazı din anlatanlar bu ayetleri ve hadisleri anlamamış olmaları sebebiyle bu ayetler yokmuş gibi (yani korku duygusunu kullanmadan) din anlatırlar. Oysa “korkun, korkmuyor musunuz?” diyen ayetler ve hadisler bizdeki korku duygusunu doğru tanımlamak, doğru kullanmak ve doğru yönetebilmek içindir ve çok önemlidir. Sonuçta, korkuyu doğru yönetenler için bir müjde vardır: Onlar için korku ve mahzunluk yoktur. Onlar için böyle bir yaşantının kapısı açılır. Elbette dünyada ayrı… Ahirette ayrı… Onlar dünyadaki sünnetullah sebebiyle Hakk korkuları daima yaşayacaklardır. Efendimiz (sav)’e ve sahabelerine baktığımızda bunu hep görürüz. Hava bulutlanınca korkarlar. Zafer kazanmışlardır ama korkarlar. Bir bolluk yaşamaktadırlar ama korkarlar… Ancak bu öyle bir korku ki psikolojiyi bozmuyor, geliştiriyor, daha sağlıklı hale getiriyor. Öyle bir korku ki yaşama sevinci veriyor. Öyle bir korku ki Allah’a kulluk (ibadet) bu korkuyu yaşayanı yormuyor; korku huzura, hazza, keyfe dönüşüyor. Bu öyle bir korku ki “din yorgunluğu” veya “deistlik” veya “ateistlik” üretmiyor! İşte biz de bu paylaşımımızda bu doğru korkuyu anlamaya ve yaşamaya talibiz, bunun duasındayız.
Kişinin korkuyu doğru yaşabilmesi için (doğru korku için) ilk şart onun Allah hakkındaki algısının, imanının doğru olmasıdır. Zanlara dayalı iman ve Allah algısıyla (hep vurguladığımız duniHi algıyla) doğru korku yaşanamaz; hatta hiç bir duygu doğru yaşanamaz. Çünkü kişi zulmette! Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden ayıramıyor ki! Bu sebeple onun her kavrayışı terstir! Allah indinde güzel olan ona sevimsizdir, Allah indinde Hakk olan ona Batıl gelir. Allah indinde makbul olana o reddiye yazabilir! Allah’ın sevdiklerini sevemiyor olmamız bu sebepledir. Biz “Allahım, bize sevgini ver ve sevdiklerini bize sevdir” diye dua ederiz; bu sebepten! Hadislerde “Beni her şeyden ve herkesten daha çok sevmedikçe iman etmiş olmazsınız” buyrulması neden acaba? Kendisini sevenler grubu, cemiyeti yani bir fanklüp oluşturmak için mi Efendimiz (sav) böyle buyuruyor? Elbette, hayır! Öyle bir sevgiyi kendiliğinden yaşayacak imanla tanışalım da kurtulalım diye! Bu noktada, bir levm hali yaşamak (analiz ve kritik yapmak) isteyen, kendi durumunu merak etmeli, bu dünyada kimleri nasıl sevdiğine ve hangi sevgilere dayalı ayrılıkların onu acıttığına bakmalı…
İki algı var: Billahi ve dunihi algı! Korkuyu yaşayan eğer dunihi algıdaki bir kişi ise (duniHi algı İlahlık Hissiyatlı bir algı olduğundan biz ona duniHİ ilah diyelim), eğer korkuyu yaşayan bir duniHi ilah ise öncelikle kendi ilahlığının önemsediği ne ise onu kaybetmekten veya onu elde edememekten korkar. Kokuları temelde müstakilliği ve muhtariyeti ile ilgilidir. Mesela müstakilliği (“müstakilen varım ve muhtarım”) zannıyla yaşadığı hayat tarzının önemsenmemesinden, bu hayat tarzını kaybetmekten, kendini böyle ifade edememekten korkar. Hatta bu duygusuna uymayan imgelerden (Ezanımız, Kur’an sesi, cami, tesettürlü bir hanımefendi vb) görmekten bile korkar! Bu kapsamda öne çıkan dosyaları özgürlük, para, makam, kariyer, sosyal çevre, eş, çocuklar, itibar vb olabilir. Ama onun tercihlerinde hep bu korku hâkimdir… “Müstakilen varım ve muhtarım, bu sebeple nasıl yaşayacağıma Allah değil ben karar veririm” duygusunu ve bu duygusunu destekleyen kişileri, dosyaları, ortamları kaybetme korkusu ile yaşar. Bunları kaybetmeme adına her şeyi yapabilirler. Bazen hayatı önemsemeyip vazgeçenler, intihar edenler var denilebilir. İyi analiz edildiğinde görülecektir ki bu tür vazgeçiş öyküleri veya intiharlar mutlaka bir müstakillik cazibesiyle veya İlahlık Hissiyatının yani müstakillik zannının dayanılamazlığını fark etmek ve yaşamak ile ilgilidir.
İlla Allah, illa Billâh! Gerçek budur: Dışı yok; sınırı yok; başka müstakil ve muhtar bir varlık yok! Kul Allah ilminde bir emirdir, bir dilenilmişliktir, doğru makam (yani gerçek varlık) Allah hakikatidir! Bu gerçeği fark etmeyip, önemsemeyip dunihi algıda yaşayanlar korku hissini doğru makam için ve doğru şekilde yaşayamayacağından, maddi ve manevi problemlerle, iç sıkıntıları, daralmaları ve korkularıyla iç içe yaşar. Bunları kimi zaman tarif ve itiraf eder, kimi zaman fark etmez veya örter ama hep bunlarla yaşarlar!
Doğru makam için olmayan korku hissindeki belirsizlik ve bilinmezlikler kişide tehdit algısı oluşturur. Bu yüzden Allah korkusu dünyada bilinmeyen bir kokudur! Allah’a olan korkuda bu duygular değil, emniyet, huzur, tam bir güven hali vardır. Bu ölüm veya hayat, sağlık veya hastalık, iyi bir iş veya işsizlik de olsa böyledir. Bize hadisle öğretilen “Elhamdülillahi ala külli hal” böyle yaşamayı gerektirir, böyle yaşayanlar bu hadis ile öğretilen cümleye taliptirler.
İslam bize korkuyu Kur’an ve hadislerde “Haşyet, Vecel, İttika, Hazer, Havf” gibi şubeleriyle öğretir ki bu manaların her biri birer ayrı tefekkür başlığıdır, inşaallah lütfedilir de birlikte tefekkür ederiz. Ama hepsinin başı haşyettir; Haşyetullah olmadan diğerleri doğru olarak yaşanamaz. Haşyet ise Allah’ı doğru tanımayı, marifetullah bilgisini gerektirir. Bu bilginin vücut kimyasına; yani duygu, düşünce, konuşma, hal ve davranışlara dönüşerek kişide onu tanımlayan bir giysi haline gelmesi Haşyetullahtır.
Fatır Suresi 28: “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler (“ihlâs nedir, ihsan nedir, kitap nedir, duniHi algı nedir, müstakilen varım ve muhtarım zannı nedir, muhtariyeti tercih gücü yetkisi nedir, billahi manada iman nedir, ahirete iman ne demektir ve bu ikan olarak nasıl yaşanır?”ı bilenler) haşyet duyarlar. Allah muhakkak ki Azizün Ğafur’dur.”
Amenna ve saddakna! Elbette işittik ve itaat ettik ya Rabbi! Anlıyoruz ki Allah’tan haşyet ancak O’nu İhlâs Suresi’ne uygun tanıyıp iman etmek ile mümkündür. Buna biz Billahi manada iman diyoruz. Bu idrakle Allah’ı tanıyan kulun hali olan haşyet, o kulda korkuyu Allah’a has kılar ve bu korku Allah’ın makamınadır.
Allah’ın Makamı Zatında Zatına hastır. Bu makam gerçek VAR olmadır, bu makam müstakilen VAR ve Muhtardır; bu makamın dışı yoktur, bu makam Ehad ve Samed’dir. Bu makam dışı ve içi, öncesi ve sonrası olmadan Yaratan’dır. Kul, Allah makamını anlayabildiği ölçüde O’ndan hakkıyla korkar. O makamı tanıyabildiği, anlayabildiği ölçüde Allah’tan korkar. Allah’ı tanıma çalışmaları, aslında O’nun makamını tanıma çalışmalarıdır. Kulun edebi Allah’ın Makamı’nadır. Kulun Allah’ın Makamı’na gösterdiği edep gerçek Allah korkusudur (Dündar, Y. Ve Daraballahü Meselen).
Allah’ın dışının olmadığını (Onun Ehad oluşunu) bilmemize rağmen kendimizi Allah’tan ayrı görerek müstakilmiş hissiyle hayat tarzı oluşturuyor olmamız bir haşyetullah problemidir. Allah’ı doğru tanıyamadığımız için! Allah’ın huzurunda olmayı sadece namaz, cami, minare, Kur’an, Kâbe, Medine, mevlid, hoca efendiler, imamlar, din dersleri ve dini toplantılar gibi sembollerimizle sınırlamaktayız. Makamını tanıyamadığımız için!
Bilip bilmediğimiz edeb dışı (Allah’ın makamında oluşumuzdan gafil) her halimizden korkuyor, kurtulabilmek umudu ile Efendimiz (sav)’in öğrettiği duamızla sığınıyoruz:
“Allahümme inni eûzü bi rızâke min sehatike ve bi muâfâtike min ‘ukûbetike ve bi rahmetike min ğadabike ve eûzü bike minke; lâ uhsi senâen ‘aleyke ente kema esneyte ‘ala nefsike.”
“Allah’ım, hoşnutsuzluğundan rızana, cezalandırmandan affına, gazabından rahmetine, senden sana sığınırız. Biz hiçbir zaman seni (makamını) hakkıyla anlayamaz ve senin kendine olan senan gibi sana sena edemeyiz. (Bunu itiraf ediyoruz, bizi merhametinle haşyet ehli olan kullarından kılıver ve öyle de vefat ettirip, ba’s ediver Allah’ım (Âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti