Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 18 Mayıs 2018 Cuma 14:00:01
 

– 7-
Müstakil ve muhtar varlık ve güç var zannetmenin sonu hüsrandır, ayetlerde gördük: Var zannediyordu ama gelmedi, kayboldu, silindi: Çünkü Hakk geldi, bâtıl silindi. Muhakkak ki, bâtıl silinmeye mahkûmdur; İsra-81. Bu yüzden dûniHİ algıyı reddediyor, Billâhi mânâya sığınıyoruz. Kehf Suresi 32 ila 42. ayetler, Allah’a asıl ortak koşulan şeyin itirafını, bu itirafın peşine dûniHİ algının bir yanılgı olduğunun yaşanarak öğrenilmesini, dûnillah algının karşısına Hakk’ın yani Billâhİ’nin çıkışını anlattı, öğretti. Bize doğruyu tekrar şöyle hatırlattı: Dikkat edin, yardım ve dostluk Hakk olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı hayrlı olan da, âkıbet olarak hayrlı olan da O’dur.
Ayetlerle öğrenmeye devam edelim; Kasas 76-82: “Muhakkak ki Karun Musa’nın kavmindendi, haddi aşıp onlara zulmetti. Ona öyle hazineler vermiştik ki onların anahtarları(nı taşımak dahi) güçlü kuvvetli bir topluluğa zor gelirdi. Kavmi ona; ‘şımarıp sevinme. Muhakkak ki Allah şımarıp taşkınlık gösterenleri sevmez. Allah’ın sana verdiklerinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et. Arzda fesat isteme. Muhakkak ki Allah fesatları sevmez’ dediğinde, (Karun) dedi ki; ‘O (hazineler) bana ancak indimdeki bir ilim üzere verilmiştir.’ Bilmiyor muydu ki Allah kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helak etmişti. Mücrimler günahlarından sual edilmez. Derken, Karun ihtişamı içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını tercih edenler; ‘Keşke Karun’a verilenlerin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ dediler. Kendilerine ilim verilenler ise dedi ki; ‘Yazıklar olsun size! İman edip salih amel yapana Allah’ın mükâfatı hayrlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur.’ Nihayet, biz onu (Karun’u) da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Kendisine destek için dûnillah (Allah’ın dışı algısıyla müstakilen var zannedilen) bir güç çıkmadı ve o kendisini savunabilecek halde de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler; ‘Demek ki Allah, rızkı kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki; kâfirler iflah etmez!’ demeye başladılar.”
Karun bize önemli bir ibret olarak anlatıldı. Hz. Musa aleyhisselâm’ın amcazadesi olduğu rivayet edilen bu kişi Tevrat’ı en iyi okuyanlardandır, kimya ve ticaret bilen biridir. Önce Hz. Musa’ya iman etmiş sonra münafıklık yolunu seçip İsrailoğulları’nın başına firavunun görevlisi olarak geçip inananlara zulmetmiştir.
Ayette “Allah’ın sana verdiklerinden ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et” denildi. Yani mallarınla dûnillah davranma. Allah’ın olduğunu bil, onlar müstakilen var ve muhtarmış gibi davranma ve onları Allah yolunda kullan/harca, dünyadan da nasibini unutma. Bu çok önemli vurguyu yanlış değerlendiriyoruz olabilir miyiz? “Dünyadan nasibini unutma” derken, ahiretle dünya arasında denge kurmayı Billâhi ve Dûnillahi arasında denge kurmak zannediyoruz, bu öneriyi “dûnillahtan da yararlan” gibi anlıyoruz. Sakın! Size dünyayı boş verin demiyoruz, kendi ihtiyacınızı da görün. Ama dûnillah algıyla davranmayı bırakın. Bu öneri insanların anladığı “orta yolu tutmak” değildir. İnsanların önerdiği orta yol, din ile dünya arasında bir orta yol tutmak. Öyle bir orta yol yoktur! “Hem din hem dünya” diye bir orta yol yok. Hem Âmentü Billâhi hem de Esfele Sâfiliyn diye bir orta yol yok! Önce Hakk Yol’a gireceğiz, sonra orada orta yolu tutacağız. Hakk Yol’a girmeden esfele sâfiliyn yaşantı ile ahseni takviym yaşantı arasında bir orta yol tutmak değil, önerilen bu değil. Ama böyle orta yol tutanları seviyorlar, “ne güzel müslüman, herkes böyle olsa” diyorlar. Bu şeytanın sevmesidir. Allah’ın sevmesine talip olanı o aferinler kandıramaz. İnanmayan birisi size “aferin” diyorsa korkun, tuzağa düşeceksiniz demektir. İnanmayan birisi Allah’a inanana aferin der mi hiç? Diyorsa korkun!
Ayette buyurdu ki; arzda fesat isteme, muhakkak ki Allah fesatları sevmez. Fesat çıkarmak ve fesat istemek nedir? Onu yalnızca bozgunculuk sanmayın. Fesat Ğıll’in bir tezahürüdür ki Felak Sûresi bu fesadı anlatır. Bu şekilde uyarılınca Karun’un gösterdi��i gerekçe nasıldı? Bu servet bana indimdeki bir ilim üzere verildi! Gerçi bu cevap günümüzün yanlış yapanından daha az yanlıştır. Demek ki günümüz çok daha tehlikeli. Cevabındaki iki önemli vurguyu fark edin: “İndimdeki” diyor, bir de “verildi” diyor. “İndimdeki” diyerek kendine pay çıkarıyor, âyetteki anahtar nokta budur. Bu bana indimdeki bir şeyle verilmiştir; yani bu bana dûniHİ var ve muhtar özelliğimle yaptığım bir şeyle verilmiştir. Allah’ın dışında algısıyla bir şey yapıyor, Allah da bu serveti ona veriyor. Kendisini Allah’ın dışında ve bilgili birisi olarak kabul ediyor. “İndimdeki bir ilim nedeniyle verildi” ifadesi günümüzde belki aferin denilecek bir söz. Ama Kur’an’a göre helak eden bir kavil, geçersiz bir söz. Bu iddiasına cevap veriliyor: O Allah’ın nice nesilleri helak ettiğini bilmiyor mu, bunları duymadı mı? O dönemlerde insanlar bu tür felaket ve helakları daha çok duyuyor, bu işlere çok ilgililer. Din önemli bir hayat öğesi olduğu için bu haberleri çok duyuyorlar. Peki, duyduğu halde insan niye ders almıyor? Ders almama hâli günümüzde de böyledir. Bugün de insan geçmişin haberlerini duyduğu halde özellikle esfele sâfiliyn halden ders çıkarmaz. Çünkü kendini hiç ölmeyecek sanıyor! Bildiği ve gözüyle gördüğü tek gerçek ölüm olduğu halde bu his nasıl olur? Bir cenazeye katılıyor, “herşey yalanmış, tek gerçek ölüm” diyor ama sonra unutuyor. Cenazeye katılanlara ve kendinize dikkat edin, ölüm o kişi içinmiş gibi, sanki biz musalla taşına yatmayacakmışız gibi bakarız. Ona vah vah der, kendimizi hiç düşünmeyiz. Ama hastalıkta öyle olmaz. Hasta ziyaretine gitsek “ne olmuş, niye olmuş?” diye sorgular, hemen tedbir almaya çalışırız. Hastalık için yaptığımızı ölüm için yapmayışımız dikkatinizi çekti mi? Çünkü hiç ölmeyeceğiz zannediyoruz! Allah fıtratı üzere yaratıldığımız için. Fıtratı üzere yaratıldığımız Allah ölür mü? Hiç ölmeyeceğimiz zannı, sonsuza kadar yaşayacağımızın delilidir. Bu kadar ölüm görmesine rağmen ölmeyecekmiş gibi bir hisle durması, kişinin fıtratındaki ölümsüzlük izidir, o izi hissediyor. Ama her şeyi suiistimal etmeye alıştığı için bu hissi de suiistimal ediyor. Esfele sâfiliyn idrakı, dûnillah algısı yüzünden her şeyi Allah’a karşı kullanmaya alıştığı için o hissi de öyle kullanır, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyalık tedbirleri alır. Yarın öleceğini bildirseniz yine bir plan yapabilir. Bunu ona “hiç ölmeyecekmiş hissi” yaptırıyor. O his bizde var. Bu yüzden insan ölümden korkmaz. Hatta esfele sâfiliyn yapıyı cenaze için gelenlere odaklı görürüz, “şu geldi, şu gelmedi, şunu getirdi, bunu gönderdi” der. Oysa bizim için karşılayan önemli, biz karşılayana göre düşünürüz, ya iyi bir karşılama olmazsa diye ürpeririz. Korktuğumuz ölüm değil, karşılama merasimidir. Onu bir garanti etse, ölüm müslümanın korkacağı bir şey değildir. DûniHi algıdakiler bizi bu yüzden anlayamaz. Biz hadis ve âyetler gereği ölüm rabıtası yapar, ölümü çok düşünürüz, bu bizim için önemli bir ilaçtır. Ama dûniHi idrak için hastalıktır, ölüm korkusu tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlıktır, bizde ise önemli bir ibadettir.
Ayetteki “günahkârlar günahlarından sual edilmez” hali, korkmamız gereken bir uyarıdır. Günahın neydi diye sorulmuyor, hemen muamele başlıyor. Ve sonra: “(Karun’un, bâtıl hallerin karşısına) Hakk geldi, bâtıl silindi.” Noktayı Bakara Sûresi 200-201. ayetler koyuyor: “İnsanlardan kimi, “Rabbimiz, bize dünyada ver” der. Onun ahirette bir nasibi yoktur. Kimi de “Rabbimiz, bize dünyada bir hasene ver,  ahirette bir hasene ver ve bizi nârın azabından koru” der.” “Dünyada bir hasene, ahirette bir hasene ver” diyerek yönelmemiz isteniyor. Dikkat edin, dünyalık isteyenin talebinde “hasene” yok. Çünkü “dünyada ver” diyenin hasene ile işi yok! Bize nasıl isteyeceğimizi de öğretiyor ve biz onu salâttaki son oturuşta Salli-Barik’ten sonra okuyoruz: “Rabbena atina fid dünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kınâ azâben nâr: Rabbimiz bize dünyada bir hasene ver,  ahirette bir hasene ver ve bizi narın azabından koru (âmin).” Hasene çok önemli bir mânâdır. DûniHİ kapsamda olmayan her şey, Billâhi anlamdaki her türlü nasip hasenedir. Bunu “iyilik, güzellik” diye çevirirseniz olmaz. Muhammedi olmayanın da iyiliği, güzelliği var, onlar da bir şeye “iyi, güzel” diyor. Bu âyeti okuduklarında bir şey anlamazlar, çünkü esfele sâfiliynin güzelliği ve güzelleri farklıdır. Oysa biz “Allah’ım dünyada da ahirette de güzel şeyler ver” derken, istediğimiz hasene, bu dünyanın bildiği bir mânâ değildir: “Allah’ım bize dûniHİ kapsama girmeyen Billâhi anlamdaki her türlü nasibi ver.” Bizi Billâhi idrak ve yaşantıda ne tutacaksa onu ver; fakirlikse fakirlik, zenginlikse zenginlik ama Billâhi olsun; râzı olacağın fakirlik, râzı olacağın zenginlik ver. Ahirette de budur: Orada da Billâhi anlamında olayım, huzuruna Kalb-i Selim’le gelmiş olayım.
DûniHİ algının zann’ları sebebiyle insan fıtratındaki ölümsüzlük hissini, müstakil zannettiği “var” haline atfeder. Böylece, kendini dünyada sürekli kalacakmış gibi bir gizli zan içerisinde bulur, bu halin bir fitne olduğunu fark edemez. Oysa hayattaki tek gerçek ona göre de ölümdür, bu gerçekle o kadar sık karşılaşmaktadır ki. Ama kendini müstakil ve muhtar zanneden bu kişinin ölüm korkusu yaşaması, dûniHİ çevredekiler tarafından tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kabul edilir. Ondaki bu ölümsüzlük hissine bir de tanrılar arasında bir tanrı olarak yaşayan insanın hırsı ve sahiplik duygularının oluşturduğu emeller eklenince, dünya hayatını tercih etmek için bir gayret göstermeden kendisini bu tercihin önde gideni olarak bulur.
“Onlar (o kâfirler) dünya hayatını ahirete tercih ederler ve Allah yolundan alıkoyup onun eğrilmesini isterler. İşte onlar uzak bir dalâl (sapıklık) içindedirler.” (İbrahim-3)
“Kim dünya hayatını ve ziynetini irade ederse, onlara çalışmalarının karşılığını tam olarak orada (dünyada) veririz, onlar orada hiçbir eksiltmeye uğratılmazlar.” (Hud-15)

Edep; Ya Hu -7-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER