Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“BİZ” DERKEN, CANLAR “CAN” OLUR, YAN YANA GELENLER “CEM” OLUR. CEMAAT BUDUR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 28 Şubat 2017 Salı 12:27:09
 

– 35-
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn.”
Bu ayetin iyi anlaşılması ve anlaşıldıktan sonra ilerlenmesi çok önemli, çünkü bu ayet bir başlangıç.
Bütün yazdıklarımız ve paylaştıklarımızla aslında biz bir başlangıç çizgisine gelmeye çalışıyoruz. Birer tefekkür olan paylaşımlarımızı tam kavrayan birisi ancak başlama çizgisine gelmiş olur. İnşaAllah o çizgiye geldiniz diyelim, o noktaya gelen için çok önemli bir şey vardır: Algı.
Algımızı “lâ ilahe illallah”a ayarlamalıyız
Bizi şu an algımızın yönettiğini, ne zaman algıyı biz yönetirsek o zaman başarılı olacağımızı, Fatiha Suresi yazılarından önce “Aşağıların Aşağısı” adlı köşe yazılarıyla paylaştık, “Kurtuluş Yolu”nu anlattığımız son kısımlarında bunu detayıyla okuyabilirsiniz.
Sizinle yan yana gelip algımızı Billâhi anlamda tutabilmek için üç dört saat birlikte tefekkür edip ders yapsak, dışarı çıktığımızda göreceğiz ki hayatta da bir ders var ve o dışarıda o ders devam ediyor. Dışarıdaki yaşantıda, “Silmemiz, kurtulmamız gerekir” dediğimiz algıyı kuvvetlendirecek ders devam ediyor. İşimiz bu kadar zor. İnşâAllah Rabbim kolaylaştırır, zafer ve başarı nasib eder. Hayattaki ders bizim yan yana gelip üç dört saat birlikte yapacağımız dersten daha baskın, daha cazip, maalesef. Dikkat edip dışarıdaki dersin cazibesine kapılmamak lazım, esas mesele o.
Öyle olunca, sürekli “Lâ ilahe İllallah” algısında yaşamak, bu yaşantının gayretinde olmak çabası başlar ki bu bizim için çok önemli bir zikrullahtır.
Lâ ilâhe İllallah Kelime-i Tevhidi en önemli zikrullahtır, fakat tefekkür ederek söylenirse. Sadece söylemenin de sevabı var ama şöyle: Çok önemli, çok değerli bir mücevheri taşıyan birisini düşünün, ne taşıdığından haberi yok, kuryelik yapıyor, bir yerden alıp bir yere götürüyor. Taşıdığı önemli olduğu için elbette taşıyan da önemlidir, önemli bir şeyin kuryeliğini yapıyor. Ama kurye! Ne taşıdığından habersiz! Eğer Kelime-i Tevhid’in ne demek istediğini kavrayamaz ve onu hayatımızda fiillere çevirmezsek kurye gibi oluruz. Elbette kuryeye de bir ücret verilir, çünkü değerli bir şey taşıyor. Ama bizim tâlibi olduğumuz bu değil. Biz Kelime-i Tevhid’in hayatını yaşamaya tâlibiz, kuryeliğine değil. Öyle olunca mânâsını bilmek, o manaya sahip olmak, hatta o olmak önemli.
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” Kelime-i Tevhid’e ait bilgileri kuvvetle içermektedir. Bir de, “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” idrakı, insanların soracak birini bulamadıkları, bulsalar sormaya çekindikleri veya sordukları zaman kendilerini tatmin edecek cevaplar alamadıkları kader konusunu anlayabilmenin temelini oluşturuyor. Biz bu âyetin bizim için değerini bilmiyoruz, Rabbimiz tarafından öğretilmiş söylemlerin öneminin çok farkında değiliz. Bu çok doğal. Bu yüzden görevimiz onun önemini anlamaya çalışmak. Önemini bilerek doğsak, öyle yaşıyor olsak uğraşacak bir şey kalmaz ki.
Fâtiha’yı alışkanlık olarak değil anlayarak okumalıyız
Önemi bilinmeyince Fâtiha okumak nasıl düşünülüyor?
Kişi hayr yapması gereken bir şahıs gördü, cebindeki imkâna göre ona bir şey verdi. İşte biz “Fâtiha okuyalım” denince böyle bir şey verir gibi Fâtiha okuyoruz, Fâtiha okumayı böyle sanıyoruz. Değerinden, cümlelerinin ne ifade ettiğinden çok haberdar değiliz. Okudun mu? Okudum. Bu çok basit kalan bir Fâtiha’ya yaklaşma biçimidir. Biraz uç bir örnek vereyim. Fâtiha’yı ezberlemiş önemli birisinin bir cenazeye katılması gerekti, geldi, katıldı. İmam efendi “El Fâtiha” dedi, o da Fâtiha’yı okudu. Önemli biri olduğu için röportaj yapıyoruz; “Ne okudunuz?” diye sorduk. “Fâtiha okudum” dedi. Ama yaşantısı Fâtiha’ya hiç uymayan birisi, hatta Fâtiha’da önerilen yaşantının düşmanı. Ama Fâtiha okudu. Dedik ki, “Fâtiha okurken bir talepte bulundunuz, ‘Allahım beni indinde doğru olan yola ilet’ dediniz, farkında mısınız?” Terlemeye başladı, “Nereden çıktı, öyle bir şey mi söyledim?” dedi. Talep ettiği şeyin farkında değil. Hatta diyelim ki Rabbim lûtfetti, ona gelip soran bir melek, dileğini hemen yapacak, yani Fâtiha okurken talep ettiği hal önüne ikramiye olarak gelmiş, böyle olsa bile istemez. Ama Fâtiha’yı alışkanlıkla okuyoruz, farkında değiliz. Elbette sadece okumakla oluşan da bir sevap var. O sevabı anlayabilmek için bir örnek verelim. Bu örneği ileride tekrar paylaşacağız, çünkü algımızın Rahmâni olabilmesi, Hakk yoldaki gerçeklere ve Billâhi anlamda îmana uygun olabilmesi için birçok mânâyı tekrar edeceğiz. Zorluğumuz algıyla alakalı olduğu için çok düşünmek, çok hayallemek ve çok tekrar gerekiyor.
Hristiyanların Hz. İsa aleyhisselâm’a “Allah’ın oğlu” demeleri yüzünden Meryem Sûresinde Rabbimiz şöyle buyurur: “Öyle bir iddiada bulundular ki neredeyse yer yarılacak, gök delinecek, dağlar fırlayacak.” O iddia nedeniyle anlatılan manzara kıyâmetin tanımı gibi. Demek ki iddiaları o derece sakıncalı, Rabbimiz o derece razı değil. Hz. İsa aleyhisselâm’a “Allah’ın oğlu” deyip onu tanrı ilan etmek böyle bir günah. Buna mukabil İhlas Sûresi bize “Lem yelid ve lem yûled; doğurmamış ve doğurulmamıştır” âyetini öğretir. Bu âyeti söylemek, en azından o günahın karşılığı bir sevaptır. İhlas Sûresi’nin “Lem yelid ve lem yûled” âyetini tasdik ederek söylememizin sevabı en azından onu dengeleyecek kadardır. Kıyâmeti kopartacak derecede bir günah ve onun zıddı bir sevap. “Lem yelid ve lem yûled” demekle oluşan en azından budur. Kur’ân’dan öğrendiğimiz şu kuralı da hatırlayalım; mü’min bir iyilik yaparsa en az on kat sevab alır. Öyleyse sevabı en az onla çarpalım. Mescid-i Nebevî’de binle, Kâbe’nin yanında yüz binle ayrıca çarpalım. Sadece o bir âyeti söylemekle edindiğiniz sevap budur. Rabbimizin merhameti… Farkında değiliz, söylüyoruz. Sûrenin tamamını söylemek çok daha başka. Bu sadece bir âyeti.
Hesap günü geçerli olan bir belge!
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn”i de sadece söylemenin öyle büyük bir sevabı var ki evrende, anlayabilmemiz mümkün değil. Allah katında öyle makbul bir sığınış. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” demenin değerini asıl ne zaman anlarız biliyor musunuz? Cebinizdeki paranın kıymeti ne zaman anlaşılır? Alışverişe gittiniz, cüzdanı unutmuşsunuz. Sepeti doldurdunuz, başka ihtiyaçlarınız aklınıza geldi bir sepet daha doldurdunuz. Kasaya geldiniz ki cüzdan yok, başka belge de yok. Birden değerini anladınız. Doldurduklarınız boşa gitti, hepsini bıraktınız. Kasada anladınız ki esas mesele sizin belgeniz. İnsan hayatta da rastgele yaşayarak “Şunu da bunu da” diyerek sepeti dolduruyor. Dünyada/markette dolaşırken serbestsiniz, “Bana göre şu da” deyip sepeti doldurabilirsiniz. İnsan cebine göre değil de “Bana göre” diyerek yaşıyor, kafadan yorumlarla sepeti dolduruyor. Ama Mâliki YevmidDiyn’in karşısına geldiğin zaman bakacaksın ki belge yok.
“Sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım dileriz” diye meâllendirilen “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” dünyada ve ahirette işimize yarayacak önemli bir belgedir; hesap günü sadece bu geçerlidir. Oysa bunu söylüyorsunuz diye dünyada kimse “aferin” demiyor, hatta kınayanlar var. Onu gerçek söyleyenlerin seçilebilmesi için dünyada böyle olması lazım. Ama “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn”in nasıl önemi, geçerli tek belgenin Kur’ân, geçerli tek şeyin îman olduğu o gün belli olacak. Akıllı olan önemini burada fark edebilmeli. Özellikle salâtlarımızda “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken en azından çok önemli bir şey söylediğimizi bilmek lazım. Fâtiha’yı bitirdiğini “Âmîn” dediğinde fark eden hali yavaş yavaş azaltıp yok etmeliyiz, Fâtiha’da önemli bir şey söylediğimizin farkına varmalıyız. Paylaştığımız konuları ve onun mânâsını idrakımıza doldurup, sonra onları nanoteknolojik bir molekül haline getirip bütün o mânâları hızlıca düşünüp o hale bürünen, o öneme ve oradaki mânâya göre boyun büken bir hale ulaşmak öyle önemli ki! Lütfen, bir rekatta da bile olsa bunu başarmaya gayret edelim. Yaptıkça Biiznillah kolaylaşacaktır. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derkenki mânâya uygun boyun bükebilmek lazım. O boyun büküklüğünün mükâfatı hem yaşarken hem ahirette fazlasıyla inşâAllah alınacaktır.
Yanyana geliyor olmak “cemaat”
olmak demek değildir
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken çoğul fiil kullanılıyor; “Sadece sana kulluk ederiz ve sadece senden yardım dileriz.” Buradaki çoğul hali biraz tezekkür edelim. Duâ ederken genellikle “Sadece sana kulluk eder, sadece senden yardım dilerim” deriz, duâda genellikle tekil cümleler kullanırız. Âyette çoğul kullanılmış; biz.
BİZ Kur’ân-ı Kerim’de çok geçer ama kaynaklara baktığımızda “BİZ”in çok kavranılamadığını görürüz. Şunun için: Rütbeler çok yüksek gibi de olsa “Lâ ilâhe İllallah” Kelime-i Tevhidi anlaşılamadığı için! Kelime-i Tevhid’in kuryeliği yapılıyor, kişi sırtında taşıdığını bilmiyor, mânâlar çok fazla fark edilemiyor. Ama önemli bir şey taşıyor. Sırtındaki önemli olduğu için kişi de önemli. Ama kurye. Oysa La ilâhe İllallah Kelime-i Tevhidi’nin mânâsını biraz fark etse Kur’ân’ı ve hadisleri anlamaya hemen başlayacak. Onları anlamak için bir rütbe gerekmiyor. Kur’ân, yüksek tahsil yapmış kişilerin anlayacağı, sıradan kişilerin anlayamayacağı bir şey kesinlikle değildir. Onu en sıradan kabul edeceğiniz kişi okuduğunda anlar. Önemli olan doğru gözle okumaktır. Rum Sûresi 30. âyet bize, ona hanif olarak yaklaşmamızı önerir. Hanîf gözle bakmazsanız Kur’ân’ı anlamanız mümkün olmaz. Kur’ân’a, hadislere, sisteme, yani İslâm’a hanîf idrakla yaklaşacaksınız.
“İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn”deki çoğul kullanıma önce en zâhir noktadan bakalım: “BİZ” deyince müslümanın aklına cemaat gelir. Cemaat halimizi düşünerek “İmam efendinin arkasında saf tuttuk, cemaat olduk” deriz ya işte cemaat yani biz odur.
İslâmiyet’in bir mânâsı teslimiyettir, bunu Bakara Sûresi 208. âyetten öğreniyoruz: “Silm’e girin (sevgi ve barışa teslim olun).” Bu elbette Allah’ın sunduğu barışa teslimiyettir, insanların uydurduğu, menfaatler üzerine kurulu barış sistemi değil. Allah’ın sunduğu, teslim olduğunuz o barış sisteminin ismidir İslâm. Ona teslim olduğunuzda müslim olursunuz. Teslim olmayı en üst seviyelerde yaşayabileceğiniz hal, en azından o havuzda bulunabileceğiniz hal cemaat hâlidir. Ama şu bilinmelidir: Cemaat yan yana gelen insanlar demek değildir, teslimiyetin yaşanması gerekiyor. Onun en üst noktalarda yaşanması sevabının elde edilebilmesi cemaatle çok ilişkilidir.
Cemaatin en uç noktaları Efendimiz (SAV) in savaşlarında yaşanmıştır. O savaşlar mü’minler için öyle bir cemaat ve öyle bir teslimiyettir ki oradaki hallerin her biri bir nefs mertebesinin bir anda oluştuğu hallerdir. Bir ömür ulaşıp elde etmekte zorlanacağı nefs hareketlerinden bir kıpırdamayı kişi daha “Ben Rasûlullah (SAV) ile birlikte savaşa gideceğim” derken yaşamaktadır, o teslimiyetle o savaşın içerisinde bir anda o hâle girmektedir. O savaşta şehid olmanın mânâları farklıdır, gâzi olmanın mânâları farklıdır, hamlelerin mânâları farklıdır. Hamle deyince, hamleyle nasıl iç içe olduklarını Hz. Ali radıyallahu anh efendimizin savaştaki şu hâlinden biraz anlarız. Hepimizin bildiği çok da hoşumuza giden bir kıssa: Hücûm ettiği müşrik hakâret edip ona tükürünce Hz. Ali efendimiz kılıcını geri çekiyor. Çünkü bir anda içinde bulunduğu hâlin değiştiğini fark etti. “Az önce seni Allah rızası için öldürecektim ama şimdi kızdım. Vurursam kendim için vurmuş olurum” deyip vazgeçiyor. Bu olayı fark eden kişi sonra İslâm’ı seçiyor. İşte savaşta böyle bir nefs mücadelesinin içerisindedirler. Cemaat farklı bir şey.
Kur’ân’da düşman yalnızca Allah’ı unutturan şeydir
Dünyadaki en zor hallerden birisi bir insanla beraber olmak, birlikte yaşamak, onunla birçok şeyi paylaşmaktır. Hele de eşlerse. “Sizi birbirinize düşman olarak yeryüzüne gönderdim” âyetinden anlayın. Bu, dünyada bildiğimiz düşmanlık olmayıp şudur: Siz öyle şeylere kapılacaksınız ki birbirinize Allah’ı unutturacaksınız.
Kur’ân’da düşman yalnızca Allah’ı unutturan şeydir. Düşmanınız size Allah’ı unutturan şeydir, hatta onun bir diğer ismi “Günah”tır. Günahın tek tarifi vardır ama anlaşılması için o tarif çoğaltılmıştır. Tariflerin hepsini birleştirip tek cümle yaparsanız şudur: Allah’ı unutturan şey günahtır. Size ne unutturuyorsa o! Ne yapınca unutuyorsanız o an günahtasınız. Size Allah’ı unutturanları yazsanız liste uzar, ciltlerle kitap çıkar. Ama “Bana Allah’ı ne unutturuyorsa günah odur” derseniz, ciltlerce kitabı okuyup gereğini yerine getiriyor olursunuz. Bu durumda günahı anlamak, bu bilgiyi uygulamak öyle kolaylaşır ki.
Yakın yıllarda vefat etmiş mübarek bilinen bir zata -inşâAllah öyledir, Rabbim rahmetiyle muamele eder- gusül abdestiyle ilgili bir soru sorulduğunda, “Biz Allah’ı unutunca gusül alırız” diyor. “Biz” diyor ama bunu kendisi için söylüyor, kendi hukuku öyle. Bir kişi cünüpse ona kimse git gusül abdesti al demez, çünkü kimse onun cünüp olduğunu bilmez, kendisi rahatsız olur. Zaten rahatsız olursa alır, o rahatsızlıkla gusül abdesti alır ve ferahlar. Kişi cünüp olduğunda nasıl rahatsız oluyorsa, bu zat da Allah’ı unuttuğunda öyle rahatsız olup yıkanma ihtiyacı duyuyor. Bu onun kendine ait bir hukuk. O zatın kendi hukuku bu. Bunu bir başkasına öneremez, kimseye “Böyle yapın” diyemez. O algı olarak o noktaya gelmiş, onun işi öyle.
İnsanlarla beraber olmanın çok zor şeylerden birisi olduğunu anlamak için insanlarla olduğunuz zamanlara bir bakın, o anlarınızı bir düşünün. Kıyas yapmamızı sağlayacağı için bir örnek vereyim, çünkü beynin anlayabilmesi için kıyas tek yöntemdir. Kıyas yapabilmemiz ve öğrenebilmemiz için Rabbim her şeyi bize merhametiyle vermiş elhamdülillah. Tanıyalım diye. Çünkü Allah ilimle bulunur, sihirle değil.
Allah araştırma ve ilimle bulunur.
 İlim için kıyas gerekir
Şu olayı hatırlayalım, çünkü yeri geldi. Mûsa aleyhisselam, firavuna tebliğ yaparken kendisine “Âsânı at ya Mûsa” dendi. Attı ve âsâ bir anda Rabbimin emriyle ejderhaya dönüşerek sihirbazların sihirle oluşturduğu şeyleri yuttu. Bu olayda bir yaratma var, o Allah’ın birden yaratmasıdır. Bu yüzden birçok insanın aklı bunları almıyor. Aklı almıyor diye Allah’ı da noksan yapıyorlar. Allah dilerse birden de yaratır. Sen onu anlamadın diye, “Öyle şey olur mu?” dedin diye Allah niye noksan olsun? Dilerse birden yaratır. Dikkat edin, eğer her şey böyle birden yaratılsaydı bilim olmazdı, biz ilim/araştırma yapamazdık. Dünya birden yaratılmış olsa, insanlar birden ortaya çıkmış olsalar, Hz. Mûsa’nın âsasındaki gibi herşey birden olsa ilim yapmak mümkün olmazdı. İlim yapabilmek için bir süreç lazım. Süreç araştırma demektir. Araştırma, bir şeyleri bulmak, eklemek, çıkarmak, analiz ve sentezle bilgiye ulaşmak demektir. Bizler araştırma yapabilelim diye semâvat ve arz altı günde yaratılmıştır. Bu “altı gün” bizim günlerimiz değil. Bir süreç var. Gün süreç demektir, semâvat ve arz altı süreçte yaratılmıştır. O yüzden araştırma yapabiliyoruz. İlk patlamadan günümüze kadarki on dört milyar yıllık zaman, “kozmik yıl” adıyla bir takvime bile çevrilmiştir. Bu bir araştırmadır. Allah araştırma ve ilimle bulunur. İlme devam edebilmek ve anlayabilmek için kıyas gerekir. Rabbim diyor ki; her şeyi zıddıyla yarattık. Zıddıyla olmasa kıyas yapamazsın. Aydınlık ve karanlık olmasa bilemezsin, siyah ve beyaz olmasa kıyas yapamaz, öğrenemezsin. Kıyasla öğrenirsin. Öğrenmek seni Allah’a götürür.
Yaşantıdan bir örnek veriyorduk: Gün denilen gezmelerden birine gittiniz, oturuyorsunuz. Neler konuşuluyor, nelere dikkat ediliyor, orada neler önemli bir izleyin. Ve yanlışların ne kadar normalleştiğini görün. Mesela, ev sahibi mutfağa gider gitmez hakkında bir konuşma başlayabilir, gelince susulabilir. Kurabiyenin şekerinden, çayın deminden, bir komşudan, çocuğundan, kocasından, kayınvalideden yakınılan, şikâyet edilen geniş bir gündemle oturulur. İsmine gezme derler, rahatlarlar. İnsan yanlışla rahatlar mı? Yanlış yaparak hiç rahatlanabilir mi? Allah muhafaza etsin. Hatta ara verip “Namaz kılmam lazım” diye seccâdeye giderler ama onu çok yerine getiremeyebilirler. Çünkü aynı yerde ikisi olmaz, birbirine uymaz. Eğer seccâdedekini yerine getiriyorsan “gün” dediğinden rahatsız olman lazım. Günü çok iyi yerine getiriyorsan seccâdedeki yerine gelmeyebilir. Çok tehlikeli. Kıyasa devam edelim. Oradakiler sizi ertesi gün bir başka gezmeye çağırdılar, o da Mevlid gezmesi. Gittiniz, aynı kişilerlesiniz. Dikkat edin, bu sefer biraz farklısınızdır. Adı Mevlid olduğu için dün yaptıklarınızı bugün çok fazla yapmazsınız. Biraz fırsat bulunca azıcık olsa da, salâvattı, âyetti, mevliddi derken kalır. Bazı titiz hanımlar varsa “Şişşt, susun, günah, mevliddeyiz, bugün olmaz” diye uyarırlar. Sanki dün olurdu! Demek ki, insanlarla beraber olmak, yan yana olmak kolay bir iş değil. Mevlid bile biraz zor onarıyor.  
Cemaat öyle bir şey ki insanlarla beraber olmayı öğretir, günümüz için söyleyelim, önemli bir rütbede olanla olmayanı omuz omuza getirir. Bakan salât ikâme edecektir, bir işçi ile yan yana durur. Onları dışarıda hiç yan yana göremezsiniz ama orada olur. Orada rütbe yoktur, zaten rütbenin kalkması gerekir. Aslında İmam Efendi dönüp de “Saf olun, saflarınıza dikkat edin” dediğinde iki şeyi birden söyler: “Saflarınıza, hizalarınıza dikkat edin, şeklen tek bir kişi gibi durun.” Ama bu uyarı beden eğitimi dersinde öğretmenin “Aynı hizada durun” demesi gibi değil tabi. Safta “bir kişi”liğinizi bozmayacak şekilde yan yana durabilmek şeklen önemlidir. Birisi öne çıkarsa safta bir kişi gibi duramazsınız, onu görürsünüz. Bir de saftakileri mânen müstakil birer varlık görmemek gerekiyor, yani saflaşmak gerekiyor. Öyle görmezsen de saf olmazsın. Bakliyat, kuruyemiş derken aşureye birçok şey karıştırılır. Onların hepsi tek tek ve müstakildir. Saf olması için tek cins olması lazım. Mesela halis zeytinyağı; içinde başka bir şey olmayandır. Saf süt içine su karışmayandır. İmam efendi dönüp bize diyor ki, “Durduğunuz bu çizgide, bu sırada öyle saf olun ki tek tek kişiler bulunmasın.”
Onlar zaten, ne rütbeleri, ne isimleri, ne kendileri “Müstakilen VAR” varlıklar değiller.
Bunu fark eden birisi çıkıp demiş ki; “Canlar, gelin bir olalım”. Bu cümle, İmam efendinin “Saf olun” çağrısıyla aynı mânâdır. Cemaatin birliğidir, birliğini anlamaya ve oluşturmaya davettir. O zaman zaten canlar kalmaz, hepsi birden “can” olur, yan yana gelenler “cem” olur, “cemaat” olur. İşte BİZ böyle bir şeydir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti