Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

BİZİ BİZ YAPAN ŞEY – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Mayıs 2017 Cuma 09:30:22
 

-92-
Ana rahminde gelişen yavrunun bedeni Birbirlerine Göre Var hali oluşturur. 120. Gün’de ise Kendinde Kendine Göre Var olan ona yerleşir. Ana rahmindeki fetus canlıdır ama o canlılık kendisine “BEN” diyen canlılık değildir, 120. Gün’e kadar her bir hücrenin müstakil canlılığı söz konusuyken şimdi orada organize canlı bir vücut var, her hücrenin müstakilen canlı olduğu ama organize bir vücut. Günü gelip de bu vücudun miadı dolunca her hücre yine müstakil yaşamaya devam ediyor, sonra da tek tek ölüyorlar. Miadı doluncaya kadar vücudun onları organize tutan bir hali var. Miadı dolduğu zaman yani Kendinde Kendine Göre Var olan oradan çıkınca artık vücudun işi bitiyor, hücreler bir müddet müstakil canlılıklarını götürüyor, sonra da toprağa karışıyorlar. Ana karnındaki fetus kesret nûrundan temelini alarak canlıdır ama 120. güne kadar henüz şoför yoktur. 120. Gün’de bir şey oluyor. Efendimiz (SAV)’in bir hadisinden öğreniyoruz ki 120. Gün’de Kendinde Kendine Göre Var olan hali doğrudan sahibinden oraya gelir; henüz bedene girmemiş bu ilk halin cinsiyeti yoktur, yemez ve içmez özelliktedir. Bedene girdikten sonra bedenin şartlarıyla, kalıbın şartlarıyla kayıtlanır. Biz bu durumu “Rûhumdan oraya üfledim” diye okuruz.
“Sonra o nutfeyi bir alaka (embriyo) yarattık, sonra o alaka’yı bir mudğa (bir çiğnemlik et) yarattık, sonra o mudğa’yı kemiklere dönüştürdük, nihayet o kemiklere de et giydirdik. Sonra onu ikinci bir yaratış ile inşa ettik (nefh-i ruh?). En güzeli yaratan Allah’ın şânı ne yücedir.” (Mü’minun-14)
“O ki, yarattığı her şeyi güzel yapmıştır… İnsan’ın halkına (yaratılmasına) tıyn (balçık)tan başlamıştır.” (Secde-7)
“Sonra onun neslini mehiyn (basıt, bayağı, kıt akıllı) bir su’dan (hasıl olan) bir sülale (hülasa, süzme, öz; döl, genetik)’den meydana getirdi.” (Secde-8)
“Sonra onu tesviye etti (düzenledi, dengeledi) ve onda kendi ruhundan nefh etti. Sizin için sem’ (işitme melekesi, işitme işlevi), ebsar (gözler) ve fuadlar (kalbe ait görme işlevi, basiret) oluşturdu… Ne az şükrediyorsunuz.” (Secde-9)
Bizi biz yapan,
bizim olmazsa olmazımız

Kendinde Kendine Göre Var oluşa daha önce de verdiğimiz basit örneği, anlaşılması için ve o anlaşılanın da pekişmesi için tekrarlayalım. Evinizdeki elektrikli aletleri düşünün. Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, tost makinesi, ısıtıcı gibi elektrikle çalışan birçok cihaz var. Bunların elektrikten haberleri yoksa kendilerini müstakil varlık zannedebilirler. Buzdolabı kendisini müstakil bir varlık, çamaşır makinesi kendisini müstakil bir varlık, bulaşık makinesi kendisini müstakil bir varlık zannedebilir. Örneğe “Öyle şey olur mu?” diye yaklaşırsanız saçma gelebilir, biz olurmuş gibi bakalım, çünkü bir hayal yapıyoruz. Bunlar kendilerini ayrı ayrı, müstakil zannettikleri için birbirleriyle konuşsunlar, sohbet etsinler. Çamaşır makinesi bakıyor ki uzun boylu bir buzdolabı var, sulu bir bulaşık makinesi var, birbirlerini inceliyorlar. Bir de bilgisayar var, o da elektrikle çalışıyor. Bilgisayar ya, ortaya bir fikir atıyor; “Sizin elektrikten haberiniz var mı?” diyor. Bilgisayar olduğu için bir şeyler öğrendi, “Sizin elektrikten haberiniz var mı?” diyerek onları elektriklerine yönlendiriyor. Onlar da kendilerinin soğutma, yıkama, ısıtma gibi görevlerini bir kenara bırakıp içlerine dönerek kendilerini incelemeye başlıyorlar ve kendilerindeki elektriği fark ediyorlar. Çünkü o olmadan çalışamıyorlar. Elektrik kesildiği zaman bakıyorlar ki kendileri için her şey duruyor. Elektriğin kendileri için elzem olduğunu fark ediyorlar, kendilerini kendileri yapanın elektrik olduğunu anlıyorlar. Buzdolabını buzdolabı yapan elektrik diğerleri için de öyle. Elektrik gittiği zaman buzdolabının bir elbise dolabından farkı kalmıyor, elektrik gidince bir fonksiyonu kalmıyor. Fark ediyorlar ki elektrik onlar için bu kadar elzem. Sonra bir adım ileri gidiyorlar, aslında elektriklerinin farklı olmadığını, buzdolabının elektriğinin çamaşır makinesinin elektriğiyle aynı olduğunu görüyorlar. Aynı elektrik birisini buzdolabı gibi, birisini çamaşır makinesi gibi, birisini bulaşık makinesi gibi çalıştırıyor. Ama aynı elektrik… Elektriğin aynı olduğunu fark ettiklerinde birbirlerine bakışları değişiyor, birbirlerini kardeş, akraba görmeye başlıyorlar. İşte bizdeki Kendinde Kendine Göre Var olan da böyle bir şey. Onu elektriğimiz gibi düşünelim. Bizi biz yapan o, bizim olmazsa olmazımız o. Ve bizdeki elektrikle bir başkasındaki onu o yapan elektrik aynı. Hepimizdeki Kendimizde Kendimize Göre Var olanın aslında aynı olduğunu görmeliyiz. Bunu gördüğümüzde “Müslümanlar kardeştir” hâlini iyi anlarız. O zaman her insanın birbirine bakışının nasıl olacağını da iyi anlarız, birbirlerimize davranacağımızda o elektriğe göre nasıl hareket etmemiz gerektiğini de anlarız. Dolayısıyla bir çamaşır makinesi bir buzdolabına kızacak olursa, bilir ki aslında onun elektriğine kızıyor. Hâlbuki kendisindeki elektrik diğerlerinde de var, hepsi aynı elektrikle varlar. Bunu gördüğü zaman kişi, “var olan o tek elektriğe saygılı bir alet nasıl olunur?”u araştırır herhalde. Basit bir benzetme ama bizdeki “Kendinde Kendine Göre Var” olan hali yakalayabilmemiz, önemseyebilmemiz için bir örnek.
“Gözünüzü kapatın ve
kendinizi hissetmeye çalışın

Her şeyin temeli HİS’tir demiştik. Kendinde Kendine Göre Var olan hal HİS ile çok ilişkilidir. İnsanı konuştuğumuz için cümleyi şöyle kuralım: İnsanı karakteriyle, özellikleriyle, geçmişi ve geleceğiyle, her türlü şeyiyle meydana getiren, Allah’ın ona hissetmesinden vermiş olduğu Kendini Hissetme Duygusu’dur. Özellikleri, sınırları, kayıtları neyse insan onu hissediyor, zaten ona “BEN” diyor, hissettiklerine “BEN” diyor. Bir kişinin kendini hissettiği zaman hissettikleriyle bir başkasınınki farklıdır, çünkü kayıtları farklı. İşte ona da anlaşılsın diye Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu diyoruz. Allah’ın kendi hissetmesinden “Sen de kendini hisset” demesiyle, Rabbimizin bize hissederek BEN demeyi öğrettiği o halimize biz “kayıtlı/sınırlı hissetme duygusu” diyoruz. Kendimize göre sınırları, kısıtları olan Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu. İşte bizde en esas olan odur, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’dur. En esas odur. Onunla biz, bizdeki Kendinde Kendine Göre Var olan halimizi hissederiz. Kendinde Kendine Göre Var olan hali bizdeki hissetme duygumuzla söylüyoruz. “Gözünüzü kapatın ve kendinizi hissetmeye çalışın” dediğimiz odur. Bu “Size verilen HİS malzemesini, o sermayeyi kullanın” demektir. Kendinde Kendine Göre Var olan hali siz kendinizde Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla hisseder, algılarsınız.
Bizim BEN dememiz
bize verilen izinledir

Önce Birbirlerine Göre Var olan hâli gördük ve onu Kendinde Kendine Göre Var olan hale bağladık. Şimdi de dedik ki siz onu Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’yla hissedersiniz. İşte Kayıtlı Kendini Hissetme Duygu’nla hissedip Kendinde Kendine Göre Var olana “BEN” dediğin bu üçlü olay Senin Zâtın’ı oluşturur. Böylece ortaya bir “zat” çıktı. Bütün mesele aslında bu Zat’tır. Ancak bu noktada yine bilmemiz gerekir ki “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan Tek Zat vardır: Allah. Yalnızca Allah’ın Zâtı Müstakilen VARDIR ve Muhtardır. Dolayısıyla bizdeki Zat, Allah’ın Zâtı’ndan bize verdiği izinle olan bir Zat’tır. Başlangıçta böyle deriz. Yaptığımız iş zaten bir başlangıç çizgisi tarif etmek.
Bu hatırlatmayı sık yapmak zorunda kalıyorum, başlangıç çizgisi işin tamamı değildir. “O Allah’ın zâtından yetkiyle bize verdiği zattır” diyerek tarif ettiğimiz hal zâtın başlangıç çizgisidir. Ancak nefs ilerlemesi çalışmalarında kişi öyle bir yere gelir ki kendisindeki bu zâtın doğrudan “O’nun Zâtı” olduğunu görür. Önce anlar sonra görür, bilir ki kendinde zat olan O’nun zâtıdır. Ayrıca bir zat zaten yoktur. İşi anlayabilmek için, başlangıç noktasında deriz ki; Bizim BEN dememiz bize verilen izinledir, Allah’ın “BEN” demesinden verdiği izinle biz de “BEN” deriz. İleride öyle bir an, öyle bir nokta vardır ki kişi o “BEN” diyenin Esas Sahibi olduğunu görür. Fakat o nokta başlangıç noktası değildir, kişi oradan başlayamaz. O noktayı duymak veya bilmek de o işi halletmek demek değildir. Halledebilmek için, yani Hakk yolda ilerleyebilmek için başlangıç noktası budur: “Ben Allah’ın kendi BEN demesinden verdiği izinle BEN diyorum, Allah’ın kendisini hissetmesinden verdiği izinle, o yetkiyle kendimi hissediyorum ve  bunlar bende bir zat oluşturuyor.” Böyle başlanır ve ilerlenir.
Yaptığınız bir şeyi birisine anlatmak için uğraşırken, karşınızdaki kişi “Sen mi yaptın?” diye öyle sorguluyor ki nihayet bir noktada ona; “Bizzat ben yaptım” dersiniz. İşte söylediğimiz sizdeki zat, “Bizzat ben yaptım” demek zorunda kaldığınızda bahsettiğiniz zattır. Bunun bir izinle zat olduğunu, izinle verilmiş bir yetki olduğunu, esas Müstakilen VAR ve Muhtar zâtın Allah’ın Zâtı olduğunu belirtmek için başlangıçta bu zata KUL ZAT deriz. Kul zat, kula verilmiş izinle kullanılan zat yetkisi demektir. İlerleme bu kul zatla yürür. Çünkü nefs Kul Zât’ın şemsiyesi altındadır, Kendinde Kendine Göre Var olan hal Kul Zat şemsiyesi altındadır, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu bu Kul Zat’la bütünleşmiştir. Ne ayrıdır, ne şemsiyenin altındadır ama hepsinin içini Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu kaplar.
Neden/nelerden
kurtulmaya çalışacağız?

Bir önemli noktaya geldik: Nefs ilerlemesi çalışmalarında talibin kurtulmaya çalışacağı şey! Konuları işlerken mümkün mertebe detaya girmeden önemli noktalarına değinmeye dikkat ediyoruz. Detayları kitapçıklarımızda bulmanız mümkün.
Nefs ilerlemesi sürecinde talibin kurtulmaya çalıştığı şey nedir? Talibin kurtulmaya çalıştığı bu şey “benlik duygusu” değildir. “Benlik duygusundan kurtulmak” tarif edilemez bir şeydir. Siz birisine “Benlik duygusundan kurtulman lazım” deseniz, o da size “Benlik duygusundan nasıl kurtulabilirim, bana bir anlat” dese söyleyecek bir şey bulamazsınız, “Şöyle şöyle yaparsan benlik duygusundan kurtulursun” diyeceğiniz bir öğüt, bir şey bulamazsınız. Demek ki mesele benlik duygusundan kurtulmak değil. Veya Kul Zât’a “BEN” demekten kurtulmak değil. Veya Kendinde Kendine Göre Var haline “BEN” demekten kurtulmak değil. Veya “Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu’na “BEN” demekten kurtulmak değil. Veya Nefs’ine “BEN” demekten kurtulmak değil. Böyle bir nefs çalışması yok, böyle bir amel yok. Öyleyse tâlip öncelikle neden/nelerden kurtulmaya çalışacak?
Bir kere, “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir pozisyon iddia edip, bu iddiasına “BEN” diyorsa, önce bu iddiadan ve oraya “BEN” demekten kurtulacaktır. Doğru yere “BEN” demekten kurtulmak gibi bir şey olmaz. Kul Zât’a “BEN” demek zorundasın. Tâlip nefs mertebesinde hangi noktada olursa olsun kendisini “BEN” diye ifade eder, bunun hiçbir sakıncası yoktur. Mesele verilen bu “BEN” etiketini nereye yapıştırdığındır. Onu yanlış yere yapıştırmamak gerekiyor, bundan kurtulmak gerekiyor. Eğer kişi “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunur ve bu iddiasına “BEN” derse Allah’a karşı büyük suç işlemiş olur, cehennemlik bir amel yapmış olur, cennete kendisini yasaklatmış olur. Önce bu iddiadan vazgeçmek sonra da bu iddiaya “BEN” demekten vazgeçmek gerekiyor.
Bu iddiadan vazgeçmek önce sözledir. Ama asıl bu iddiaya uygun fiillerini terk etmen gerekir. O fiillerden özellikle “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında çok bahsettik, orada bu iddianın fiillerini çok geniş anlattık, bakabilirsiniz:
http://www.birdusunyansimasi.com/media/kitap/sentanrimisin.pdf

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER