Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

CEHENNEM YOLUNDA ÖRTÜCÜ İLAH – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 21 Kasım 2017 Salı 13:35:05
 

– 32 –
Gerçekle tanışmamız şöyle başladı: Önce duyduk ki tanrı yok, illa Allah. Sonra tanrı kelimesinin açılımlarını gördük. Anladık ki tanrı yalnızca ötede beride tapmak için edindiğimiz şeyler değilmiş. Oysa “hayatımızda öyle şeyler yok” diye rahattık. Tanrının gerçekte ne olduğunu araştırmaya, fark etmeye başlayınca gördük ki Şirk-i Hafi denilen çok önemli bir şey var. Şirk-i Hafi’nin ne olduğunu, onun hayatımızdaki yerini araştırınca da gördük ki o bizim halimizmiş. Şirk-i Hafi, “La ilahe; tanrı yok” ifadesinde bahsedilen tanrının kendimizde ilan ettiğimiz hali imiş. Tanrı denilen şey, yaratılan bu esma’ül hüsna kompozisyonuna ve oradaki Rab gücüne sahip çıkandır. İLAHLIK; “Ben de müstakilen varım ve bu güç benimdir” demektir. Bu idrakla birlikte Kelime-i Tevhid’in manasına aynı pencereden bakmaya başlamış oluruz ve üzerinde hemfikir olduğumuz bir Kelime-i Tevhid bakış açısı ve kader anlayışı olur. Bu anlayış oluşmamışsa, paylaşımlarımızdaki cümlelerin anlatılabilmesi, okununca anlaşılabilmesi kolay ve mümkün olmaz.
ÖLMEDEN ÖNCE ÖLEBİLMEK
Kelime-i Tevhid bu şekilde anlaşılmazsa duanız, salâtınız, her şeyiniz örtücülük kapsamında olur. Mesela, tanrılığını ilan etmiş kişinin işleri yolunda gidiyorsa hiç aklına Allah ve dua etmek gelmez. Yok mu böyleleri? Ömrünün tamamı böyle olmasa bile uzun süre böyle yaşayanlar yok mu? Aklına Allah gelmiyor, dua etmek, yönelmek gelmiyor! Çünkü ilan ettiği tanrılığının gücüyle işleri yürütüyor. Ne zaman ilan ettiği tanrının gücüyle yapamayacağı bir işle karşılaştı, o zaman bir üst tanrı olarak Allah’a müracaat ediyor. Yaşadığı yerde o üst tanrının ismi Allah’sa, Allah’a müracaat ediyor: “Ey Allahım (aslında ey üst tanrım), şu noktaya geldim takıldım, oradan itibaren gücüm yetmedi, bu işi sen yap” diye tarif eder, sipariş verir. Tanrılığını ilan etti, gücünün yetmediği işleri üst tanrıya sipariş etti, bu işe de dua diyor. Bu yanlış yaklaşımına rağmen onun duası, yani istekleri kabul olabilir mi? Olur! İsteklerin kabul olması ayrı bir şeydir. Bizim anlatmaya ve fark etmeye çalıştığımız şu: Sistem içerisinde böyle bir dua yoktur, dua bu değildir! Onun isteklerinin kabul olmasının bir değeri de yoktur. Eğer siz “La ilahe illallah” Kelime-i Tevhidi’nin manasına “tanrı giremez, illa Allah” idrakıyla yaklaşıyorsanız, yani cennet denilen o manaya, o idraka, o alana tanrı giremiyorsa kişinin dünyaya ait tüm istedikleri olsa ne olur ki! Hedefiniz o kapıdan geçmek olduğu halde geçemiyorsanız diğer istediklerinizin olmasının ne önemi var ki? Cennetin güvenlik alanına tanrı giremiyor! O kapıda sana; “seni çok beğenip takdir ediyorlardı, aferin diyorlardı ama sen tanrısın, giremezsin!” denilecekse onların ne önemi var!
“Tanrı giremez” hükmü, bu mana, hep gündemimizde olması gereken çok önemli bir manadır: La ilahe; tanrı giremez, tanrıya kapalı, tanrıysan giremezsin, illa Allah! Genel muamelenin başladığı anda, yani tanrılara siz tanrısınız denildiği yerde bu hitapla karşılaşmamak için tedbiri şimdi almak gerekiyor! Kişi bu tedbiri çok önceden almışsa ne olur? Ona ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMÜŞ derler, o bu hali daha dünyadayken yaşamıştır. Bir kişi “tanrı giremez illa Allah” mevhumunu bu dünyada yaşamaya başlarsa, ölmeden önce onu başarmış demektir. Çünkü ölümle birlikte artık “tanrılık” kriterine göre muamele başlar! Tanrıların isimleri, güçleri bu dünyada farklı adlarla tanımlanıyor olabilir, onlara farklı isimler veriyor olabiliriz, ama ölümü tatmakla birlikte genel muamele başlar. O andan itibaren tanrılar sınıfına yapılan muamelenin ismi CEHENNEM’dir. Tanrıysan cehennem! Çünkü tanrıların yaşadığı mekânın ismi cehennem!
ÖNCE KENDİNE BAKABİLMEK VE
“BEN NEYİM” DİYE SORABİLMEK

Es Sıddıyk radıyallahu anh’ın cümlesine dönelim. Diyor ki: “Ben bir şeye baktığım zaman, önce onun hakikatini, sonra onun kendini ne sandığını, ne ilan ettiğini görürüm.” Hz. Ebu Bekir (RA)’ın bu bakışını hayatında uygulamaya talip olan, bunun antrenmanına nasıl ve nereden başlamalıdır? Kendinden! Önce kendinden başlar, kendine öyle bakarak başlamalıdır. Bu bakış önce “karşıya” değildir. Bir insan bu bakışla önce kendisine bakar, ilk bakış kendisinedir. Dolayısıyla önce kendine bakıp o hakikati görmelidir ki bu çok önemlidir. Öyleyse bunu nasıl pratikleştirebiliriz, yani normal hayatta bunu kendimize nasıl kolaylaştırırız? İnşaAllah bir yöntem paylaşalım: Kendinize “BEN NEYİM?” diye sorun lütfen. Cevap olarak da şöyle düşünün: BEN Allah’ın düşüncesiyim, Allah’ın düşüncesinin suretiyim, BEN Allah’ın düşüncesinde bir ilmi suretim. Tasavvuf kitaplarında bu cümleyi, bu bakışı çok daha manalı ve kapsamlı bulabilirsiniz, biz onu günlük yaşantıya uygun bir kıvamda böyle söylüyoruz: BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim. Eğer bu bakışın antrenmanı yapılırsa o iş çok kolaylaşacaktır inşaAllah.
“BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” idrakıyla “BEN” demekten korkmayın. Bu bakışla söylediğiniz “BEN” nefs mertebelerinin başlaması için gereken “BEN” tasavvurudur ve bu “BEN” nefs mertebelerinde ilerlerken yok edeceğiniz “BEN”dir. Bu idrak dışındaki “BEN” ise, zulmani BEN olup nefs mertebelerine başlayabilmek için yok etmeniz gereken “BEN”dir. Lütfen dikkat edin, böyle bir açıklamaya daha önce rastlamadınız. Dikkat edin, zulmani BEN nefs terbiyesine başlayabilmek için yok etmeniz gereken “BEN”dir, diğeri nefs mertebelerine başlayabilmeniz için gereken BEN’dir. Ama bu BEN, orada ilerken yok edeceğiniz “BEN”dir. İlkini yok etmeden bu yol başlamaz, çünkü o ilahtır! Orada “BEN” derken kastettiğiniz yapı, Allah’ın verdiklerine sahip çıkarak; “ben de müstakilen varım, benim de gücüm var, bunlar benim” diyen yapıdır. Onu yok ettiğinizde, o örtüyü kaldırdığınızda bir şey açığa çıkar: O! Zaten O’ydu, ama onun üstündeki ilah maskesini, örtüsünü kaldırdınız. Şimdi artık o örtüden kurtulan yapı “BEN” diyor. Sizin şimdi “BEN” dediğiniz yapı, “BEN” Allah’ın düşüncesiyim, ben O’nun düşüncesindeki suretim” diyen yapıdır. Bu idrakla “BEN” derken artık sizin bir müstakillik iddianız yok! İşte nefs terbiyesinde bu “BEN”le yol alınır. Nefs terbiyesi yapacak bu “BEN”dir, ama bu “BEN” bu yolda ilerledikçe yok olacak olan “BEN”dir de.
DÜNYA DİYE TARİF ETTİĞİMİZ
YAŞANTIDA GÜÇ ONLARDADIR

Bir hadisin tefekkürüyle devam ediyoruz, Efendimiz (SAV) buyuruyor: “DünyaNızdan bana üç şey sevdirildi”. Neden “dünyaNızdan” diyor? Çünkü insan “dünyaM” diyor, ona sahip çıkıyor, öyle sanıyor. Efendimiz (SAV) bu yüzden hadisteki ifadesinde “dünyaNızdan” diyerek o idraka hitap ediyor, onu işaret ediyor. Mesela aydan birisi gelse, ona “yaşama alanınız olan aydaki yer çekiminden haberin var mı, sizdeki yer çekimi bizimkinin altıda biri” dersiniz, değil mi? Bu hadiste anlatılmak istenen mana çok önemli olduğu için kumanda-poşet benzetmesini yeniden yapalım. Lütfen bir TV kumandası ve poşet hayal edelim. Neden kumanda? İşlevleri var, bir şey yapıyor, bir gücü var. Onu yaratılana, insana benzetelim diye kumandayı örnek olarak kullanıyoruz. İnsan “B” hakikatiyle yaratılan yapıdır. Onun hakikatte yaratılan olduğunu, yaratılan yapının o olduğunu iyi fark edersek Kur’an-ı Kerim meallerini anlamak da kolaylaşır. “Billahi” idrakıyla meal okurken onu anlamamız kolaylaşır. Kişi “B sırrı, B hakikati, B manası” gibi ifadeleri niye anlayamıyor? Kendisinin ilah yapısı yüzünden! O ifadeleri ilan ettiği ilahlığıyla okuduğu için anlayamaz. Daha net söyleyelim: Okuyan ilah olduğu için anlayamaz! İlahın Kur’an’a dokunması istenmediği için anlayamaz! Ona ayette “ey, ilah (ey, ilahlık iddiasından temizlenmemiş) olan, Kur’an’a dokunma” denildiği için anlayamaz. Fark ettiniz mi? Çünkü La ilahe: Cennete tanrı, ilah giremez! İlahlık bu kadar tehlikeli bir şey! Ama dünyadaki hayat bu tehlikeyi örtecek bir cazibeyle kaplanmıştır, sistem sürekli örtmeye yöneliktir. Neden? Aksi halde bu hayat olamaz! Bu yaşantı için tanrılara ihtiyaç var. Bu hayat tanrılığını iddia edenlerle döner, dünya bu tanrılarla yürür. Şu anlattığımız, paylaştığımız konular, ancak tanrılığını fark edip de kurtulması dilenene cazip gelir, ancak o yaşamakta olduğu bu tanrılıktan kurtulmak için çalışır, uğraşır. Diğerine bu yazılar cazip gelmez! Bu yüzden lütfen, onlarla yarışmayın, ortada kalırsınız! Dünya sisteminde, yani dünya sahnesinde vehmin zulmeti+şeytanla (o idrakla yaşayanlarla) yarışmak kolay değildir. Dünya diye tarif ettiğimiz yaşantıda güç onlardadır. Bu yüzden bir mü’min, bir veli onlarla tartışmaz. Çünkü çok iyi bilir ki, sistem vehmin zulmeti+şeytan işbirliğinin cazibesini kuvvetlendirmeye yöneliktir.
KENDİ HALİNİ FARK ETMEDİĞİ İÇİN,
 EĞER İŞİ YOLUNDA GİDERSE AKLINA
ALLAH GELMİYOR, ALLAH’I
DÜŞÜNMESİ GEREKMİYOR

Kumanda ve poşet! “B” sırrıyla, o hakikatte yaratılan yapı, yani kumandayla temsil ettiğimiz yapı kendini tanımaya başladığında süreç şöyledir: O bakar ki kendisinde bir güç var, O güç aslında Rab gücüdür. Başka bir güç olabilir mi? Esma mertebesindeki YAPMA GÜCÜ Rab gücüdür, Rab o gücün ismidir. “Ya Rab” diye seslendiğimiz güç, Esma’ül Hüsna’nın tümünü şemsiyesi altına almış olan, ef’al âlemindeki sistemi içine almış olan Rububiyet Mertebesi’nin gücüdür, Rab gücüdür. Her bir yaratılan yapı, mesela insan, bir Esma’ül Hüsna kompozisyonundan ve bir de o kompozisyonun yapma gücünü oluşturan Rab yapısından oluşur. İşte kişi bu gücü fark ettiğinde ona sahip çıkıyor, kumandadaki güce sahip çıkıyor, ona bir kılıf, bir poşet giydiriyor ve “ben müstakilen varım, o güç de benim” diyor. Biz işte bu hale, bu idraka “A” dedik. “La ilahe” denilen işte bu yapıdır. Allah’ı ve sistemini örtüp, yaratılandaki fonksiyonlara sahip çıkarak ilahlığını ilan ettiği için onun mekânı cehennemdir, CEHENNEM onun ismidir. “B” yapının gideceği yer ise illa Allah; CENNET ortamı!
Yaratılan yapıya, ondaki güce sahip çıkılınca iş değişiyor. Mesela güç “A”nın gücü oluyor, irade “A”nın iradesi sanılıyor, akıl “A”nın aklı oluyor. Kumandaya sahip çıkan kılıf; “ben görüyorum, ben duyuyorum, ben biliyorum, ben yürüyorum” diyerek onun tüm yeteneklerini sahipleniyor. Bu sahip çıkışını da fark etmiyor. Bu hali fark etmediği için, eğer her işi yolunda giderse onun hiç aklına Allah gelmiyor, Allah’ı düşünmesi gerekmiyor. Niye düşünsün ki? Her iş tıkırında, tamam! İşte bunun adı “asi” yapı, “A” yapı. İşte İLAH bu yapıdır. O Allah’ı örttüğü için paylaşımlarımızda ona ÖRTÜCÜ İLAH diyeceğiz. Bu “A” yapının bir zannı var, kendi oluşturduğu sanal bir dünyası var,  Efendimiz işte o dünyada yaşayana diyor ki: Bana dünyaNızdan üç şey sevdirildi!

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -32-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER