Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 117

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 5 Kasım 2018 Pazartesi 13:12:47
 

KULLUK YAPMAK HAYAT TARZIDIR
Tâ-Hâ 14: “Muhakkak ki Ben, evet Ben Allahım. Başka (müstakilen VAR ve muhtar) ilah yoktur. Ancak BEN. Bana kulluk et ve Benim zikrim için salâtı ikame et.” Ayet müthiş… “Muhakkak ki BEN, evet BEN Allahım.” Esas BEN benim, ben Allahım. Müstakilen VAR ve muhtar olarak “BEN” diyenler yoktur; ancak BEN. Bana kulluk et, benim zikrim için salâtı ikame et…
“Görmedin mi ki; Allah (O dur ki), Semâvat’ta kim var ve Arz’da kim var ise (hepsi), güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaç (cinsi), yürür canlılar ve insanlardan çoğu O’na secde ediyor. (İnsanlardan) birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor hakir kılarsa, artık ona ikram edici yoktur. Muhakkak ki Allah, dilediğini yapar.” (Hac-18, secde ayetidir) Sığınıyoruz: Allahım lütfettin, sana secde edenlerdeniz. Sana secde edenlerden râzı olduğun kullarından eyleyiver, lütfen. Âmîn.
“O halde, sen şimdi Rabbini hamdiyle tesbih et, Ve secde edenlerden ol. Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk yapmaya devam et.” (Hicr; 98, 99)
Bu izahları “İyyâKE na’budü VE iyyâKE nestaiyn” içinde yaptık. Rabbimiz buyuruyor: “Sen “iyyaKE na’budü VE iyyaKE nastaiyn” dedin, öyleyse artık Rabbini hamdiyle tesbih et (“Sübhânallahi ve Bihamdihi” de) ve secde edenlerden ol. Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk etmeye devam et.” Bu öğüt bize. Ancak âyetteki esas muhatap Rasûlullah (SAV) Efendimiz! “Yakîn gelinceye kadar” ne demek, onu açmaya çalışalım ki yanlışlara sebep olmasın. Meâllerde yakîn ölüm olarak çevrilmiş, “sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et” mânâsı çıkmıştır. Oysa yakînin mânâsı bir konu hakkında ilmî, kesin bilgi sahibi olmaktır. Bir konuda sizin için şüphesiz denecek ilmî bilginiz varsa, siz o konuda yakîn, kesin bilgi sahibisiniz demektir. Tasavvuf anlatımlarında “ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn” gibi kullanıldığından yakini oralara ait sanıyoruz. Oysa o genel bir kelimedir. Ancak bu âyeti Efendimiz (SAV)’e “sana ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn gelinceye kadar Allah’a kulluk et” diyor gibi anlamayalım. Böyle sananlar var, onun için söylüyorum. Yakîn kelimesini buralara bağlayıp, “sana yakîn gelinceye kadar kulluk et” âyetinden “ben şu nefs mertebesine geldim, âyet gereği artık bazı ibadetleri yapmama gerek yok, onlar benden düştü” yorumu çıkaranlar var. Bu çok yanlıştır. Efendimiz (SAV)’e karşı da edeben büyük yanlıştır. Ayet Efendimiz (SAV)’e “yakîn gelinceye kadar kulluğa devam et” dediğine göre, Efendimizde yakîn yok mu? Böyle yorumlarsanız hiç doğru olmaz! Son nefesine kadar imamlık yapmaya çalışan, ibadetini aksatmayan Efendimiz’e yakîn gelmemiş, öyle mi? Böyle yorumlanırsa çok yanlış olur. Bir de “kulluk yap” demek yalnızca “namaz kıl” demek değildir. Kulluk yapmak hayat tarzıdır. Yakîn gelinceye kadar bu hayat tarzına devam et denilmektir. “Benden kulluk kalktı” diye bir şey olabilir mi? Bu bir hayat tarzı, kalkmaz. O kalkarsa sen de kalkarsın, yani sen değişmiş olursun ki Allah da sana değişir. Kulluk bir hayat tarzıdır, yalnız namaza bağlanmaz. Öyleyse “sana yakîn gelinceye kadar” denilmesini anlamaya çalışalım. İnsanlara göre en gerçek ilmî şey nedir? Ölümdür. Her insan için, hele de inanmayan için ölümden daha gerçek bir şey yoktur. Onu yok olmak biliyordur, yok olacağını zannediyordur, o ayrı iş. Hakikati bilmeyen o kişi ölümü kesin bitiş sanar ama öleceğini kesin bilir. Bu âyette “yakîn” Efendimiz (SAV) için kesin bilme mânâsında ölümü anlatan bir tanımdır. Efendimiz (SAV)’e “Habibim” diyen Allahımız, ona “sana ölüm gelinceye kadar” dememiştir, ölüm kelimesini kullanmamıştır, ölümün bir ilmi yanını yakîn diye kullanmıştır. Evet, ölüm mânâsındadır ama Efendimiz (SAV) için büyük bir iltifatla yakîn kullanılmıştır. Öyleyse biz bu âyetten, yakîn yani ölüm gelinceye kadar hayat tarzına devam et öğüdünü alırız. Rasulullah için yakîn kullanıldığından, meâl yapılırken yakin yerine “ölüm” yazmak iyi olmaz, “yakîn” deyip belki parantez içinde “ölüm” yazılabilir. Allah “yakîn” kullanmış, meâlde de yakîn kullanmak edebli olur, meâli siz de yazsanız muhatabı Efendimiz (SAV)’dir, aynı kuralı devam ettirmek gerekir.
YUKARIDAN AŞAĞI BAKIŞ ÎMANLA,
AŞAĞIDAN YUKARI ÇIKIŞ AMELLE OLUR
Şimdi “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti”ye farklı bir pencereden ama aynı bahçeye mana ayırarak bakacağız. Mânâsını ayırırken tevhid/îman kısmına “yukarı”, kesret kısmına “aşağı” diyoruz. İki mânâ oluştu: Yukarı ve aşağı. Yukarı, idrakımızı temsil eder, orada Ahseni Takviym özellikteyiz. “Takviym” bilgi mânâsına da gelir. Ahseni takviymdeyiz; en güzel bilgideyiz, Allah’ı inkâr etmeyen şeksiz şüphesiz doğru bilgideyiz. Ahseni Takvim’deyiz idrakı Yukarı’dır. Aşağı ise şimdiki hâli anlatıyor, Esfele Sâfiliyn’desiniz, yani şimdi Aşağıda’sınız. Bu ayırımı bize bir âyet öğretiyor: Tâ-Hâ 123: “Rabbin dedi ki, ikiniz cem’an aşağı inin oradan, birbirinize düşmansınız.” Ayette bir yukarı bir de aşağı var. İdrakta yukarıdaydın, seni aşağı indirdi. Bunu ayırdık ki mana ayrıştırmayı da anlayabilelim. Bakara-38: “Dedik; inin oradan hepiniz, inin.”
Ne oldu da aşağı indin ve aşağı inince ne oldu? “İnin” dediğine göre bir aşağı var ve aşağı dediği yerde yaşıyorsunuz. Öyleyse şöyle bir tefekkür yapalım: Aşağıda yaşarken idrakınla, Rabbinin öğrettiği bilgilerle, öğrendiklerinle yukarıdan aşağı bak. Tevhid’den, “HÛ” dediğin yerden “Hakk” dediğin kesrete, insan dediğin noktaya kadar basamak basamak bak. Bunu yaparken önemli şey şudur: İdrakın yukarıda dururken, aşağıdan yukarı çık, bu bakışı geliştir. Bunu yapabiliriz. Çünkü idrak aslında yukarıda, o aslında Ahseni Takviym. Aslında aşağıda yukarı, yukarıda aşağı var, ikisi bir bütün. Ayrı ayrı aşağı ve yukarı yok, onu anlamak için ayırdık. Özetlersek: Bu mânâya ulaşmak için “Amenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” mânâsını yukarı aşağı diye ayırdık. Çünkü bir amel şekillendiriyoruz, değilse idrak zaten yukarıda. Öyle olmasa “Âmentü Billâhi” diyemeyiz. İşte oradan, o hakikatten insan noktasına bilgi olarak bakın. Siz aşağıdasınız, idrakınız yukarıda. Siz düşündüğü kadar gören insansınız, gördüğü kadar düşünen değil. Rabbiniz size HÛ noktasını düşünmeyi öğretti, düşündüğün kadar görebilirsiniz. Ama esfele sâfiliyn gördüğü kadar düşünür. HÛ noktasını düşünüyorsanız oradan bakabilirsiniz ama aşağıdasınız. Bedeniniz aşağıda. İdrakınız ise duymal yakîn bile olsa yukarıda. O idrakla basamak basamak ahseni takviym insandan esfele safiliyn insana kadar bakın. Baktığınız o istasyonlar size lazım. Bunu yaparken idrakınızı tevhidden ayırmadan aşağıdan yukarı çıkın, çünkü duymal yakîn idrakı ilmel yakîn, aynel yakîn ve inşaAllah Hakkal yakîn yapmanız gerekiyor. Sizin o idrakla yukarıdan aşağıya bakmanız Âmentü Billâhi’dir. İdrakınız yukarıda kalarak yani îmanınız bozulmadan aşağıdan yukarı çıkmanız ise Salih Amel’dir. Bunu yapabilirsiniz. Çünkü yukarı ve aşağı çakışık, onu biz ayırdık. Yukarıdan aşağı bakış idrakınızdır, yukarıdan aşağıya duyduğunuzla, öğrendiğinizle bakıyorsunuz. Bu sizde değişim yapmaz. Oysa size değişim lazım. Değişmeniz için bilgi lazım, bilgi elindeki adrestir, yol gösterir ama o bilgiyle değişemezsiniz. Kâğıdı elinizde tutarak adrese gidemezsiniz, o bir bilgi. Kâğıda bakıp yürümeniz lazım! Yukarıdan aşağıya bakan idrakınız. Siz şimdi aşağıdan yukarı çıkarak o idrakı bir kazanıma, kazanımın da değişime dönüşmesini sağlayacaksınız. Kendisiyle aşağı baktığınız idrakı kazanmak için aşağıdan yukarı çıkmalısınız, o zaman değişebilirsiniz. Bir idrakla, bir bilgiyle bakıyorsunuz ya, o bilgiyi, o idrakı bilmiyordunuz, Rabbiniz öğretti; o Âmentü Billâhi’dir. Onu hiç bozmayacak, insana kadar hep onunla bakacaksınız. İnsana Âmentü Billâhi ile bakacaksınız ama o Âmentü Billâhi’yi sûrete çevirmek gerekiyor, bunun için bir kazanım gerekiyor, kazanım ve değişim olmalı. Bu yüzden aşağıdan yukarı çıkmalı, o idrakın değişimini yapmalısınız. Bir başka deyişle: Yukarıdan aşağı bakış idrakı, aşağıdan yukarıya çıkış sürecinde bir sûrete dönüşmelidir. İdrak, bilgi sûrete dönüşmeli ki sizin olsun, o bilgiyi ilmî sûret yapmalısınız, Âmentü Billâhi bilgisi kazanım ve değişimle sizde sûrete çevrilmeli. Onun sûrete dönüşü ancak fiillerle mümkündür. Çünkü sûret fiillerin kompozisyonudur. Fiiller ise sûretlerin ürünüdür, fiil sûretten çıkar. Ama sûret fiillerle kompoze olur. Size âhirette lazım olan şey oraya uygun sûrettir, bu da amelle mümkündür. Dolayısıyla, yukarıdan aşağı bakış îmanla, aşağıdan yukarı çıkış amelle olur. Onun ismi Sâlih Amel’dir, yani yukarıdan aşağı bakarkenki bilgilere uygun ameldir. “Sâlih” uygun demektir, sâlih amel uygun ameldir. Aşağıdan yukarı çıkış madem ki ancak Âmentü Billâhi’ye uygun amelle olur, o zaman sâlih ameli tarif edelim ki uygulanabilir olsun.
AHİRETE GİDEN YOLDA DEĞİŞİM,
NUR VE NAR SÛRETLER ÜZERİNE OLUR
“Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır” düsturuna uymayan, bu düsturu bozmaya çalışan ne tür heva, heves, arzu, istek, duygu, düşünce, fikir, inanış, örf, adet, fiil, davranış varsa hepsinden kurtulma çalışmaları, sebep olan nesnel şeyleri terk, yani ön infaklar, hepsi sâlih amel kapsamına girer. Hz. Ömer radıyallahu anh Efendimiz bunu böyle uygularken bu düsturu bozmaya çalışan şeylerle karşılaştıkça “o bozuyor, şu bozuyor, bu bozuyor” deyip onları terk ediyor, hepsini Allah için infak ediyor ve diyor ki; Hakk Ömer’e dost bırakmadı. Çünkü bu yolda aşağıdan yukarıya çıkışta dost zannettiklerinin hepsi engelleyicidir. Bunu görüp onları terk ettikçe “Hakk Ömer’e dost bırakmadı” diyor. Bu düstura uygun sûret değişimini yaşayan kişi, yani sûreti değişen kişi eski ve yeni sûretini kıyasladığında değişimi çok belirgin bilir, görür. Bu fiziksel yapıda sûretinin değiştiğini basamak basamak kendisindeki sûretlerle kıyaslayarak bilir, oluşturduğu sûretleri çok net görür. Bahsettiğimiz sûreti insanın fiziksel görünümü ile sınırlamayın. Fiziksel görünüm sûret tanımlarından yalnızca birisidir ve insandaki toprak kaynaklı sûrettir, kaynağı topraktır. Bizim bahsettiğimiz sûretlerin kaynağı toprak değildir, nurdur. Bu kapsamda karşımıza iki suret çıkar; nur suret, nar suret, Allahım bizi nar suretten muhafaza ediver. İşte ahirete giden yolda değişim bu nur ve nar sûretler üzerine olur.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti