Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 29

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 20 Temmuz 2018 Cuma 14:00:42
 

“ELHAMDÜLİLLAH” DEMEKLE
NELERİ SÖYLEMİŞ OLURUZ?
Neml-93: “De ki: Elhamdülillah. O size ayetlerini gösterecek, siz de onları (azabını tadarak) tanıyacaksınız. Senin Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.”
O gün geldiğinde o merak ettiğiniz delilleri göreceksiniz ama azabını tadarak! O günün ne olduğunu, o delilleri ve azabı yaşayarak göreceksiniz. Şimdi söylediklerinizden ve yaptıklarınızdan Rabbim gafil değildir. Ayetin başındaki “De ki; Elhamdülillah” vurgusunu konumuz için pekiştirelim. Fatiha’nın ayetlerinden olması nedeniyle bir konumuz zaten Elhamdülillahi Rabbil Âlemiyn. Bu ayet de öyle başlıyor: De ki; Elhamdülillah… İnkârcıları uyaran bir ayet neden böyle başlıyor acaba? İnkârcılar ayeti okumaz, okusa da anlamaz ama ayet “de ki; Elhamdülillah” ile başlıyor, sonra da “görmek istediğiniz delilleri göreceksiniz, öyle göreceksiniz ki ızdırabını çekerek!” diyor. Ayetin ilk kısmı bizim için, devamı inkârcılar içindir. “Elhamdülillah” ifadesi onlara tesir etmez, tesir etse zaten kurtulurlar. Ayetlerde görmüştük, onlar uydurdukları varlığa “Allah” diyorlar, Allah ise onların “Allah” deyişini kabul etmiyor. Efendimiz (SAV)’e ve ona tabi olanlara Rabbi “Sen Elhamdülillah de” demişti. Bu ayette de aynı: Elhamdülillah deyin! Bu öneriye uyup da “Elhamdülillah” demekle neleri söylemiş oluruz biliyor musunuz? “Elhamdülillah” demekle; “Mülk Allah’ındır, Güç Allah’ındır, Hüküm Allah’ındır ve Allah’ı ancak kendisi değerlendirebilir. Takdir de, takdir etmek de O’na aittir” demiş olursunuz. HAMD kelimesi öyle çok ve öyle önemli manalar içerir ki…
HAMD OLSUN” CÜMLESİ UYGUN BİR
İFADE DEĞİL. “ELHAMDÜLİLLAH” DENİLMELİ
Fatiha’ya giriş yazılarımızda paylaştığımız bir farkındalık vardı, onu bir kez daha hatırlatalım ki dilimizden silinsin: “Hamd olsun” cümlesi uygun bir ifade değildir, bu ifade uydurulmuş bir ifadedir, bu yüzden “hamd olsun” denilmemelidir. Kur’an’da bu manada bir ifade yoktur, Arapçayı kullanan ülkelerde “hamd olsun” manasında bir tabir yoktur! Bir insana “geçmiş olsun” der gibi bir ifadenin Allah için bir hiç mânâsı yoktur. “Elhamdülillah” Türkçe söylenecekse “Hamd Allah’a aittir, Hamd Allah içindir” denebilir. Çünkü Hamd birisine ait değildir. Yani bize deniliyor ki; Hamd ile ilgili muamele, Hamd ile ilgili yapılacak şey ne ise, o sizin yapabileceğiniz bir şey değildir; o Allah’a aittir! Peki, hamd nedir? Tek kelimeyle tanımlayacak olursak Hamd takdirdir; birisi Allah’ı takdir edemez. Normal yaşantıda buna çok dikkat etmeliyiz. Bir manzara çok hoşunuza gitti, “Allah ne güzel yaratmış” dediniz, fark etmeden Allah’ı takdir etmiş oldunuz. Allah’ı takdir etmek ne haddimize! Takdir etmek için yukarıda olmak lazım. “Ne güzel yapmışsın, ne harika yaratmışsın” demekle Allah’a bir nevi aferin diyorsunuz. Ne haddimize! Bu hataya düşmemek için, bu yüzden elhamdülillah, mâşâAllah diyoruz. Bunları kullanmakla; “güzel bir şey gördüm ama onu takdir edemem, işin takdiri Allah’ındır, bu işi O anlar. O kendisini kendisi bilir” demiş oluyoruz. Bu mânâları dikkatle süzersek aslında demiş oluyoruz ki; mülk Allah’ındır, güç Allah’ındır, hüküm Allah’ındır, Allah’ı ancak kendisi değerlendirebilir. Takdir de, takdir etmek de O’nundur! Hal böyle olunca, bütün işlerimizde buna dikkat etmek güzel olur. Çünkü bu yaklaşım aynı zamanda Kader anlayışını gösterir, Kader’in temelini, mantığını oluşturur. Siz “Elhamdülillah” demekle farkında olun olmayın, “Bismillah, Âmentü Billâh, Amentü Bil Kaderi ve Eslemtü Vechiye Lillah, Eslemtü li Rabbil Âlemiyn” demiş oluyorsunuz: “Ben idrakımı, her şeyimi Hamd kendisine ait olan Allah’a teslim ettim” diyorsunuz; “Vechini âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim et, Allah’a teslim ol” önerisini yerine getiriyorsunuz. Bir “Elhamdülillah” demekle böyle ulvi duyguları, ulvi sığınışları söylemiş oluyoruz. Söylemekle başladığımız bu yolu ikana götürmek, bunların ne olduğunu bilerek ve gereğini yaşayarak ilerlemek görevimizdir. Bu amaçla o güne dönüyoruz, ayetler kıyametin alametlerini anlatıyor:
SEMAYI BİR DUHAN,
YANİ DUMAN KAPLAYACAK
“Sema’nın apaçık bir duhan (duman) olarak geleceği günü gözetleyip bekle. (O duman) insanları kaplar/bürür; bu eliym bir azabtır. “Rabbimiz, azabı bizden keşfet/aç, doğrusu biz mü’minleriz” (der insanlar). Artık onlar nerede, düşünüp ibret/öğüt almak nerede? Halbuki, onlara apaçık bir Rasûl de gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “mecnun bir muallem’dir” dediler. Muhakkak ki, biz, o azabı (az bir zaman, birazcık) keşfedeceğiz (açıp kaldıracağız). (Fakat) muhakkak ki; siz eski halinize geri dönenlersiniz.” (Duhan; 10-15)
Kıyametin alametlerinden birisi bu: Semayı bir duman kaplayacak. Bu duman dünyayı saracak, insanlara büyük bir azab verecek. O zaman insanlar “mühlet”in bittiğini, “tercih”inin kalktığını hissedip Rablerine yönelip; “Rabbimiz! Azabı bizden kaldır” diye dua edecek. Rabbimiz buyuruyor ki; bu dumanı biraz kaldıracağız, hemen eski yanlış hallerine dönecekler! Öyle bir yapıları var ki yakarıyor olmasına rağmen ibret almıyor! Öyle yapılardan Allah’a sığınırız; Allahım, bizi böyle yapılardan muhafaza buyur Ya Rabbi.
“YE’CÜC VE ME’CÜC” NEDİR?
BÖYLE VARLIKLAR VAR AMA
NASIL VARLIKLAR OLDUĞU BİLİNMEZ
Ayetlerde geçen bir diğer kıyamet alameti “Ye’cüc ve Me’cüc”dür. Ne olduğu çok belli olmadığı, bilinmediği için Ye’cüc ve Me’cüc çok tartışılan bir konudur. Yöntemimiz gereği o tür yorumlara çok yer vermiyoruz. Çünkü biz yalnızca ayet ve hadislerle ilerlemek istiyoruz.
“(Zül’karneyn) dedi: Bu Rabbim’den bir rahmettir. Dolayısıyla Rabbimin va’di gelince onu yerle bir eder. Ve Rabbimin va’di Hakk’dır. O gün onları terk ederiz, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur’a da üflenmiştir; artık hepsini cem’ etmişizdir.” (Kehf; 98, 99)
“Nihayet Ye’cüc ve Me’cüc fetholunduğu (açıldığı) vakit, onlar her hadebden (yüksekçe yerden) hızla inerler.” (Enbiya-96)
Kehf Sûresi’nden ve oraya bakılarak yapılan yorumlardan anlıyoruz ki Ye’cüc ve Me’cüc bir kavmin ismidir. Hangi kavimdir diye yorumlar yapılmıştır ama öyle olmadığı görülmüştür. Ayetten anlıyoruz ki Ye’cüc ve Me’cüc kavmini Zül’karneyn hapsetti. Bu kavmin derdini çeken bir topluluk Zül’karneyn’den yardım istemişlerdi. O bir set oluşturarak onları bu kavmin saldırılarından koruyucu bir tedbir almıştı. Hal sahibi bir kişiye Ye’cüc ve Me’cüc soruluyor, o da diyor ki: “Onlar kutuptaki buzulların altındadır. O buzullar gün gelecek eriyecek ve altında hapsolmuş olan yapıları canlanıp çıkacak.” Böyle bir yorum yapıyor, verdiği bu cevabı eserinde okudum. Bu konudaki yorumlardan birisi de şöyledir; Ye’cüc ve Me’cüc kabirler açıldığında kabirlerden çıkanlardır. Ancak, kabirlerin açılması ikinci surdan sonradır, bu durumda Ye’cüc ve Me’cüc kıyamet alameti olamaz. İkinci Sur hesap gününün habercisidir, onunla birlikte hesap günü başlıyor. Sonuç olarak “Ye’cüc ve Me’cüc” hakkında söyleyeceğimiz şudur; böyle varlıklar var ama nasıl varlıklar olduğu bilinmez, çünkü hadislerde kesin olarak tarif edilmemiştir, yalnızca isimleri ve varlıkları bildirilmiştir.
KIYAMETE YAKIN DABBET’ÜL ARZ ÇIKACAK VE AYETLERLE İLGİLİ YETERLİ GAYRETİN GÖSTERİLMEDİĞİNİ, YAPILANIN İMANI
KURTARMAYACAĞINI, SALİH AMELE DÖNÜŞMEYECEĞİNİ ANLATACAK
“Dabbet’ül Arz” da bir kıyamet alametidir ve o da tam tarif edilmemiştir. Bu yüzden onun da nasıl bir varlık olduğu bilinmiyor. Bilinen şu ki; böyle bir varlık var.
“O kavl onlara vaki olduğunda onlar için arzdan bir dabbe çıkarırız ki; (o dabbe) onlara, insanların ayetlerimize ikan etmiyor olduklarını konuşur (söyler).” (Neml-82)
Artık kıyamet çok yakın! Ve bir varlıktan daha söz ediliyor: Dabbet’ül Arz. “Dabbe” genellikle hareketli varlığa verilen bir isimdir. Dabbet’ül Arz yerden çıkacak bir varlık mânâsına gelebileceği gibi, arz “dünya” demek olduğu için, dünyada böyle bir varlık çıkacak mânâsına da olabilir. Dünyada öyle bir varlık, öyle birisi, öyle bir şey olacak ve o kıyamete çok yakın çıkacak, insanlara “ayetlerimize ikan etmiyor olduklarını” söyleyecek, bunu konuşacak! Fakat bu “konuşma” çok özel bir konuşma ki ayette “konuşacak” diye vurgulanmış! Konuşma zaten vaazlarda sürekli yapılıyor. “Allah’ın ayetleri ile yeterince ilgilenmiyoruz, ikan oluşmuyor” gibi cümleler zaten hep konuşuluyor. Demek ki ayette geçen “konuşur” ifadesi, bu konuşmanın çok özel olduğunu gösteriyor. Nasıl? Mesela bu Dabbe’nin konuşuyor olması bizi şaşırtacak olabilir; o güne kadar konuşmayan bir varlığın konuşmuş olması bizi şaşırtacak, insanlara mucize gibi gelecek olabilir. Dabbet’ül Arz konuştuğu zaman, onun konuşuyor olması şaşırtacak, korkutacak ve sözleri de tesir edecek gibi bir mânâ da çıkmaktadır. Ve o size konuşurken “ikan etmediğinizi” anlatacak, “iman etmediğinizi” değil! Dabbet’ül Arz kıyametin çok yakın alametlerinden olduğuna göre, demek ki o dönemde çok zayıf bir iman var. Zayıf bir iman, ikana dönüştürülmeyen bir iman var! İmanı ikana dönüştürmek, duyduğunu inceleyip ondan gerekli dersleri çıkarıp ona göre tedbir almaktır, yani iman ettiğimiz şeyi gözle görüyor gibi sahiplenmektir. Demek ki kıyamete yakın bir varlık çıkacak ve ayetlerle ilgili yeterli gayretin gösterilmediğini, yapılanın imanı kurtarmayacağını, salih amele dönüşmeyeceğini anlatacak.
HAZRETİ İSA ALEYHİSSELAM EFENDİMİZ
KIYAMETİN BİR HABERCİSİDİR
Kur’an’da görülen bir diğer kıyamet alameti Hazreti İsa aleyhisselam Efendimiz ile ilgilidir. “Şüphesiz ki O (İsa), kıyametin (ne zaman kopacağının) bilgisidir. Ondan hiç şüphe etmeyin ve bana uyun; çünkü bu sırât-ı müstakıym’dir.” (Zuhruf-61)
Ayet çok net söylüyor: Hazreti İsa aleyhisselam Efendimiz kıyametin kopacağı gün belirdiğinde kıyamet için bir alamet olarak bilgidir, bir habercidir, kıyametin bir habercisidir.
“Allah şöyle buyurmuştu: Ya İsa, seni ben vefat ettireceğim, seni kendime ref’ edeceğim, seni bilfiil kâfir olanlardan tertemiz edeceğim ve sana tabi olanları kıyamete kadar kâfir olanların fevkinde kılacağım. Sonra dönüşünüz banadır; ihtilafa düştüğünüz hususlarda aranızda ben hüküm vereceğim.” (Al-u İmran; 55)
Özellikle İsa aleyhisselam efendimize bütün kitap ehlinin tabi olacağı, tabi olanların kâfirlerin fevkinde değer bulacakları bildiriliyor. Kitap ehli olduğumuz için bu bilgi Muhammedi olanları da kapsar. Gelecekte olacak bu iş kıyamete yönelik olduğu için kıyamet alameti olarak görülmektedir.
“Allah Rasûlü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük” demeleri yüzünden (onları lanetledik). Halbuki, onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat öldürdükleri onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı tam kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah, Aziyzen Hakiym’dir. Ehl-i Kitap’tan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o, onlara şahit olacaktır.” (Nisa; 157-159)
PEŞPEŞE FELAKETLER, ARD ARDA
 HELAK OLUŞLAR YAŞANACAK VE BUNLAR
KIYAMETİN ALAMETLERİ OLACAK
Ayetler kıyamete yakın Hz. İsa aleyhisselam efendimizle ilgili bir yaşantı olacağını öğretti. Yine ayetlerde bize güneşin Batı’dan doğmasının da bir alamet olacağı öğretilir:
“(Onlar iman etmek için) illa kendilerine melaikenin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinin bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayr kazanmamış nefse, bu imanı hiçbir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, biz de beklemekteyiz.” (En’am-158)
Efendimiz (SAV) ayette bahsedilen halin kıyamet günü için olduğunu açıklamıştır: “Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batıdan doğduğu zaman tüm insanlar iman edecek, fakat daha evvel iman etmiş veya imanında bir hayr kazanmış olmayan kimseye o gün imanı fayda vermez.” (Hadis)
Bu hadisin çok çeşitli şekillerde yorumları ile karşılaşabilirsiniz. “Güneşin batıdan doğması” için mecazdır diyenler bile olmuştur. Güneşin batıdan doğması mecaz değildir. Güneş batıdan nasıl doğar, bunu güneşin kıyametteki halini ayetlerle görürken anlayacağız. Kıyamette gök cisimlerinin konumları değişecek, dünya olduğu yerde olmayacak, güneş de bu şekilde olmayacaktır. Dünyanın bulunduğu konum her zamanki konumuyla aynı olmayacağı için doğuş da aynı olmayacaktır; dünyanın fırlayıp gittiği yeni konumuna göre güneş sanki batıdan doğuyor gibi gözükecektir. İşte o kıyamet haline ilişkin dikkat çeken bir ayet:
“Hiçbir karye (şehir, ülke) yoktur ki; kıyamet gününden önce biz onun helak edicileri yahut da şiddetli bir azab ile azab edicileri olmayalım. İşte bu, Kitap’ta satır satır yazılmıştır.” (İsra-58)
Bir hal başlayacak; peş peşe felaketler, ard arda helak oluşlar yaşanacak ve bunlar kıyametin alametleri olacak. Ayet “öyle ki, felaket görmemiş, helak olmamış şehir kalmayacak” diyor. Kıyamete yakın görülecek alametleri ayetlerden ders yaptık. Alametlerle verilen haber gerçekleşecek, kıyamet kopacaktır. Zihnimizde kalması açısından kıyamet sürecini bir şema gibi de ayetlerden göstereceğiz. Eğer zihinde işin bir şeması olursa o zaman ayetleri yerlerine daha kolay yerleştirebiliriz. Biz de kıyamet halinin, kıyamet vaktinin manzarasını, akış şemasını oluşturacağız inşaAllah. Bu süreçte neler var, bunu ayetlerle tefekkür edeceğiz.
Bugünümüz, Cuma’mız hayırlara vesile oluverir inşaAllah…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER