Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 39

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Ağustos 2018 Çarşamba 13:23:26
 

İnsan nefs mertebesinin hangi noktasında olursa olsun “BEN” der, Allah’a dua ederken de “BEN” deriz. Ama “BEN” gerçeği bilinmezse, yanlış anlatımlar yüzünden “BEN” demekten çekinilir. Burada bir ironi var, bakın: Kişi “BEN” deyişini bir arkadaşına anlatırken; “bu BEN deyiş bana ait değil” diyebilir, onu inandırabilir, iknâ da edebilir. Bu cümleyi Allah’a söyleyin bakalım! O zaman iki Allah var gibi olur. Allah’a “benim BEN deyişim Allahın BEN deyişidir” diyebilir misiniz? İki tane söyleyen olur. Peki, “BEN”i nasıl söyleriz? Onu dile getiren, bir “var görünen” olarak Allah’ın izniyle “BEN” demektedir, ona “BEN” deme yetkisi verilmiştir. O yetkiyle “BEN” deriz. Yanlış olan, “BEN” etiketini alıp onu “müstakilen VAR ve muhtar” hale yapıştırmaktır, müstakillik ilan etmektir. Ki tek şirk budur. Yalnızca bir şirk var: “BEN” kelimesini “müstakilen VAR ve muhtar” bir düşünceye, bir yaşantıya, bir iddiaya yapıştırmak. Böyle “BEN” diyen kişi Allah’a ortak oluşturmuş olur.  
“Ben teslimim” ifadesi İnsan-29 âyeti gereğidir. “Biz teslimiz” hali ise İnsan-30 âyeti gereğidir. İnsan-29 ayetini (“dileyen Rabbine erdiren bir yol tutar”) duyunca “ben teslimim” dedik. Bu “BEN” deyişimizle “müstakilen VAR ve muhtar” bir varlık iddiasında bulunmayalım diye hemen İnsan-30 uyarıyor: “Dileyen Allah’tır. Sizin dilemeniz ‘dile’ emrimledir. Size dileme emri ve yetkisi verdim. Benim dilememle diliyorsunuz” Bu meâl başlangıç içindir, bu meâl ileri bir nefs mertebesi için değildir. Buradan başlanırsa ileride bulacağımız cümleler farklı olur. Mânâları değil, yazılışları, söylenişleri farklı olur. Başlama çizgisinde “BEN” derken Allah’ın verdiği yetki ve izinle Allah adına “BEN” deriz, Allah’ın “BEN” demesiyle “BEN” deriz. Dolayısıyla İnsan-30 uyarır: Dileyen ancak Allah’tır. Anlaşılmayı artırmak için şöyle de söyleyelim: Başka dileyen ve başka dilemek yoktur. “Başka” kelimesi algımızı yanlış yönlendirebilir, bu yüzden kullanırken korkuyoruz. O ancak dûniHİ algı çok iyi anlaşıldığı zaman rahat kullanılabilir. İdrakımız dûniHİ algıdan kurtulmamışsa “başka” kelimesi idrakı “dûniHİ” koltuğuna oturtur, “başka dileyen yok” cümlesini, var ama dilemeleri kabul edilmiyor gibi anlar. Oysa Allah’ın dilemesi dışında bir dileme olayı yok. İnsan-29 gereği dilememiz Allah’ın dileme örtüsü içerisindedir. Allah’ın dileme örtüsü dışında bir şey yok. Dışı yok.
“BEN” ve “BİZ”İ anlamaya çalışıyoruz. İnsan-30’daki uyarıyı fark edip “teslimiz” derken kullandığımız “biz” Kur’ân diliyle “BİZ”dir. İnsan-29 gereği “ben teslimim” derken de zaten Kur’ân diliyle “BEN” diyoruz. Yani “BEN” dememizle, Allah’ın “sizi BEN yarattım” veya Hz. Mûsa aleyhisselam’a “BEN Benim” deyişindeki “ben” aynı “BEN”dir; Allah’ın o yetkiden yetki vererek kullandırdığıdır, farklı bir “BEN” değildir. Dolayısıyla, “ben” dememiz de Kur’ân’ın “BEN” demesinin aynısıdır. Böylece zâhiri mânâda bir tık ileri geçmiş olduk. Ancak bu mânâ ne zaman böyle anlaşılır? DûniHİ algı kalkmışsa! “Allah’tan başka müstakilen VAR ve muhtar yoktur, Allah’ın dûnu yoktur” idrakı anlaşıldığı zaman “biz” demenin çoğul olmadığı görülür. “Biz” derken cemaat olarak zâhiren bir çokluk vardı, önce ona “biz” dedik. Mânâda ileri gidince gördük ki biz derken aslında Kur’ân’daki “BİZ”i söylüyoruz. DûniHİ algı kalktığı zaman “BİZ” derken anlarız ki öyle bir çokluk yoktur. Çokluk “müstakilen var olanlar” demektir, müstakilen var olanlar çokluk yapar. Tek “müstakilen VAR ve muhtar” vardır: Allah! Tüm yaratılanlar O’nun ilminde! Başka müstakilen VAR ve muhtar YOK. Öyleyse çoğul da olamaz, yani “biz” de tekildir, tektir. Bu idrakla bakan, Allah’ın lûtfuyla Kur’ân’daki anlamıyla “BİZ”i anlamış olur. “Sadece sana kulluk ederiz, sadece senden yardım dileriz” derken de, günlük yaşantıda “biz” derken de, Allah onu bize bir lûtuf ve hediye olarak Kur’ân’da kullandığı “BİZ” mânâsıyla kullandırıyor.
Bir benzetme yapalım ama mânâyı alıp örneği silelim. Henüz çok küçük bir yavru düşünün. Babası evde oynasın diye ona bir araba almış, “ğınn ğınn” diyerek evde sürüyor. Onunla oynarken bir yandan da babasının arabasını sürmek istediği için, babası onu bir gün kucağında direksiyona oturttu diyelim. İşte biz de öyleyiz; Allah’ın Kur’ân’da “biz” demesinden hediye olarak “biz” deriz. Normal hayattaki “biz”, çocuğun arabasıyla “ğınn ğınn” yapması gibi oyuncak “biz”dir. Çeşitli çoklukları görür, onları yan yana getir “biz” deriz. Veya tek durur “ben” deriz. Bunlar dünya evindeki oyuncaklarımız. O “ben” veya “biz” deyiş aslında bize hediye, o “biz” çoğul değil. “BİZ” dememiz de, Allah’a yönelirken “BEN” dememiz de Allah’ın lûtfu ve emriyledir, izin verdiği içindir. Aksi halde Allah’a karşı “BEN” demek ne haddimize! Ama izin verdi. Yani o “BEN” deyiş, bizim birbirimize “BEN” dememiz gibi değildir. “BİZ” deyişimiz de öyle.
Kur’ân’daki “BİZ” tevhid dilinin kesret âlemindeki “BEN” demesidir. Allah’ın tevhid dilinde “BEN” demesiyle, kesret dilinde “BİZ” demesi aynıdır, ikincisi çokluk değildir. Biz normal hayatta “biz” derken çokluk düşündüğümüz için âyetlere mânâ verirken de çokluk var sanıyoruz. Bu yüzden, tefsirlerde yorum yapılırken, “biz” ifadesini çokluk olarak anlatabilmek için bir sürü müstakil varlık uyduruluyor. “Allah işlerini yaparken birçok şey kullanır gibi” çokluklar anlatılıyor. DûniHİ algıdan sıyrılamamış idrakın anlatımı! Oysa biz, Allah’ın kullandığı “BİZ” tâbirini lûtfu ve izniyle, Halifetullah dediğine (yani bize) verdiği hediye olarak kullanırız. Ki o tevhid dilindeki “BEN”in kesret âlemindeki karşılığıdır, aynı mânâdır. “İyyâKE na’budu VE iyyâKE nesta’iyn” derken biiznillah söylediğimiz “BİZ” kelimesinin, Kur’an’daki “BİZ” ifadelerinin mânâsını paylaşmaya çalıştık. Başlangıç için yeterli olan bu mânâları yakalarsak inşaAllah açılımları olabilir, idrâkımız buradan ilerler inşâAllah.
Şimdi bizi Allah’a kulluk etmeye davet eden âyetlerle devam edelim.
“Bana kulluk edin, Sırât-ı Müstakıym budur.” (Ya-Siyn; 61)
Bu âyetteki hitâbı inşâAllah duymayız. Nerede? Ahirette! Çünkü bu hitap hesap günüdür. Bu işin farkında olmayanlara, duyup da inkâr edenlere, yalanlayanlara, zıddını yapanlara, alay edenlere o gün söylenecektir: Dünyadayken size “şeytan apaçık düşmanınızdır, ona tâbi olmayın” demedim mi? Bana kulluk edin, sırât-ı müstakıym budur demedim mi?” Biz bu hitabı imanımız gereği burada duyup öğreniyoruz. Bu yüzden inşâAllah öyle bir hesap bize sorulmaz ve inşâAllah öğrendiğini uygulayanlardan oluruz, inşâAllah Rabbimin razı olduğu kullardan oluveririz.
Ya-Siyn 61’de “Bana kulluk edin” deniyor olması şu yönüyle de dikkat çekicidir: Sanki alternatif varmış gibi. Biliyoruz ki yalnızca Allah’a kulluk edilir! Ama “Bana kulluk edin” ifadesinde en az iki seçenek, en az iki kulluk tanımı var değil mi? Hadisleri ve âyetleri anlayabilmek için kesret dilini ve tevhid dilini fark etmek lazım. Bu iki dili yeri geldikçe hep hatırlatacağız. Kur’ân’da ve hadislerde bize ne denildiğini kavramamız için, bize olan öğüdü anlayabilmemiz için ve amel çıkarabilmemiz için kesret dili kullanılır. Bu tevhid dilinin kesret diline dönüştüğü bir anlatımdır. Bu iki dil, bu iki anlatım fark edilmezse, karıştırılırsa “öyle mi yoksa böyle mi?” gibi bir karmaşa yaşanır ve kişi yanlışlara dalar. O iki dili fark edip “burada şu dille anlatım var” diyeceğiz, demeliyiz.
“Bana kulluk edin” denince anlıyoruz ki gerçekten alternatif var. Âyet zaten alternatif olduğu için uyarıyor, “farklı kulluklar var, dikkat edin” diyor. Kulluk etmek, yaşanan hayat tarzının ismidir. Diyor ki: Dünyada yaşarken karşınıza birçok hayat tarzı çıkacak, siz bana kulluk edin, önerdiğim şekilde yaşayın, kendi kafanıza göre hayat tarzları uydurmayın, bir felsefenin, bir düşüncenin uydurduğu, geliştirdiği hayat tarzlarına tâbi olmayın, bana tâbi olun. Allah’a nasıl tâbi olunur? Kulluk ederek! Hayat tarzımız Allah’ın önerdiği şekilde olursa O’na kulluk etmiş, O’na tâbi olmuş oluruz. Âyetten öğreniyoruz ki bu sırât-ı müstakıymdir, doğru yoldur. Fâtiha okurken “bizi sırât-ı müstakıymine ulaştır” da diyoruz. Rabbimiz diyor ki: Söylediğim gibi yaşarsanız sırât-ı müstakıyme girmiş olursunuz. Öyleyse soruyorum; Fâtiha’yı okuyan gerçekten sırât-ı müstakıyme tâlip mi? Eğer talip isek Rabbimiz buyuruyor: Başka hayat tarzlarını sevip benimsemeyin, reklâm etmeyin. Önerdiğim hayat tarzıyla meşgul olun, bana kulluk edin. Çünkü:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat-56) Bu ayette neden kesret dili var? Bir amel yapabilelim diye, yapabileceğimiz bir iş çıkarabilelim diye. Aksi halde, yanlış bir kafa buradan şu mânâyı çıkarır ki kafa yanlış olduğu için mânâ da yanlıştır: Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım ama yapmıyorlar. Şöyle düşünün, yavrunuza para verdiniz, ekmek alıp gelmesini istediniz. Ama gidip gofret almış. Ona “ben sana parayı ekmek al diye verdim, niye sözümü tutmadın?” dersiniz. Yanlış kafa bu ayeti de böyle anlar: “Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım ama dediğimi yapmıyorlar, bana kulluk etmiyorlar” mânâsını çıkarabilir. Hâşâ! Bu mânâ işi bilmemek ve işe ters bakmakla ilgilidir, kesret ve ulûhiyet dillerini bilmemekle ilgilidir. Öyle düşünüp de Allah’ın emrine karşı çıkanlar da var sanmayın.
Olay şöyle: Bir hayat tarzı, bir yaşantı var ki o yaşantıdaki inanış ve davranışlardan Allah hoşnut, Allah onlardan razı. Allah’ın hoşnut ve razı olduğu bu hayat tarzı sırât-ı müstakıymdir. “Bana kulluk yapın” demesi budur, Allah’a kulluk etmek budur. Aksi halde, Allah’ın emri dışında yaşayabilecek bir yaratılmış olamaz. Dışı yok ki! Bu tevhid dilidir. Allah’ın razı olmadığı bir hayat yaşayan da Allah’ın emrini yerine getiriyor. Bunu ileride âyetlerle göreceğiz. Tevhid diliyle ifade edersek, her türlü hayat tarzı Allah’ın emridir. Ama kesret âlemine geldiniz, kendinize bir davranış biçimi seçeceksiniz, kesrete ait dili değil de hala tevhid dilini kullanmaya devam ederseniz bir amel çıkaramazsınız, saparsınız, “Kim nasıl yaşıyorsa Allah’ın emriyse ben de böyle yaşıyorum. O dilemeseydi böyle yaşamazdım” sonucuna varır, bu sonuçla da cehenneme gidersiniz. Dışarıda böyle diyenler var, göreceğiz. Âyetler onlara “saçmalamayın, bu konuda hiç bir ilminiz yok” diyor. Eğer bir kişi hayatı, hele de tasavvufu bu yanlış bakış açısı üzerine bina ediyorsa, öyle anlıyor ve anlatıyorsa, âyet ona “saçmalama” diyor; “konu hakkında hiç bir ilmin yok, saçmalıyorsun!” Âyetler çok açık.
Bir davranış biçimi oluşturmak, bir amel çıkarmak için hadis ve âyetlerdeki kesret dilinden yararlanırız. Allah’a yönelişimizde ise tevhid dilinden yararlanırız. Tevhid dili yönelmek içindir, oradan amel çıkarmaya çalışan sapkın fırkalara düşer. Allahım, bizi muhafaza buyuruver.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER