Bir keresinde Hz. Ali’nin baldırına ok saplanmıştı. Çok acı veriyordu. Çıkarmak için çok uğraşılmış fakat çıkarılamamıştı. Hz. Ali’nin namaza durması ve okun namaz kılarken çıkarılmasına karar verildi. Nafile namaz kılmaya başlayan Hz. Ali secdeye varınca, oku kuvvetlice çekip çıkardılar. Namazı bitince Hz. Ali etrafına dikkatlice bakarak, oku çıkardınız mı? Diye sordu. Oradakiler; çoktan çıkardık dediler.
Hz. Ebu Bekir, namazı huşû ve kalp huzuru ile kılardı. Öyle ki namazda cansız bir direk gibi dururdu.
Mücahid, Hazreti Ebu Bekir ve Abdullah bin Zübeyr’in namaz kılışlarını şöyle anlatır:
“Onlar namaz kılarken sanki bir direk gibi cansız dururlardı.”
Misver b. Mahreme diyor ki:
Ömer bin Hattab hançerlendikten sonra yanına geldim. Oradakilere:
“Durumu nasıl” dedim.
“Gördüğün gibi” dediler.
“Namazı hatırlatarak O’nu uyandırın namazdan daha önemli dahi olsa, başka bir şeyi hatırlatarak O’nu uyandıramazsınız” dedim.
“Ey Müminlerin Emiri! Namaz vakti geldi” dediler.
— Hâ! Pekiyi kalkayım” dedi. Yarasından kan aka aka namazını kıldı. (Taberani, Hayatü’s sahabe)
Hz. Osman, bir suikast sonucu hançerle yaralandıktan sonra, sürekli kan kaybetmeye başladı. Komaya girdi. Bu durumda dahi namaz vakti geldiği söylenince, kendine gelmiş, namazını kılmış ve namazdan sonra şöyle demiştir:
“Namazı terk edenin İslâm’da yeri yoktur.”
Hz. Ali’nin namaz vakti gelince, vücudu titremeye başlar ve yüzü sararırdı. Sebebini soranlara şöyle derdi:
“Yerle göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti yerine getirme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yerine getirebilecek miyim, yapamayacak mıyım bilemiyorum.”
Sâbit (r.a) diyor ki:
“Zübeyr oğlu Abdullah namaz kılarken, sanki ayakta dikili bir ağaç gibi dururdu. Kendini namaza öyle verirdi.”
Başka birisi şöyle diyor:
“İbn-i Zübeyir secdeyi öyle uzun ve hareketsiz yapardı ki, kuşlar gelir, omzuna konardı. Bazen de öyle rükû ederdi ki, bütün gece rükû ile geçerdi. Bazen de secdeyi uzatır, bütün geceyi secde ile geçirirdi.”