Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“İLLA ALLAH” HALİ VE TEK YOL: SALÂT

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 23 Kasım 2017 Perşembe 13:44:09
 

– 34 –
Ölümle birlikte yeni bir isimlendirme ve bir genel muamele başlar, tanrılığını ilan etmiş olanlara TANRI MUAMELESİ yapılır. Onlara ölümle birlikte yapılan bu muamele cehennemdir. Cehennem o muamelenin adıdır. Yaşarken “ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” tespitini yapanların da tabi tutulduğu bir muamele, bir isimlendirme var, o halin ismi de Hakk’tır. “Ene-l Hakk” deyişi şimdi anlaşıldı mı? “Ene-l Hakk” demek şimdi bu bakışla kolay değil mi? “Biz suretleri, yarattıklarımızı Hakk üzere, Hakk olarak yarattık” diyen ayetler o kadar çoktur ki. “Hakk” denilen işte o yaratılandır. Hakk olarak yaratılmış olan, Allah’ın düşündüğü surettir. O suretlerin âlemine EF’AL ÂLEMİ (fiiller âlemi) diyoruz. Ef’al âlemi tümüyle Allah’ın düşüncesinin suretidir, O’nun düşündüğü surettir. Bunu fark eder de yaratılan surete bu idrakla “BEN” dersen ve o suretin hakikatine uygun fiiller ortaya koyarsan, yani senden çıkan fiiller hakikatine uygun olursa buna “edeb” derler, “Edeb ya HU” diye davet edildiğimiz idrak budur. Bu idrakla yapılan her davranış, her iş edebli olur, bu bir salâtsa o salât edebli olur. “Ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim” dediniz ve salât ikame ediyorsunuz, bunu salâtta uygulayın, hayretinizi artıracak şeyler hissedip yaşayacaksınız. Mesela Tekbir’i o zaman fark edersiniz. Tekbir genellikle şöyle anlatılır ama değildir: Allahuekber diyerek dünyayı elimin tersiyle geriye attım, her şeyi, tüm işleri hepsini geriye attım yaklaşımı değildir tekbir. Bu tarif yanlıştır. Geriye attığınızı söylediğiniz evlat, mallar ve işler, tanrılık iddiasındaki “A” yapının oyuncaklarıdır. O namaza dururken “Allahuekber” ile şunu demek istiyor: Ey üst tanrı, oyuncakları attım, şimdi seninleyim, şu an oyuncaklarımı düşünmüyorum, senin için onları bıraktım.” Oysa gerçekte “Allahuekber” ilkin şu manadır: La ilahe, tanrıyı attım. Oyuncakları değil, bu güce sahip çıkan tanrılık iddiasını attım: La ilahe, ben tanrı değilim. Tabi ki illa Allah!
SALÂT’TA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DETAYLAR
Hali “İlla Allah” olanda şu ayetin manası başlar: “Ve ma teşaune illa en yeşeallahu: Dileyen yok illa Allah.” Kişi “dileyen yok” idrakıyla salâta durduğunda ne oluyor bakın: Sen, “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn; Allahım, dileyen yok illa Allah idrakıyla durdum, ihdinas sıratal müstakim;: Sen’den o doğru yolu isterim” diyorsun. Bu duruşu yaşayan, bunu söyleyen “ben Allah’ın düşüncesiyim” diyendir. O idrakta Allah’tan başka bir zat yok ki. Allah ve Allah’ın düşüncesindeki suret var. Bu suretin salâtta duruşu kime duruştur? Onu Düşünen’e. Suretin kendisini Düşünen’e durduğu bu hal VECCEHTÜ VECHİYE Hali’dir. “Veccehtu vechiye lillezi fataras semavati vel arda hanifen” ayetindeki HANİF HAL’dir. Yani “Tanrılık iddiam yok, hanifim. Hanif olarak salâttayım, hanif olarak yaşıyorum” halidir. Düşünülen suret kendisini Düşünen’e duruyor. Biliyor ki, istek yapacak ayrıca bir varlık yok, öyle birisi yok. İstek yapacak, isteği de kabul olacak veya olmayacak birisi yoktur. “Allahuekber” demekle onu attın, var zannettiğin varlığı attın. Allahuekber (La ilahe, tanrılar giremez) deyip tanrılığı attın, sadece seni Düşünen VAR. O’na durdun, döndün, yöneldin… Bu yüzden SALÂT önemli bir duruştur. Düşünülen suretin Düşünen’e Veccehtu Vechiye’sidir. Efendimiz (SAV) salâta; “İnni veccehtu vechiye lillezi fataras semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin, inne salâtiy ve nusukiy ve mahyaye ve mematiy lillahi rabbil alemiyn ve la şerike lehu ve bizalike ümirtü ve ene evvelül müslimin” diyerek başlıyor, bunu biraz tefekkür edin lütfen. Hanif duruşun seslenişidir bu; VECCEHTÜ VECHİYE: Yönümü, yüzümü, idrakimi, her şeyimi beni Düşünen’e döndürdüm. Şimdi o suret olarak “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn” diyorum ve O’nun öğrettiği şekilde istiyorum; ihdinas sıratal müstakiym… Burada bir ikilik var mı? Yok. Çünkü Tekbir’le deklare ettik: Ayrıca bir dileyen yok, illa Allah. Böyle anlatınca şu sorulabiliyor: Efendimiz’in miracı düşünülen suretle onu Düşünen arasında bir ilişki, bir diyalog mu? Evet, düşünülen suretle onu Düşünen rahatlıkla konuşabilir. Efendimiz sürekli o halde değil mi denirse, evet, o daimi sal��t’tır. Tabi, şunu hatırlatalım; salâtta miracı yaşamak, Efendimiz’in yaşadığı miracın boyutlarında bir miracı yaşamak değildir. Mirac anlattığımız mananın ismidir, sizin de Efendimiz’in yaşadığı o olayları yaşayacağınız anlamına gelmez, o manada değildir. O mirac Efendimiz’e ait özel bir haldir. Peki, Efendimizin o miracını bilmemiz neden istenmiş? Efendimiz mirac halinde yaşadığını çok sevmiş, bizim de yaşamamızı istemiş, o hali yaşayabilmemiz için de hediyeler getirmiş. Efendimiz o hali, o mertebeyi bizim de yaşamamızı istiyor, bize salât hediye ediliyor, o mertebe için, mirac hali için. Mirac halinden bize getirdiği üç hediye var: Salât ikame etmek. Kelime-i Tevhid’i bir kez söyleyebilenin cennete gireceği müjdesi. “Amene’r Rasulü” ayetleri. Anlıyoruz ki bu işin yolu salâttır, yani bu iş salâtla mümkündür. Tanımanın ve yaşamanın yolu salâttır, salâtladır, yalnızca salâtladır. Yalnızca! Bu yolda bütün öğrenilenler salâtı ikame etmek içindir. Şöyle bir yanılgıya düşmeyin: Önemli bilgiler öğreniyorum, salâtı nasıl olsa sonra da hallederim gibi bir yanlış size cazip gelmesin, sakın böyle bir düşünceye girmeyin. Ne öğreniyorsak salâtı dosdoğru ikame edebilmek için, “mükıymes salât” halinde olmak için öğreniyoruz, salâtı bir kenara bırakmak veya bir şeyi onun yerine geçirmek için değil. Mümkün değil. Hadiste zikredilen miraçta hediye edilen üç önemli şey: Salât, Kelime-i Tevhid’i bir kez söyleyebilmek, “Amene’r Rasulü” ayetleri. O ayetler nasıl anlamalıyız? “Amener Rasulü”deki hali yaşayın, böyle olun” anlamında mı? Bir kere dua olarak kullanmak için. “Amener Rasulü” ayetleri çok önemli bir yakarıştır, af dilediğimiz bir sığınıştır, Allah’tan bize takatimizin yetmeyeceği şeyleri yüklememesini istediğimiz bir yalvarış biçimidir. Bir de nelere inanacağımızı öğretir, “ben şunlara inanıyorum” der gibi bir güzel girişi vardır. Bu yönüyle de bir nevi imanı itiraf ediştir.
İKİ SECDE ARASINDA DUA EDİNİZ
O ayetlerdeki “va’fuanna, vağfirlena, verhamna” dualarını, salâtta iki secde arasında öneriyorlar, bu yüzden iki secde arasında onları dua olarak okuyoruz. İki secde arasındaki bu duaya “vehdina” duasını da ekleyebilirsiniz. “Vehdina” kelimesi “ihdinas sıratal müstakim”deki “ihdina” yakarışıdır; bize hidayet nasib ediver… “Affediver, bağışlayıver, merhamet ediver” dediniz, arkasından da “hidayet veriver” diyorsunuz. Bunu salâttaki iki secde arasına dua olarak ekleyebilirsiniz. Birinci secdeden kalktınız, ikinci secdeye gitmeden o aralıkta dua yapılır ve makbuldür. İki secde arası çok önemlidir. Bir kere, orada acele etmemeye dikkat etmeliyiz. Bu duayı yapmakla acele etmeyi de engelliyoruz. Biliyorsunuz duaların kabul olduğu çok özel haller ve yerler vardır. Kâbe’nin yanı gibi, Mescid-i Nebevi gibi… Böyle yerlerden ve anlardan birisi de iki secde arasıdır. İki secde arasının duası Kâbe’nin yanındaki dua gibi makbuldür. Hâlbuki orayı biz hızla geçiyoruz… İki secde arasında dik durmaya da dikkat etmek gerekiyor. Beliniz, omurunuz anatomik pozisyonunda olmalı, S yapısını korumalıdır. Eğri duranları Efendimiz, “belinizi şöyle tutun” diye düzeltiyor.
Secdede yapılan dua da önemlidir ama o dua namazın secdesinde değil. Namazdan sonra. Kıldınız, duanızı yaptınız, sonra secdeye gidersiniz orada dua olur. Namazın şeklini bozup da onun secdesinde dua yaparsanız olmaz.
DUA EDERKEN Kİ HALİMİZ
Bu paylaşımlarda ele aldığımız bilgiler ve haller, çoğunluğa cazip gelecek şeyler değildir, dünyadaki yaşantının takdir edeceği şeyler hiç değildir. Bu nedenle bunları okuyanlar çoğunluğun talip olduğu şeye talip değiller. Bu yazıları önemseyip takip etmek aslında zor bir işe talib olmak demektir. Bu yüzden, bunları yaşadığımız hayatla ilişkilendirdiğimizde, bazen “nasıl yapacağız?” gibi zorluklarla karşılaşılır. Çünkü hem idrakın hem de hayatın baştan sona değişmesi, taşınması gerekiyor. İşte şimdi söyleyeceğim de böyle bir şey. Bunu özellikle hayatımızın çok önemli bir parçası olan dualarla ilgili olarak da yaşarız:
Onbeş yirmi sene kadar önce Afyon’da üniversite öğrencileri davet etmişlerdi, evlerine misafir olmuştum, konuşmuştuk. Bir zaman sonra, onlardan biriyle bir caddede karşılaştım. Selamlaştık, yaklaştı: “O günden sonra namazımız bozuldu hocam, nasıl kılacağımızı şaşırdık. Ne eskisi gibi yapabiliyoruz, ne de yenisini” dedi. Onlarla, “salâtta birisinin önünde eğilmemeleri” gerektiğini konuşmuştuk, özellikle. Çünkü onlara “Allah’ın önünde eğiliyorsunuz” diye öğretilmiş. Önünde eğildiği bir varlık, bir onun dışında ötesinde kendisi var gibi bir edeble namaz kıldığı için, tefekkür ederken o varlığı kaldırınca hayali, zannı boşa çıktı. Bu durum dua ile ilgili de yaşanır. Kişi dua ederken de ötesinde bir varlıktan bir şey istiyor olabilir, bu dua “A” yapının duasıdır, böyle, bu idrakla dua etmemeye dikkat etmek gerekir. “B” idrakında olan, yani Amentü Billahi diyen, Allah’ın dışı diye bir kavramın söz konusu olamayacağını bilir, onun duası bu edepledir. O haniftir. Salâtı da, duası da hanif duruşun seslenişidir, bir “veccehtü vechiye” halidir: “Yönümü, yüzümü, idrakimi, her şeyimi beni Düşünen’e döndüm” halidir. Ben senin ilminde düşündüğün suret olarak salâttayım, “iyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” diyorum ve senin öğrettiği şekilde istiyorum; ihdinas sıratal müstakiym, sıratalleziyne en’amte aleyhim, ğayril mağdubi aleyhim ve laddaalliyn” (amin)… Burada bir şirk, bir ikilik, dışınızdaki birinin önünde durma ve eğilme var mı?

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -34-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti