Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

İNŞİRAH YAZILARI – 12 – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Şubat 2019 Çarşamba 13:39:47
 

Bir önceki paylaşımımızda önemli bir şeyi fark etmiştik: Esfele safiliyn yapı imana yöneldiğimizi fark ettiğinde, bizdeki sadır hâkimiyetini kaybetmemek için bize imanla ilgili bir oyun oynar ki bu tamamen akla, mantığa uygun bir oyundur. Aslında iman sadece sizdeki akılla olacak işi değildir ama esfele safiliyn yapı, sizin imana sizdeki akılla bakmanızı sağlamaya çalışır ve der ki; önce gör, sonra inan. “İman edin” denilenleri önce incele, gör, onu somut olarak iste, sonra inan. Esfele Safiliyn yapı bu önerisiyle önce ikan istemektedir; ikandan sonra imana gitmemizi istiyor. Bunun neden yanlış olduğunu göreceğiz. Bunun anlaşılabilmesi için basit bir örnek verelim. Biliyoruz ki dinimizde domuz eti haramdır. Bu konuda esfele safiliyn bir oyun oynar ve kişi de şöyle der: Tamam, kabul ettik. Ama niye haram? Aslında o da bir besin, o da şöyle, o da böyle… Bana izah et, beni ikna et ki haram olduğuna inanıp domuz eti yemeyeyim. Yani ona iman etmek için ikna olmak istiyor. İman için “ikna” olur mu? Ama buna rağmen oturup kişiye, domuz etiyle ilgili sakıncaları sayalım; bilimsel olarak kanıtlanmış, literatürlere girmiş yaklaşık yirmi maddelik bir sakınca listesi var, onları anlatalım. Onlarla izah ettik diyelim ve o da bilimsel bir gözle baktı ve “gerçekten çok sakıncalıymış, ben artık domuz eti yemeyeyim” dedi. Çünkü ona konuyu anlatım tarzımız onun yöntemine uygun; ona bunu dünya yöntemiyle anlattık. O da dünya gözüyle baktı ve sakıncalı bulup yememeye karar verdi. İşte bunun İslamiyet’le bir ilgisi yoktur! O kişi domuz eti yemeyerek sağlık açısından kazanır, ama bir sevap kazanamaz. Birisi ona zararlarını anlattıktan sonra “öyleyse ben de domuz etinden uzak durayım” dediği için! Allah yasakladığı için değil de ona zararlarını gösterdiğimiz için domuz etinden uzak duruyor. Oysa Allah bir şeye “yasak yani haram” demişse, o “mutlaka zararlı mıdır?” diye incelenmez ki. Faydalı bir şey de olabilir, “yemeyin” dediyse yemeyeceğiz. “Yasaklanmış ama şu kadarı faydalıymış, şu kadar gram alınırsa damarı şöyle yaparmış…” gibi saçma yaklaşımlarla iman olmaz; bunlar Esfele Safiliyn yapının oyunlarıdır. Bu işin “inanıyorum” demekle olmadığını, “inanıyorum” demenin yetmediğini ayetlerle anlatacağım. Zaten imanla ilgili vurgulamayı onun için yaptık. Sadrda bunların başlayabilmesi için kalpteki imanın doğru olması şarttır, Amentü Billahi’nin çalışması şarttır. Ama siz ne yaptınız. Bu şartı önemsemeyip kendi uydurduğunuz bir şart oluşturdunuz, işe o şartla şartlı yaklaşıyorsunuz. Oysa, önce sizde imanın çalışması şart, şart olan bu! Sizin imana yaklaşmanız için söylediğiniz şartlar geçerli değil.
Bir başka örnek: Sigara içen birine “bunu içme, sakıncalıdır, mekruhtur, hatta bazı konulara göre haramdır” dedik ama dinlemedi. Sonra öyle bir noktaya gelir ki, doktor ona sigarayı yasaklar. Sana da gelir ben artık sigara içmiyorum der. Sigaranın haramlığını çok anlattığınız için, zannedersiniz ki anlattıklarınız tesir etti de bıraktı. “Hayrolur inşaAllah, ne oldu?” dediğinizde;. Doktorlar “sigara içmeye devam ederseniz yaşayamayacaksın dedi”, cevap bu. Sen onu Allah yasakladı diye bırakmadın ki, doktor yasakladı diye bıraktın.
“İman”ı iyi incelemek lazım; Allah indinde doğru olanı bulmak için “iman ettik” dediğiniz şeyi iyi incelemeniz lazım. Dikkat edin; esfele safiliyn yapı “gör de inan, ikandan sonra inan” der. Oysa iş öyle değil. Esfele safiliyn yapının sana sağladığı ikan zulmanidir. Oysa makbul olan sistemde “ikan imandan sonra”dır. İkan, iman etmek için değildir. İmandan sonradır ve imanı daha kavi yapmak içindir. Ve imandan sonra gelen ikan lütuftur, Rahmani’dir. İmandan önce istediğiniz ikanlar ise, görseniz yakalasanız bile zulmanidir ve sizi imana değil zulmani “BEN”liğinize götürür, “ben gördüm, ben bildim” olursunuz.
Şimdi esfele safiliyn yapının, vehmin zulmetinin argümanlarını ve iman ehlinin bunlara bakışını ayetlerle ele alacağız ki ayetleri anlayalım, konuyu ayetlerle anlayalım.
Hicr Sûresi 6: “Dediler ki; ey kendisine Zikir indirilen kişi, muhakkak ki sen mecnunsun.” Demiştik ya; alay edecekler diye. İşte esfele safiliyn yapı kabul etmeyecek.
Hicr Sûresi 7: “Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melaike getirmeli değil misin?” Bakın bir güç istiyorlar. İman etmek için; hayret edeceği, korkacağı, insanüstü bir şey, bir güç istiyor. Esfele safilin yapı için; kudret istemek, güç istemek, onları beklemek ve ummak çok önemlidir. Dikkat edin; kim bunun aşkına düşerse, geldiğinde Deccal’le karşılaşırsa onun ümmeti olur, kesin. Çünkü tüm aradıklarını, kudretle ilgili her şeyi onda bulur. Eğer Deccal’le karşılaşmazsa, günümüzde Deccaliyet’in kurbanı olur, bu da kesin. “Sen Tanrı mısın?” kitapçığımızın zikrullahtan bahsettiğimiz kısımlarında talip kardeşlerimizi hep uyarmaya çalıştık; zikrullahı kudret istemek için yapmayın, tesir eder de o yanınız kuvvetlenir, zikrullahla esfele safiliyn yapıyı kuvvetlendirirsiniz. Bunun için zikrullah yapmayın dedik. Zikrullah ancak Allah’ı anlamak, şirkten korunmak, dünyanın cazibesinden kurtulmak, sizi bu dünyaya bağlayan şeylerden kurtulmak için yapılır. Eğer siz dünyayla ilgili olaylar için, oralardaki bir şeyler için zikrullah yapıyorsanız mekanizmayı ters çalıştırıyorsunuz demektir. Bakın esfele safiliynin damarı o. Bu duygular nedir biliyor musunuz? “Eğer doğru söyleyenlerden isen, bize melaike getirmeli değil misin?” diyenlerin! Bir şekilde güç isteyenlerin bugünkü genetik devamıdır.
Hicr Sûresi 8. ayet bunlara cevap veriyor: “Biz melaikeyi ancak Bil-Hakk indiririz. O vakit de onlara zaten mühlet verilmez.” Melaike indi mi felaket var demektir, en azından o kişi ölecek demektir. Melaike ya onun için ya da bir felaket için iner. Buyruluyor ki; “melaikeyi indirirsek, artık zaten mühlet verilmez, vakit tamam demektir.”
Yunus Sûresi 2: “İnsanlar için şaşılacak bir şey mi oldu; “insanları uyar ve iman edenlere de kendileri için Rableri katında Kadem-i Sıdk Sıddıklık Mertebesi olduğunu müjdele” diye içlerinden bir Racül’e vahyetmemiz? Kâfirler; “muhakkak ki bu adam apaçık bir büyücüdür” dedi.” Bu ayette Allah “içinizden birisine de vahyettik, böyle bir mertebe var, Sıddıklık Mertebesi var” buyuruyor ve inanmayanlar yine; “böyle şey olmaz, bu kişi büyücü” diye itiraz ediyorlar.
Kadem-i Sıdk Sıddıklık Mertebesi hususunda Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in hadisi: Hazreti Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Şayet bu Ebu Bekr’in imanı bir kefeye, sair insanların imanı da diğer kefeye konulsa, Ebu Bekr’in imanı ağır basar. Ve Ebu Bekr salât ve oruç çokluğu ile size üstün olmadı. Fakat onun sadrında bir şey vaki oldu”. Yunus Sûresi 2. Ayette Kadem-i Sıdk ile Sıddıklık Mertebesi ile müjdelenen Hazreti Ebu Bekr Essıddıyk radıyallahu anh Efendimiz’in hadisle de bir açıklanışını görüyoruz. Böyle bir iman… Böyle bir imanla yaklaşmak ve yaşamak… Sair insanların imanlarından ağır gelecek bir iman. Fuad analiz yapmaya yetişemiyor.
Yunus Sûresi 97: “Onlara tüm ayetler gelse bile iman etmezler, elim azabı görünceye kadar.”
Yunus Sûresi 101: “De ki; Semavatta ve Arz’da ne oluyor bir bakın. O ayetler ve uyarmalar iman etmeyen kavme fayda vermez.”
Hud Sûresi 12: “Rasulüm belki de sen, “O’na bir hazine inzal edilseydi yahut beraberinde bir melek gelseydi ya” demelerinden ötürü, sana vahyolunanın bazısını terk edecek ve sadrın ona daralacak mı? Sen ancak bir uyarıcısın. Allah her şeye Vekiyl’dir”. Bu ayetin tefsir ve açıklamasında o dönemle ilgili olayları görürsünüz. Efendimizin yanında bir güç, bir kuvvet, bir hazine, bağlar bahçeler, onu besleyen özel gıdalar olmadığı için, özel hizmet edenleri olmadığı için, gelen vahyin bir kısmını “söylesem mi?” tereddütleriyle ilgili gelen bir uyarı; “sen ancak bir uyarıcısın, onların o sözlerine bakma.”
Hud Sûresi 13: “Yoksa “O’nu uydurdu” mu diyorlar. De ki: “Haydi siz de onun misli on sure getirin. Allah’tan gayrı gücünüzün yettiği kim varsa çağırın. Eğer sözünüzde sadıklar iseniz.” Efendimizin döneminde de, Efendimiz (SAV) tebliğini, açıklamalarını yaparken, inanmayanların önemli bir özelliği; kudret istemek, kudret beklemek. Açıklanan Tevhid, Tevhidî Bilgi onları tatmin etmiyor da kudret istiyorlar. O safta olmamak lazım. “İnanıyorum ama” diyerek bile o safta olmamak lazım. Çünkü onların safı, onların geni günümüzde de var, sakın “onlar geçmiş gitmiş, bu olaylar olmuş bitmiş” demeyin. Aynı izler şimdi de mevcut olduğu için o izleri yakalayıp, o grupta olmamak, o gruba girmemek için gayret etmek gerekiyor.
İlerleyen paylaşımlarda sadrı detaylarıyla görürken, “(Rasulüm), onlar öyle söylüyor diye senin sadrın daralıyor” mealindeki ayetleri ve ayetlerde geçen “sadır daralmasını” da göreceğiz. O ayetlerin geldiği dönemde, henüz Efendimiz (SAV)’in sadrı batıla yani küfre karşı daralmaktadır. Duyduğu ve gördüğü zaman küfre karşı göğsü daralıyor. Efendimizde İnşirah edilen, açılan hal çok özel olup işte bununla ilgilidir. İleride göreceğiz inşaAllah.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER