Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

LA İLAHE: ALLAHIM BEN, BENDEKİ RABBA TANRILIK GÜCÜ VERMİYORUM

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Kasım 2017 Pazartesi 13:38:20
 

– 19 –
LÜTUF ve MEKİR çok önemlidir. Bazı kişiler görürsünüz, her işleri çok yolunda gider. İnananlar çok yanlış biçimde onların sıhhatlerine, evlatlarına, varlıklarına hayran olur; “biz bu kadar dinle meşgulken sıkıntıdan kurtulamıyoruz, adamın dinle diyanetle işi yok, tuttuğu altın oluyor” derler. Oysa bilmiyor, ya senin yaşantın sana lütufsa, o kişideki sağlık, sıhhat, evlat, servet ve güç ona Allah’ı unutturmuşsa? İmrendiğin o kişi her işini hallettiği için, bir üst tanrı olarak gördüğü Allah’tan yardım bile istemiyorsa, yani Allah’ı hiç hatırlamıyorsa, o kişi Allah’tan perdeli kalacak demektir. İşte MEKİR budur. Mekir olan bu hale bakıp da ona bir imrenme olmaması gerekir. İlerideki paylaşımlarımızda duayı ele alırken bu konu gelecek. Şimdilik şunu anlatmak istedim: Kendisini “Ben de müstakilen varım” diyerek takdim edenin Allah’la ilişkisi böyledir.
İki vehim vardır. VEHMİN ZULMETİ,
ilk vehmin suiistimal edilmesi ile oluşur

“Ben de müstakilen varım” diyerek kendi esma’ül hüsna kompozisyonuna ve onun Rabbı’na sahip çıkanda bir veri tabanı var, onu o veri tabanı ayakta tutar. Hikmet gözüyle bakınca görürüz ki böyle olmak zorunda, aksi halde bu hayat böyle olmaz. Ama biz önce manzara, sonra hikmeti, sonra da yöntemler dediğimiz için şimdi manzarayı anlamaya çalışıyoruz, hikmetine değinmiyoruz. Hikmetine hafif göz atarsanız, kulak verirseniz, “ben de müstakilen varım” yaşantısındaki kişiyi bir suç işliyor gibi düşünemezsiniz, o hal bu yaşantının gereğidir. Âdem ve Musa aleyhimüsselam arasında geçen konuşmayı hatırlayın lütfen. Evet, tanrılığını ilan edenin kendine ait bir veri tabanı var ve bu veri tabanı çok önemli. Neden? Çünkü mücadelemizi bu veri tabanı ile yapacağız, mücadelemiz onunla! Bu veri tabanını yok edip yerine başka bir veri tabanı oluşturmak gerekiyor. İşte o yeni veri tabanı oluştuğu zaman bu yolda nasıl yaşarız, yani yöntemler önemli olur.
Kendindeki esma’ül hüsna kompozisyonuna ve o kompozisyonun patronu Rabb’a sahip çıkıp “ben müstakilim, bunlar da benimdir” demek bir vehimdir ama bu kişinin kendisinin oluşturduğu bir vehimdir ve gerçek vehmi suiistimal etmektir. Çünkü işin aslına gittiğimizde göreceğiz ki yaratılan birim bir vehimdir, yani siz bir vehimsiniz. İki tane vehim var: Esas yaratılanın yani esma’ül hüsna kompozisyonunun bir birimmiş gibi gözükmesi VEHİM’dir. O gözükme bir vehimdir, ona holografik evren anlayışıyla ileride bakacağız. Bir de görünene sahip çıkıp “ben müstakilen varım” deyip bağımsızlığını ilan edip ona “BEN” diyen vehim var, bu vehim VEHMİN ZULMETİ’dir, ilk vehmin suiistimal edilmesi ile oluşur. Kişi Allah’ın yarattığı vehimden yararlanarak hakikatte yaratılanı yani vehmi kavramaya gidecekken onu suiistimal ederek bağımsızlığını ilan ediyor. Bu vehmin karanlık yanıdır, vehmin zulmetidir. Bu yolda yürürken, “bir yerde takıldım, şöyle bir dokunsalar hemen yol alacağım” noktasına gelmiş olanın arabasının tekerinden taşı çekip onu hızla ilerletecek nokta işte budur: Bu iki vehmi net olarak ayırmak, fark etmek ve gereğini yaşamak! Bunun fark edilmesi tanrının yok oluşu demektir; bu fark edilince esma kompozisyonuna ve Rabb’a sahip çıkıp müstakil BENlik ilan eden tanrı yok olur. Zaten önce o yok edilmelidir. Onu yok etmeden bütün kapılar kapalı, bütün kapılar! Salâtta mirac kapalı bir kere. Tanrıya mirac olur mu? Kapıyı açacak şey özellikle Kur’an ayetleridir.
İnşirah suresindeki derin anlam
Tanrılık iddiasından kurtulmada bütün sureler önemlidir, ama önemli birisi İnşirah’tır, bir diğeri Zilzal (Zelzele) Suresi’dir. Bu vesileyle İnşirah Suresi’ne biraz bakalım: Euzü Billahi mineş şeytanir raciym, Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym. “Elem neşrah leke sadrak; Ve vâda’na anke vizrak; Elleziy enkada zahrak; Ve rafeğna leke zikrak; Feinne meâl usri yüsran; İnne meâl usri yüsra; Feizâ ferağte fensab; Ve ilâ Rabbike ferğab.” Sadakallahul aziym.
“Senin göğsünü açmadık mı (basiretini genişletmedik mi)? Belini büken yükü üzerinden almadık mı? Nâmını yükseltmedik mi? Bundan ötürü o zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Muhakkak ki, bu zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Boş kaldın mı hemen başka işe koyul. Rabbine rağbet et.”   
“Belini büken yük”ün bu tanrılık iddiası olduğu düşünüldüğünde sure daha doğru kavranabilecektir. “Göğsünü açmadık mı?” ayetindeki göğsün açılmasının bizim için bir manası şudur: Tanrılık ilan ediyor oluşunu sana fark ettirmedik mi? Bunu fark ettirip de belini büken yükü yani tanrılığını almadık mı? Böylece namını yükseltmedik mi? Nam tanrılara ait dünyevi namlar değildir. Sendeki tanrılık kalkarsa Allah’a ait nam kalır ki o namdan başka ve büyük bir nam olabilir mi? İnsanlar arasındaki mevki ve itibarlar tanrılara ait veri tabanının itibarlarıdır. Bu yüzden ancak hakikatini fark eden kişinin namı yükselmiş olur. Çünkü onun namı İhlâs Suresi’yle ilişkilidir…
Feth-i Zulmani ve Feth-i Nurani’yi fark edebilmek
Siz Zilzal Suresi2ni de bu bakışla meallerden lütfen okuyunuz. Biz şimdi birlikte bir de Fetih Suresi ilk üç ayette fark etmemiz gereken bir hale bakalım.
Euzü billahi mineş şeytanir racim, Bismillahi’r Rahmani’r Rahiym. “İnna fetahna leke fethan mübiynen; liyağfira lekellahü ma tekaddeme min zenbike ve ma teahhara ve yütimme nı’metehu aleyke ve yehdiyeke sıratan müstakıymen ve yensurakellahu nasran aziyza.”
Fetihle ilgili bilgilere baktığınızda feth halinin Feth-i Zulmani ve Feth-i Nurani diye iki şekilde tanımlandığını göreceksiniz. Nurani fethin ve zulmani fethin fark edilmesi, öğrenilmesi gerekiyor. Ne olduğu bilinmeden ve ayrımı yapılmadan nurani fethin yaşanması mümkün olmaz. Feth-i Nurani’nin fark edilmesi için önce bir şeyin fark edilmesi lazım: Feth-i zulmani! Feth-i zulmanî çok iyi bilinmelidir. Peki, feth-i zulmanî nedir, hiç merak ettiniz mi? Belki de feth-i zulmani içindeyiz de fark etmiyoruzdur, ne dersiniz? “Bende feth-i zulmani yok” deyip onu ötelemiş ve perdelenmiş olabiliriz. Dikkat edin, bahsettiğim tanrının, tanrılık iddiasında olanın tüm marifetleri, tüm işleri FETH-İ ZULMANİ’dir. Eğer kişi kendisindeki Rab’ba sahip çıkıp “benim de müstakil gücüm var” diye düşünürse onun her türlü gücü zulmanidir. Hele de yetenekleri kuvvetlenir ve bazı sırlar öğrenirse yeni bir güç yakalar ki yakaladığı o güç zulmanî bir güçtür. Ulaştığı o güç ve o yetenek bir fetihse o feth-i zulmanidir. Kişi tasavvuf adına bile olsa kendisindeki tanrıya bir güç kazandırmışsa ve bunu da marifet zannediyorsa o kişi bir girdap yolundadır. Çünkü edindiği güç tanrıya aittir, kazanılan yetenek tanrıya kazandırılan yetenektir. Böylece o, kendisinde bulunan Rab’bın yeteneklerini fark edip onlara sahip çıkarak feth-i zulmaninin bir halini yaşamaktadır.
La ilahe: Allahım ben, bendeki
Rabba tanrılık gücü vermiyorum

Efendimiz (SAV)’in öğrettiği bir dua var: “Allahümme a’tınî îmânen la yarteddü ve yakînen leyse ba’dehû küfran: Allahım imanımı öyle artır ki sürekli yükselsin. Ve öyle bir yakîn lutfet ki sonu küfür olmasın.”
Hani grafiklerde sürekli yukarı çıkan, hiç aşağı inmeyen çizgiler vardır ya, imanımı işte öyle artır, hep yükselsin. Bana öyle gittikçe yükselen bir iman ver, veriver Allahım… Ve bana öyle bir yakîn ver ki, sonu küfür olmasın. Bu yakîn ile hakikatini anlayabilme yeteneğimi öyle yap ki, o yetenekten sonra bana küfür gelmesin. Demek ki yakîn elde etmek tehlikeli, çünkü sonu küfür olabilir. Eğer o yakîne bahsettiğimiz tanrı sahip çıkarsa bu KÜFÜR’dür. Yakîn bilgisine tanrının sahip çıkması hali sonu küfür olan bir yakindir. O zaman, bütün mesele tanrıyı iyi tanımak ve o tanrıdan kurtulmaktır.
İnsan kendi ilan ettiği bu tanrılıktan kurtulduğu zaman Kelime-i Tevhid’in manası daha anlaşılır hale gelir: La İlahe (tanrı yok), illa Allah! Kendime söylersem: La ilahe (kendini tanrı ilan etme, tanrı yok), illa Allah. Kendindeki Rab’ba “BEN” diyerek bir müstakil kişilik verme; La ilahe (öyle bir şey yok), illa Allah. Efendimiz (SAV)’in İKRA’ ile yaptığı o çok önemli okumanın bu olduğunu paylaşmıştık: LA İLAHE (Rab’ba sahip çıkarak kendine müstakillik verme, öyle bir şey yok), İLLA ALLAH. Bu gerçeği fark etmeden “La ilahe” diyenler onu çevresine söyler, neticede “Allah” derken de çevresine bakar ve “ben tanrıları sildim, tanrı kabul etmiyorum, yalnızca Allah’ı kabul ediyorum” der. Bunu kendinize dönük söylemelisiniz: La ilahe: Allahım ben, bendeki Rabba tanrılık gücü vermiyorum. Sizde bunu söyleyen “BEN”, tanrılık iddiasında olmayan “BEN”dir. Bu yüzden bu idrakla “BEN” deyin, korkmayın, böyle “BEN” demenin sakıncası yoktur. Tanrı olan “BEN” tehlikelidir ki bu tehlikeden kurtulmanın duasını da Efendimiz öğretmiştir: “Allahümme ahricniy min zulümatil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi: Allahım, ben bende var olan Rab’ba tanrılık gücü vermeyeyim, beni o suiistimalden kurtar. Ve bana indinden bir nur, bir anlayış lütfediver.”
La İlahe İllallah zikrinin nefs mertebesindeki yeri
La İlahe İllallah zikri nefs mertebesindeki her aşamanın ve her yolun çok önemli bir anahtarıdır. Özellikle tanrılığından kurtulmak isteyen için, talib için Kelime-i Tevhid zikri çok önemlidir. Hele ki bu idrakla düşündüğünüzde. Bu zikir şöyle başlar: Önce tanrı fark edilir ki anlattıklarımız tefekkür edilirse, “BEN” derken ilan ettiğiniz tanrıyı bulursunuz. Onun veri tabanından kurtulmak için de ona; “La İlahe (sen yoksun) illa Allah” dersin. Böyle diye diye, bu idrakla bu zikri yapa yapa bu hali kuvvetlendirmek önemlidir. Beyni buna alıştırmak için nefesinle de kendisine yardımcı olabilirsin. Nefesinle o tanrıyı kovabilirsin. Nasıl? Nefes verirken “La ilahe (sen yoksun)” der, onu yok edersin; sonra da var olan hakikati düşünüp “illallah” diyerek aldığın nefesi tüm hücrelerine çekersin. Var olan hakikat “İlla Allah”tır. Tanrılık iddiası ise yoktur: La ilahe! “La ilahe” onun yokluğunu ifade eder. Bunu bu şekilde, düşüncenin yoğunluğuna ve süresine göre bir, iki, beş, on… kez söylemek bu yolun talipleri için çok önemli bir genel zikirdir.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-19-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER