Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“L” (YOK) DERKEN NEYE VE NASIL “YOK” DİYORUZ?

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Mart 2017 Salı 11:57:21
 

– 40-
Dün yazımızı şehadetle bitirmiştik. Şehâdetimizdeki önemli bir kelime İlah’tır. İlah kelimesini Türkçeleştirirken kullanılan tanrı sözcüğü İslâmi bir tabir değildir; tanrı İslâm dışı düşüncelerde ifadesini bulur, İslâm içerisinde kullanabileceğimiz bir tabir değildir. Kur’ân-ı Kerim meâllerinde ilah için “tanrı” yazılması çok sakıncalıdır. Kur’ân “ilâh” diyor, onu Türkçeleştiremeyiz. Zaten anladığımız bir şey, ne diye iyice kendimizi Kur’ân’dan koparalım? Tanrı uydurulmuş bir kelimedir, onu uydurulmuş rabler için kullanırız, kişiler rab uyduruyorsa onlara “tanrı” deriz. Allah için Kur’ân ilâh diyor, biz de ilâh demeliyiz: Lâ ilahe illallah; ilah ancak Allah’tır, başka ilâh yoktur.
“Başka” kelimesini de iyi izah etmek gerekiyor, eğer Allah’ın dışı olmadığı bilinmezse, idrak “başka ilah yoktur” ifadesindeki mânâyı yakalamaz. Şimdi “ilâh”ı bir iki cümleyle ele alalım: Biz neye ilâh diyoruz?
Neye “lâ” diyoruz, bilelim
İlâh’ın çok önemli bir özelliği vardır; ilâh müstakilen var ve muhtardır. Bir kere bunu tam bilelim: Müstakilen var ve muhtar olan ilâhtır. Müstakilen var! Sadece “var” kelimesiyle Allah’ı anlatırken zorlanırız, “var” ile algılara hitap edemeyiz. Bunun için başına “Müstakilen” kelimesinin gelmesi gerekiyor. Çünkü müstakillik önemli. Allah müstakildir, kullar değil. Ancak Allah müstakildir, çünkü Allah ilâhtır. Bu nedenle, birisi “Ben müstakilen varım ve muhtarım” dediğinde veya müstakilen var ve muhtar olduğunu düşündüğünde Allah’ın vasıflarını örtmüş, ilâhlığını ilan etmiş olur. Demese de müstakilen var ve muhtar gibi davranıyorsa Allah’ın vasıflarını suiistimal etmiş olur. O kişiye ayetler “asi” der. İlâhlığını ilan ederek isyan etti, haddi aştı. Anlaşıldı ki müstakilen var ve muhtar ilahtır, ilah müstakilen var ve muhtardır. Peki, insan neden “Müstakilen varım ve muhtarım” der veya kendisini neden öyle zanneder? DûniHİ algısı yüzünden. O algıyla Allah’ın dışı var sandığı için, yaratılanları Allah’ın dışında sandığı için. Hâlbuki Kur’ân bize özellikle Âmener Rasûlü’de “Sakın, Allah’ın yarattıklarını Allah’ın dışında sanmayın, öyle îman etmeyin. Rasûl öyle îman etmedi, siz de Rasûl gibi îman edin. Allah’ın dışı var sanıp, yaratılanları Allah’ın dışına yerleştirmeyin” diyor. Ama insan kendini içinde bulduğu duniHİ idrakı yüzünden “Müstakilen varım ve muhtarım” diyor. Bilelim ki, bunu diyen “Ben ilâhım” demiş oluyor. Kime? Allah’a!
Yaptığımız şehâdetteki ilâhı, ilâhın mânâsını anladık. Neye “La ilâhe” dediğimizi fark etmek için “ilâh”ı bilmek gerekiyor. Lâ ilâhe illallah’ı çok önemsediğini söyleyene “Mânâsı nedir, ne anlıyorsun?” diye lütfen sorun. “Allah’tan başka tapacak yok” diyorsa olmaz. “Allah’tan başka ilâh yok” derse de olmaz. Neden? Çünkü bunu söylerken kendisi ilâhlık yapıyor olabilir. Neye “Lâ” dediğini iyi tarif etmeli. “Uzakta, ötede beride tanrı yok” derse de olmaz. Çünkü onlar ikincil, üçüncül şirkler. Birincil şirki fark etmeliyiz. Birincil şirk sensin. Sen kendi varlığını Allah’a eş koşuyorsun, kendi varlığını ortak yapıyorsun, bırak başka şeyleri. İşi ana kaynağından çözmek istiyorsan “ilâh”ı ve “sahte ilah”ı iyi anlamış olmak şart. “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiası sahte ilahtır. İşte ona “Lâ” diyoruz.
İnsanların aralarında konuştukları mânâlar ile Kur’ân meâllendirilmez
Bir diğer husus şudur: “Müstakilen VAR olan Allah’tır” dediğimiz zaman kullandığımız “VAR” kelimesi, normal hayatta yaşarken kullandığımız var ile aynı mânâda değildir. Normal hayatta kullandığımız kelimeler ve mânâlarla Allah’ı anlamaya çalışırsak başaramayız, onun için İslâm’ı anlayamıyorlar. Bu yüzden Esmâ’ül Hüsnâ önemlidir. Ancak Esmalar dünya işlerini düzene koymak için yapılacak birer tesbihat değildir, Allah’ı anlayabilmek içindir.
Biz “VAR” kelimesini hem yaşarkenki olaylar hem de Allah için kullanıyoruz, ancak bu iki “VAR” aynı değildir. Normal hayatta kullandığımız var için bir örnek verelim. Elimde bir su şişesi var, onu masaya koydum. Masada şişe var mı? Var. Kaldırdım, şişe var mı? Yok. Bakın, hem “var” hem de “yok” kelimesini kullandık. Ama dikkat edin, şişe için kullandığım “var”la, “yok” birbirinin zıddıdır. Bu bir. Bir de, ben onun olmayışına “yok” dedim ama o “yok” dediğimin masada bir yeri var, “Yok” dediğim bir yer var. Yeri varsa o vardır. Yani “yok” dediğim şey de burada bir varlıktır; “yok”un varlığıdır. Masanın üzerinde şimdi şişenin yokluğu var. Normal yaşantıda kullandığınız “var ve yok” böyledir, fark ettiniz mi? Bizim kullandığımız “var ve yok”un bir özelliği birbirinin zıddı olmasıdır. Bir de, yok dediğimiz şey aslında vardır. Biz kıyas yapıp yok diyoruz, aradığımız şey yoksa yok diyoruz. Kur’ân’ın YOK dediği böyle bir şey değil. Kur’ân bir şeye dûniHİ YOK dediğinde o bizim bildiğimiz gibi bir yok değildir. DûniHİ’nin, yani Kur’ân’ın “YOK” dediği şeyin yeri yok. Dünyada bizim yok dediğimiz şeyin bir kere yok olduğu bir yer var. Kur’ân’ın “YOK” dediği şeyin “yeri” yok ve Kur’ân’ın “YOK” dediği şey “VAR”ın zıddı değil. Zıt olması için yerinin olması lazım. Yani dûniHİ (Allah’ın dışı yok) dediğimiz zaman, “dışı” dediğimiz şeyin bir yeri yok ve o YOK varın zıddı değil. Dolayısıyla Kur’ân’ın “Allah var” derken kullandığı “VAR”la, bizim normal hayatta kullandığımız var aynı şey değil. Normal hayatta kullandığımız varla Allah’a var diyemeyiz. Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR”ın mânâsı Kur’ân’a göredir. Demek ki, insanların aralarında konuştukları mânâlar ile Kur’ân meâllendirilmez, oradan doğru îman çıkmaz. Amelleri çıkarabilirsin ama îman çıkmaz. İman çıkmayınca uygun amel de olmaz. Sâlih amel tek başına olmuyor, önce Billâhi anlamında îman edeceksin ki ona uygun amel yapabilesin. Öyleyse Allah için kullandığımız “VAR”ın özelliklerine bakalım.
Allah “VAR” derken kullandığımız “VAR” müstakillikle ilgilidir, Allah müstakildir. O müstakilliğin özellikleri vardır. Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR” Ehad’dır. Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR” Samed’dir. Ve Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR”ın dışı yoktur. Normal hayatta var dediğimiz şeyin dışı vardır. Kendimize var diyoruz, dışımız var. Bizim idrakımız, algımız dışa yönelik, “dış”ı bilir. Bu yüzden dışın olmadığı bir şeyi kavrayamıyor.
Zihninizin tanıma yolunda çok hızlı ilerlemesini istiyorsanız Allah’ın Evvel ismi çok önemlidir. Biz Âhir ismini kolay kavrarız, mesela “sonsuz” deyince kavramakta zorlanmıyoruz, ileri bakıyoruz, sonsuz… Ama Evvel öyle değil. Evvel’in başlangıcı yok! Başlangıcı olmayan bir şeyi kavrayamazsınız. Çünkü bizim zihnimiz başlangıcı olan şeyi anlar. Başlangıcı olan bir şeye sonsuz diyebilir, başladı sonsuza gidiyor. Fakat “Başlangıcı yok”u kavrayamıyor. Bu yüzden, Allah’ın Evvel ismini tefekkür etmek, beyin hücrelerindeki fikirleri tomurcuk gibi patlatır. beyin Evvel ismiyle açılır, beyinde Allah’la ilgili sayfalar açılır. Çünkü beyin hiç öyle bir şey düşünmemiş, Evvel’i hiç düşünmemişiz. Biz bakmışız ve dış kavramına göre düşünmüşüz.
Dünyada yaşarken neye var diyorsak onun dışı var. Bu dışı var algı ve mana ile Allah’a da var diyemezsiniz, o zaman Allah’ın da dışı var olur. Zaten o yüzden “Allah’ın dışı var” sanılıyor. İnsan dünyada kullandığı var kelimesiyle Allah’a var dediği için, öyle baktığı için, zihni Allah’ın dışı var sanıyor, kendi planlamıyor, kendiliğinden öyle oluyor. Çünkü o kelimeyi hayatında o mânâda kullanıyor. Allah’a “VAR” dediğimiz zaman farklıdır; müstakilen VAR olanın dışı yoktur. Çünkü O Ehad’dır, O Samed’dir. Bir de zıddı yoktur. Dünyada konuştuğumuz “var”ın zıddı vardır: Yok. Çünkü yaratılmış. Yaratılanlar zıtlarıyla yaratılmış, Allah yarattıklarını zıtlarıyla yarattı. Bu yüzden, var ve yok birbirinin zıddıdır. Ama Allah’a “VAR” derken kullandığımız “Müstakilen VAR” bir yok’un zıddı değildir, yalnızca o VAR’ın zıddı yoktur.
Ehad ve Samed’i “VAR” çerçevesinde anlamak
Allah’a kullandığımız “VAR”ın en önemli bir özelliği de yaratan olmasıdır. Ancak müstakilen VAR olan yaratır. Bizim normal hayatta kullandığımız var yaratılandır. Yaratılana verdiğiniz mânâ ile Allah’a var diyemezsiniz, onu Allah’a kullanmazsınız. O yüzden kişi Allah’ı anlayamıyor. Allah için kullanılan VAR Allah’a aittir. O “VAR”ı bize Allah öğretiyor; o VAR Ehad’dır, Samed’dir. O VAR’ın zıddı yoktur, o VAR’ın dışı yoktur, o VAR yaratandır. İnsanlar için kullandığımız var Ehad değildir, Samed değildir, zıddı vardır, yaratılmıştır, kuldur, Allah’a kulluk yapar. Ehad ve Samed’i bu çerçevede anlayalım. Hatta onun mânâlarından birini şimdi görelim.
Dışı olanın ihtiyacı olur. Kulların dışı vardır, bu yüzden ihtiyaçları vardır; yer, içer, giyinirler. Ama bütün bunları kula sağlayan (dûniHİ düşünmezseniz) Billâhi anlamda Allah’tır, bütün onlar Allah’tandır. O zaman kime ihtiyacınız var? Allah’a! Çünkü dışınız var. Dışın varsa ihtiyacın var, mesela siz yersiniz. Demek ki Samed değilsin. İnsan Samed olamaz, kul Samed olamaz. Dışı var. Dışı olan Samed olmaz. Allah müstakilen VARdır, dışı yoktur; Samed’dir, çünkü ihtiyacı yoktur. Dışı olsa ihtiyacı olurdu, dışı olmadığı için bir şeye ihtiyacı da yok. Dışı olsa, en azından dışına bakma ihtiyacı olur. Yok öyle bir şey! Allah Samed’dir; dışı yok! Ve o kadar saf Samed’dir ki varlığını sürdürmesi için kendi içinden bir şeye de bir ihtiyacı yoktur, öyle bir saf Samed’dir, som Samed’dir. Samed’in mânâsı anlaşılabildi mi? Dışı yok!
Ehad, dışı olmayan, müstakilen VAR ve tektir. Zâtında, Zâtını, ancak Zâtının bildiği bir tek. Ehad öyle bir tek ki kimse bilemez, hiç bir yaratılmış anlayamaz, kavrayamaz, Ehad vasfıyla ahlâklanamaz. Allah’ın nasıl Ehad olduğunu anlayabilmen için O’nun dışının olması lazım, dışına çıkıp O’na bakman lazım. Muhal! Öyle bir şey olmaz. O zaman, Allah’ın nasıl “Müstakilen VAR” olduğunu kavrayabilmen mümkün değildir. Örneğin, zihnimizde hayal ettiğimiz birinin bizi anlayabilmesi mümkün mü? Bizde olduğu için bizi kavrayamaz. Allah Ehad’dır; zatında zatını zatıyla ancak kendisinin bildiği tektir. Böyle bir tek! Müstakilen VAR. Samed, çünkü dışı yok, ihtiyacı yok. Allah için VAR’ı biraz anlayabildik mi? Samed’le ilgili söylediklerimizden sonra Mâide-75’i hatırlayalım.
“Meryemoğlu Mesih ancak bir Rasûl’dür. O’ndan önce de rasûller gelip geçti. O’nun anası Sıddıyka’dır. İkisi de yemek yerlerdi. Âyetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonra bak nasıl çevriliyorlar (Hakk’tan yüz çeviriyorlar).” (Mâide-75)
Yanlış bir düşünceye girip Hz. İsa aleyhisselam efendimize “Allah’ın oğlu, ilâh” dedikleri için âyet uyarıyor. Bu uyarıya dikkat edin ve anlattıklarımızın nasıl o çerçevede olduğunu fark edin. Dikkat edin, âyetler nasıl da paylaştıklarımız çerçevesinde demiyorum, hâşâ! Paylaştıklarımız nasıl da âyetlere uygun, fark ediyor musunuz? “Siz İsa’yı ilâh ilan ettiniz. O müstakilen var ve muhtar değildir, O’nun dışı vardır, Samed değildir. O da annesi de yemek yer” diyor. Neden yemek? Çünkü dış için en önemli şey odur. İleride göreceğiz, o bizim oruçta yaptığımız bir şey. Samediyet nurlarını fark edebilmemiz, oradan biraz idrak kapabilmemiz için oruçla yaptığımız şeylerden birisi yemekle ilgilidir. İnsanların anlayacakları en önemli ihtiyaç budur. Aslında, aldığın her şey yemek kapsamındadır, yemek yalnızca sofra mânâsında değildir, aldığın oksijen de yemeğe girer. Dışarıdan her ne alıyorsan… Çölde, güneşin altında bir şey yemiyor içmiyor olsan kupkuru kalırsın. Dışarıdan aldığın hazır nem bile senin için yemek kapsamında. Yaşayabilmen için gereken güneş ışını da bir yemek. Gerektiğinde doktor tavsiye etmiyor mu; biraz güneş ışını yiyeceksin diye. Hepsi yemek. Yemek yalnızca önümüze konulan sofra değil.
Allah’ın YOK dediği DûniHİ’dir, “Lâ” odur
“Şehâdet ederim ki, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” deyip şehadette bulunurken kullandığımız YOK, şişe için kullandığımız yok gibi değildir. Şişeyi kaldırdığımızda yok diyoruz ama onun yeri var ve o da bir varlık; şişenin yokluğunun varlığı. Orada bir şey var. Adına biz “Şişe yok” dedik ama o bir varlık, varlık olmayan bir şeyi tanımlanamaz.
Biz Kur’ân’da Allah’ın YOK dediği şeyi anlamaya çalışıyoruz. O farklıdır, biz onu “Ancak Allah. Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” ile anlattık, o bir Kur’ân âyetidir, Allah onlara (duniHİ algıyla var zannedilenlere) Kur’ân’da “YOK” demiştir. Allah’ın YOK dediği şey, yeri var kendi yok bir şey değildir. O ayetlerde eğer yalnız putlara yok denmiş olsaydı, müşrikler kaldırdığında putlar yok olurdu. Kaldırıp atsalar da yeri var. Anlatılan o değil. YOK denilen şey, yani olmayan şey puta verilen kimliktir. Puta verdiğin kimlik yok. Giysi ile ilgili hadisten hatırlayın, uzun elbise yapıp kibirle verdiğin kimlik yok. Yoksa uzun elbise yap, yerde sürünsün, kaç metre olursa olsun. Ona bir kimlik verirsen (onunla müstakilen var ve muhtar olduğunu düşündüğün bir kimlik göstermeye çalışırsan), o yok. Sen ona “Müstakilen VAR ve Muhtar” bir kimlik veriyorsun, olmaz.
Kimlik ancak Allah’a aittir, O’nun kimlik ismi ALLAH’tır. Kimlik noktası Uluhiyet noktasıdır, orası Hüviyet noktasıdır. O’nun insanların anlayabileceği kimliği Allah ismidir, HU ismidir. HU Allah’ın hüviyetidir, kimliğidir. Özelliği nedir? “Müstakilen VAR ve Muhtar!” Bu vasıf ancak O’na aittir. Demek ki Allah’ın YOK dediği normal hayatta kullanılan yok değil. “Lâ ilâhe” dediğimizdeki “Lâ” Arapların normal hayatta kullandıkları “Lâ” değil. Allah’ın YOK dediği DûniHİ’dir, “Lâ” odur, onun yeri de YOKTUR.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER