Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ÖYLE BİR SECDE Kİ… – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 29 Aralık 2016 Perşembe 13:04:46
 

Dünya hayatı için kendisini dûniHİ algı içerisinde bulan insan, kendisini “müstakil ve özgür” tanımladı ve “MÜSTAKİLEN VARIM ve MUHTARIM” YAŞANTISI başladı. Bu mânâları içeren cümleleri neden çok tekrar ediyorum biliyor musunuz?
Kalb yıkamak için! Kalbi yıkamak için! Beyin yıkamak için değil. Beyin yıkamak dûniHİ bir iştir. Müslümanın işi kalb yıkamaktır. Kalb yıkanınca beyin kendiliğinden tertemiz olur. Kalb kirliyken beyni yıkamak bir işe yaramaz. Kalbi yıkarsan beyin zaten kendiliğinden temizlenir. Çünkü ona bağlıdır, beyin kalbin hizmetkârıdır.
Dünya hayatı için kendisini dûniHİ algıda bulan insan kendini “müstakil ve özgür” olarak tanımladı. Bu tanımı gereği Ahseni Takviym yapısındaki Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini de “müstakil ve özgür” tanımlayınca, önüne hem kendini hem de kendisiyle ilgili şeyleri dilediği gibi yönetebileceği bir dünya hayatı açıldı. Böylece, aslında dûniHİ algı ve zann’ları olan, ancak onun kendi özgür iradesinin kararları olduğunu söylediği (zannettiği) hayat tarzını oluşturdu; dûniHİ bu algı ve zann’larıyla oluşan yeni kişiliğini de “BEN” diyerek takdim etti. Yani Allah’a isyan eden bu haline “BEN” dedi. Allah’ın ona “BEN” demesi için bir yetki olarak verdiği “BEN” etiketini alıp buraya yapıştırdı ve “BEN” diye bu kâfiri, küffârı takdim etti. İşte bu, Kur’an’a göre ÂSİ bir kişiliktir. Bu farkı ortaya koyabilmek için biz bu asi kişilik için söylenen “BEN”i, âsi kelimesinin “A” harfi ile tanımladık; ona “A” Takdim Formu “BEN” dedik.
“Sen Tanrı Mısın?” kitapçığımız özellikle bu “A” takdim Formu “BEN”i diğer “BEN”den ayırmak üzerine yoğunlaşmıştır.
DûniHİ algı ve zann’larıyla oluşan yeni kişiliğin, yani Allah’a isyan eden hâlin, Allah’ın “BEN” deme yetkisi olarak verdiği “BEN” ile etiketlenmesi sonucu ortaya çıkan “A” Takdim Formu “BEN” Esfele Sâfiliyn yapının etiketidir, ona yapıştırılmış etikettir. Ahseni Takviym yapı “B” Takdim Formu “BEN”dir, “Âmentü Billâhi” dediği için “B”dir. Ahseni Takviym yapı “Billâhi”nin “B”si ile tanımlanınca adı “B” Takdim Formu “BEN” olur. Böylece, bâtıl hayat tarzında kendisine “BEN” diyen ile Hakk hayat tarzında kendisine “BEN” diyenin kastettiği “BEN” birbirinden ayrılır, haddi aşan inkârcı “BEN” ortaya çıkmış olur ki ona “A” takdim Formu “BEN” dedik.
“A” Takdim Formu “BEN”in diğer “BEN”den ayrı ve uzak kalmasına sebep olan şey onun dûniHİ algıda olmasıdır, bu algıyla “VARIM ve Muhtarım” demesidir. Bu durumdaki nefs, yani Ahseni Takviym yapıya verilen nefs yaradanına karşı muhalefet etmekte, yaramazlık yapmaktadır. Hakk olan bir şeye muhalefet etmek ve hırçınlaşmak bir kelime ile ifade edilir; ŞERR. Şerr işle meşgul olmaya başlayan Nefs’in adı bu durumda değişir, Nefsin Şerri olur. Sonuçta “A” Takdim Formu “BEN” nefsin şerridir.
Nefse Zulüm, Nefs’e “Ben” demektir
Ahseni Takviymde “vehim” vardı. Sonra o vehim Esfele Safiliyn hayatta “vehmin zulmeti”ne düştü;
Ahseni Takviymde “nefs” vardı. O şimdi “nefsin şerri” oldu.
Nefsin şerri “VARIM ve Muhtarım” deyip Allah’ın verdiği Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini özgür ilan eder, “Muhtariyeti Tercih Gücü bana aittir, serbestim” diye haddi aşarak dûniHİ kararlar veren bir hayat oluşturur; oluşturduğu o hayatta kendisine “BEN” der. Bu şekilde “BEN” diyen nefs, kendisine verilen nefsi ve yetkileri suiistimal ederek Allah’a muhalefet eden bir tarzda Allah’a karşı kullanmış ve bu konuda da hırçınlaşmıştır. İşte ona Kur’ân ŞERR diyor. Dolayısıyla o nefs artık şerr ile anılır. Aynı nefstir ama onun Allah’a karşı gelen davranışlarına “Nefsin Şerri” denir. Nefs’ten çıkan bu davranışlara, bu inkâra “Nefs” adı altında “Nefsin Şerri” diyoruz. Bu tanım nefsin hakikati için değildir, bu onun hakikatine söylenmez. Bu tanım uslu bir çocuk yaramazlık yapmaya başladığında ona, “bugün ne kadar yaramazsın” demek gibidir, yani bu cümleti onun fiillerine söylemeniz gibidir.
Nefsin Şerri nefsin kiridir. İnsan ona “BEN” demekle nefsine zulmetmiş bir zâlim olur. İşte “A” Takdim Formu “BEN” ile isimlendirdiğimiz kişi böyledir. Nefs’e, yani Allah’ın ona verdiği bu yetkiye “BEN” dediği zaman ona zulmetmiş olur. Nefs’e bu tür işler yaptırdığı için, onu bu algıda tuttuğu için, nefsin aslı bunu istemediği halde onu zorla Esfele Sâfiliyn’e mahkûm ettiği için nefse zulmetmiş olur. NEFSE ZULÜM budur. “Nefsine zulmediyorsun” diye bu kişiye denir.
Kur’ân bizi Tevbe Suresi 36. âyette bunun için uyarır: “Nefsinize zulmetmeyin!
Yani: Size “BEN”den verdiğim bir emanet olan Kayıtlı Kendinizi Hissetme Duygu’nuzu (nefsinizi) yanlış işlerde kullanmayın.” Ona zulmedince zâlim olursunuz, “esas zulüm” budur. Bir şeyin hakkını vermeyene, bir şeyi Hakk’a bağlamayana zâlim denir. Nefs’in hakkı Ahseni Takviym olduğu halde ona Hakk’ını yaşatmayan zâlimdir.
Efendimiz (SAV) bize bunun için dualar öğretmektedir, konumuz çerçevesinde bu dualardan iki tanesini paylaşalım. Efendimizin öğrettiği bu dualar aynı zamanda konunun bu anlattığımız şekilde olduğunu da gösterir. Bu konu konuştuğumuz gibi olduğu içindir ki Efendimiz (SAV) bize bu duaları bu kelimelerle öğretiyor:
“Allahümme elhimniy rüşdiy ve eızniy min şerri nefsiy: Allah’ım bana rüştümü ilham et ve nefsimin şerr olacak davranışlarından beni koru, sana sığınırım.”
Konumuz da tamamen bu değil mi?
“Allahümme rahmeteke ercu, felâ tekilniy ila nefsiy tarfete aynin ve aslihliy şe’niy kullehu Lâ ilâhe illa ENTE, Sübhâneke”
“Allah’ım rahmetini umuyorum. Beni göz kırpması kadar bile nefsime (onun şerr haline) terk etme. Her hâlimi, her anımı ıslah et. Lâ ilâhe; (dûnillah algı ve zann’larıyla oluşturulan müstakilen VAR ve Muhtar, Allah dışında müstakil hüküm veren, gücü ve mülkü olan varlıklar yok). İlla ente (ancak SEN), sübhâneke (Sübhansın).”
Dua “La ilahe illa ENTE, Sübhaneke” teslimiyeti ile bitiyor.
Artık hangi mânâ ile neye “Lâ ilâhe” dediğimizi öğrendik:
La ilahe: DûniHİ algı ve zann’ları olan Müstakilen VAR ve Muhtar varlıklar yok! Allah dışında müstakil hüküm veren, gücü ve mülkü olan varlıklar, güçler yok!
İlla ENTE: Yalnızca SEN!
Sübhaneke: Sübhansın. “Sübhâneke” buradaki söylenişiyle ayrı bir ilimdir, ona konumuz gereği şimdi girmiyoruz. Yeri ve zamanı gelir inşaAllah.
Kalp hastalığının ilacı
Hakk yolu bildiren “İslam Dini”nin direği SALÂT’tır.
Bâtıl yolu açan “Müstakilen Varım ve Muhtarım” anlayışının direği ise CİNSELLİK PLATFORMU ve ÖFKE’dir.
DûniHİ algıyı ayakta sağlam tutan şey Cinsellik Platformu’dur, o platformun sana kazandırdığı bazı huylardır ve Öfke’dir; o algı bunlarla ayakta durur.
Demek ki cinselliği ve öfkeyi dûniHİ algının elinden almak, hicret ettirmek gerekiyor. Şimdilik bu kadarla yetinelim. Rabbim lütfederse, cinsellik platformunun ne olduğunu da ileride paylaşırız.
“Müstakilen VAR ve Muhtar” olmak ilâha mahsustur.
Bu vurguladığımıza lütfen dikkat edin.
Allah gerçeği içerisinde şu çok önemlidir: VAR olmak, müstakilen VAR ve muhtar olmak ancak ilâhın vasfıdır, ilâhın tarifidir, “VAR” ilâh için mümkün olan bir hâldir. İlâh “VAR ve Muhtar”dır, bu yüzden “Müstakilen Var ve Muhtar” olan ancak İlâh’tır. Ve Allah kendi zatında “Müstakilen VARDIR, Muhtar”dır. O yüzden Allah bizim ilâhımızdır. Nas Sûresi’nde “insanların ilahı” denilmesi bu açıdandır, bizim için O böyle olduğu içindir.
“İlâh” kelimesi yalnızca birisinin bir put, bir tanrı edinmesiyle ilgili değildir, işin esası o değildir. Ve şu çok önemlidir; işin esası bilinmezken gerçek mânâsı ile “ilâh”ın anlaşılması mümkün değildir! İşin esasını bilmeyen birisi “ilâh” tarif ediyorsa ve biz de “ilâh”ı ondan öğrenip kabul ediyorsak olmaz! O bilmiyor ki!
Kur’ân “Müstakilen VAR ve Muhtar” olana “İLAH” der.
Dolayısıyla “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyen, “Ben ilahım” demiş olur, ikisi aynı mânâdır.
Kişinin Allah’a karşı “Müstakilen VAR ve Muhtarım” demesi de “Ben de ilâhım” demektir. Bu durumda o kişi kendi varlığını Allah’ a eş ve ortak koşmuş olur.
İşte, dünya ve ahiret hayatının en önemli zikrullahı burada başlar ve biz Allah’a kendini eş koşan dûniHİ algı ve zann’lara “Lâ ilâhe illallah” deriz! DûniHİ algı ve zann’larına “Lâ ilâhe illallah” zikrullahıyla yaklaşan tâlip, kalb hastalığının ilacını bulmuş ve kullanıyor olur; yani kalbini yıkıyordur; Kalb-i Selim olacaktır inşaAllah.
O secde ki!..
Bu mübarek aylar vesilesiyle ve inşaAllah ulaştığınızda özellikle Ramazan Ayı’nda bu mânâsıyla La ilahe illallah zikrullahını görev edinin. Bunu uygulamaya başlarsanız çok başka olursunuz… Lütfen önemseyin.
“Müstakilen Varım ve Muhtarım” duygusu dûniHİ algıdan kaynaklanan zann’dır. Allah dışında olan, kendini Allah dışında zanneden bu idrak kişiye o duygudan kaynaklanan fiiller yaptırır. Şimdi lütfen çok dikkat edin, ikramı ve lütfu fark edin. Bu müjdenin şartı doğru yöneliştir; “Müstakilen Var ve Muhtar olan ancak Allah’tır, başka müstakilen var ve muhtar yoktur” yönelişidir. Doğru yönelişle o algıdan kurtulma mücadelesine girmiş kuluna Allah, öyle fiiller yapıyor olsa bile “neden yaptın!” demiyor. “Yapmamaya gayret et, yapma. Bana yönelir de kurtulmaya çalışırsan bağışlayacağım” diyor. İşte âyet:
“(Bakacağım) amellerinize, en güzelini alacağım, size onunla muamele edeceğim. Kötüleri sileceğim.” (Zümer-35)
 Kötüleri sileceğim. Yaptıklarınızdan en güzelini alıp ona göre size muamele edeceğim. Yeter ki doğru inanın, yeter ki ilâhlık iddiasında bulunmadan bu yolda gayret edin.
Bu mânâda uygulanabilecek bir ameli paylaşalım.
Herhangi bir salâtın peşine secdeye gidebilirsiniz, secdenin yasak olmadığı zamanlarda da bunu yapabilirsiniz. Bu secdede dûniHİ duyguyu tüm vücudunuzdan süzüp, yoğunlaştırıp iki kaşınızın arasının hafif üstündeki noktaya, sanki secdede oradan fışkıracaksınız gibi getirebilirseniz. Bu tefekkürle “Lâ ilâhe illallah, Lâ ilâhe illallah…” zikrullahını bir, iki, üç, beş, yapabildiğiniz kadar….
Bu idrakla, bu reddedişle bu zikrullahı görev edinin inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti