Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

RAHMÂNUR RAHIYM – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 4 Şubat 2017 Cumartesi 12:38:21
 

RAHMÂNUR RAHIYM

– 15
Dünkü paylaşımımızda Rububiyet mertebesine, Rab’be değinmiştik. Bugün Rabb’ı anlatabilmek üzere normal yaşantıdan bir örnek verelim. Çok benzemeyecek ama örneğin “anlaşılsın” kısmını alıp geçelim. Örneği getirip buraya çok oturtursak hata yaparız.
“Rab” kelimesini biz normal hayatta kullanırız; “mürebbiye” deriz; öğreten, terbiye eden anlamında. Mürebbiye gelir, bir şey öğretir, terbiye ettiği kişiyi düzgün hale getirmeye çalışır. Halk içinde kullanılan tabiriyle mürebbiye, terbiye eğittiği kişinin Rabbı’dır. “Rab” kelimesini Allah için kullandığımız için normal hayattaki o mânâ kalkar, mânâ Allah’a ait bir mânâ olur. O zaman siz hayattaki mânâlara “SübhanAllah” dersiniz, Allah’ı onlarla kayıt altına almazsınız. Zaten bu örnek de anlayabilmek içindi, kayıt altına almak için değil.
Meydana gelecek, vücut bulacak suretleri Hakk olarak yaratan, onları şekillendiren, terbiye eden, onlara ne gerekiyorsa hakkını veren, “Hakk mertebesi” için onlara hakkını veren RAB’dır, RUBUBİYET MERTEBESİ’dir. Rububiyet teşbihe ait bir mertebedir. Teşbih mertebesindeki mânâlar zıtlarıyla beraber dilenmişlerdir. Bu kıyası, farklılıkları, çeşitliliği sağlar ki böylece KESRET ÂLEMİ oluşur. Zıtlar yüzünden oluşan bu çeşitlilik kesret âleminin temelini oluşturur.
Tenzih Mertebesi’nin mânâlara ait kısmında her mânâ potansiyel olarak ve tüm mânâlar bir bütün olarak vardır. Yani teşbihte gördüğümüz zıtlarıyla meydana gelmiş mânâlar aslında yeni ortaya çıkmış değildirler, hepsi tenzih mertebesinde potansiyel olarak vardır, mevcuttur. Şöyle söyleyelim: Tenzih Mertebesi’nin mânâlara ait kısmı olan Vahidiyet’te her mânâ ve tüm mânâlar potansiyel olarak, hepsi bir bütün olarak vardır, ancak orada kıyas söz konusu değildir. Çünkü henüz zıtlarıyla değiller, henüz hakikatleriyle ortaya çıkmamışlar. Orada hepsi Allah indinde, Allah’ın ilminde dilenecek potansiyel olarak vardır, bir bütündür, tektir, teşbihteki gibi parça bölük değillerdir. Bildiğimiz bilemediğimiz ne varsa teşbih mertebesindekilerin hepsi, tenzih mertebesinde mânâlara ait yerde bir potansiyel olarak vardır ama bütündür, tektir. Kıyas söz konusu olmadığı için burası Tenzih Mertebesi’dir. Teşbih kıyas demektir, Tenzih’te kıyas yoktur.
 “O’dur ki, sizi Nefs-i Vahide’den inşa etti.” (En’am-98)
Nisa-1, A’raf-189, Zümer-6 da bunu anlatır: O sizi tek bir nefsten, tek bir bütünden inşa etti, tüm çokluklar oradan (orada) meydana geldi. İçinde “Nefs” geçen, “Vahid” geçen, “Nefs-i Vahide” geçen ve altı çok derin olan bu konuyu şimdi bu kadarla geçelim, esas işimiz olan Fatiha’da kalalım.
Nankörlüğe ait olanları def edelim
Teşbih Mertebesi’ndeki mânâlar aslında kayıtlardır, sınırlamalardır, orada sınırlandırılmış mânâlar oluşturulmuştur. O mânâlar sınırlandırılarak oluşturulmuştur, artık o kayıtlar kendince yeni bir haldir ve o kayıtlar, o sınırlar yeni mânâlara sebep olur ki Allah, o kayıtların tümünü merhametiyle oluşturur.
“Besmele, Allah esması, teşbih ve tenzih” gibi manalar kapsamında anlattıklarımızla bu noktaya gelmeye çalışıyorduk: Allah o kayıtları, o mânâları merhametiyle oluşturur. Dileseydi gazabıyla da oluştururdu. Bu durumda o mertebenin ismi “Rahmaniyet” değil “Gadabiyet” olurdu, mânâlar da tümüyle Allah’ın gazabının sonuçları olurdu. Ama öyle dilemedi. Bu yüzden O RahmânurRahıym’dir. Bu yüzden teşbihe açılan kapı Merhamet kapısıdır, teşbihe geçiş merhamet süzgecindendir. O kapıdan hangi mânâ çıkıyorsa, vücut bulacak ne çıkıyorsa çıkan şey Allah’ın merhameti sonucu dilediğidir. Çünkü rahmeti gazabını geçmiştir.
“Rahmetim gazabımın önündedir.” (K. Hadis)
“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır.” (A’raf-156)
“O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı.” (En’am-12)
Bizde idrak patlaması yapacak, Allah’ın merhametini kavramamızı sağlayacak, merhametten Allah’a muhabbetimizi oluşturacak bir ayeti de “Mâliki YevmidDiyn”i konuşurken göreceğiz.
İnsan öyle nankör ki! Kendisi için basit şeyler yapan birisi için ne muhabbetler duyuyor ama Allah için? Ayet ve hadislerde açıklananlara bir bakın. İnsanın nankör yapısı onu görmeyi ve muhabbet duymayı engelliyor. Öyleyse, o nanköre ait ne varsa hepsini def edelim. Def edelim de muhabbetin önü açılsın inşaAllah…
“Ben, merhameti kendi zatıma farz kıldım” gereği bütün kayıtlar, bütün mânâlar ve onlardan dilenilmiş suretlerin hepsi Allah’ın merhametinin eseridir, hepsi Rahmaniyet’indendir. Bu yüzden Arş’ı Rahman istiva etti. Arş’ı istiva etmesi, orayı emriyle, hükümranlığıyla kuşatmasıdır. Arşın altına ne çıkacaksa merhametle çıksın diledi, kendisine bunu farz kıldı.
Ey insan, işte Allah’ın! Sen kimsin?
Tüm kayıtlar (ilmi suretler) Allah’ın merhametinin eserleridir. Bu kayıtlardan “kendisini bilmesi” dilenenler ef’al âleminde Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile vücut bulur ki bu, Rububiyet mertebesinden Rabb ile olur, Rabbi ile olur. O kayıtlardan biri ef’al âlemine gelmiş ve Allah onun kendisini bilmesini diliyor, kendini fark etsin, o haliyle kendisine “BEN” desin istiyor. O haliyle kendine “BEN” desin; o haliyle kendini bilsin ve yaşasın… O kayıt orada hissetme duygusuna sahip oluyor ki “BEN” diyor. Bu büyük bir lütuftur, büyük bir merhamettir. Bütün bunlar Rububiyet mertebesi sonucudur, Rabb ile karşımıza çıkan gerçeklerdir. Ama bilinmelidir ki, asıl kendini hissetme Allah’ın Kendini Hissetmesi’dir, ayrıca bir “kendini hissetme” yoktur, dûniHi bir hissetme olamaz!
Teşbihe dalıp tenzihi unutma
“DûniHi” ifadesi çok önemli bir tariftir. Allah için kullanıldığında bu kelimenin Arapça’da bile karşılığı yoktur. DûniHi için, Allah’tan ayrı, Allah’tan gayrı gibi mânâlar sıralanıyor ama “ayrı”nın da, “gayrı”nın da kelime olarak ifade edilişleri vardır. O zaman, “dûniHi hissetme yoktur” ifadesini anlayabilmek üzere Biiznillah şöyle diyelim: Allah olmaksızın, Allah’ın ilgisi olmaksızın bir hissetme yoktur. Parça parça görünen bütün hissetme duyguları hepsi yalnızca Allah’ındır. Ayrıca bir “Kendini Hissetme” yoktur, olamaz!
“(Ey insanlar,) sizin ilahınız İlah’un Vahid’dir. La ilahe (sözde tanrılık iddiaları yoktur); illa HU, (ki O) Rahmânur Rahıym’dir.” (El Bakara-163)
Ayette hem teşbih hem tenzih var ama önce tenzih ile uyarı var, ilkin tenzih ile uyarılıyoruz: İlahınız İlah’un Vahid’dir! Böyle diyerek teşbihten alıp manayı bir yaptı; “onları öyle çok yapmayın, ilahınız Vahid’dir” dedi.
“İlahımız vahiddir” ifadesini tek bir puta tapanlar da kullanabilir; “Bizim ilahımız tek, oysa sizin şu kadar ilahınız var” diyebilirler. “Vahid” böyle bir tek değildir! Vahid, sayıyla saydığımız teklerden değil, hele “Ehad” hiç öyle değil; Ehad’ın tekliği, bizim kullandığımız cümlelerle hiç ilgisi olmayan bir tekliktir.
Bu ayet önce tenzihle uyarıyor: Teşbihle perdelenmeyin, ilahınız [sizin ilah dediğiniz] İlah’un Vahid’dir. Sonra da teşbihle uyarıyor; La ilahe! Çünkü “La ilahe” demekle siz Vahid’den çokluğa girmiş olursunuz. “La ilahe” dediğin yerde “La ilahe” dediklerin vardır. Vahid’den çokluğa girdin, şimdi uyarıyor: Hata yapma, teşbihe dalıp tenzihi unutma diyor. Bir soylu çocuk düşünün, bir mahalleden geçerken çocuklarla oyuna dalıyor, hatta yanlış şeyler yapmaya başlıyor. Kral babası gelip, oğlum soylu olduğunu unutma, daldın diyor. Benzer bir uyarıyla Rabbimiz uyarıyor: Teşbihin içerisindesiniz diye tenzihi unutmayın! Tenzihi unutmamanın yolu “La ilahe”dir! Sakın teşbihe, farklılıklara bakıp sendeki Kendini Hissetme Duygusu’ndan kaynaklanan zannla Sözde Tanrılık İddiası’nda bulunma, o zanna “La ilahe” de! Ve “illa HU” diyerek tenzih mertebesiyle bağla. Ayet teşbih ile bitiyor; “O Rahmânur Rahıym’dir.” Ulûhiyetin tenzih ucu olan HU’dan teşbih kapısı olan Rahman’a geldi: İlahınız İlah’un Vahid’dir. La ilahe illa HU; (ki O) Rahmânur Rahıym’dir.
Allah farklı varlıklar yaratmıştır, onların hepsini ilminde Rahmânur Rahıym olarak merhametiyle yaratmıştır. “B”den yani Allah isminden başladık, Rahmânur Rahıym noktasına geldik. Şimdi Rahmânur Rahıym’i kısaca görelim.
Rahmânur Rahıym nedir?
Rahman ve Rahıym isimleri, ikisi de Rahmet kökünden gelmektedir. Rahman mânâ bakımından Rahıym’e göre tüm varlıkları kaplayan bir özelliğe sahiptir. Rahman bütün yaratılmışları kaplar, merhametinin böyle bir genel özelliği vardır. Rahıym ismi Rahman’dan farklı olup özel durumlara mahsus bir rahmet lutfeder, özel hallere mahsustur. Rahman isminin merhameti Hakk ve Adalet üzerine bina olmuştur ki bu bizim için çok önemlidir. Çünkü “Bismillahir Rahmânir Rahıym”i Allah adına söyleyebilmek için Rahman ve Rahıym’i iyi bilmek gerekiyor. Rahman ismini tanımak için ilk ipucu şudur; Rahman Hakk ve adalet üzerine bina olmuştur. ADALET; yerinde, doğru mükâfat ve cezayı içerir, içinde tatlı için gerekli acı vardır. HAKK ise bir şeyin karşılığıdır. Rahman’ın merhameti mükâfat, yani ceza üzerinedir ki bu adaletin ve Hakk’ın gereğidir. Rahıym isminin merhameti ise tamamen nimet üzerine bina olmuştur, Rahıym isminde adalet olmaz. Hakk ve Adalet Rahman ismindedir, Rahıym tamamen nimet üzere bina olmuştur ve bir şeyin karşılığı değildir. Hakk bir şeyin karşılığıyken, Rahıym bir işin karşılığı değildir, ölçüsü de yoktur. Hakk’ın ölçüsü olur; şu kadar iş şu kadar Hakk, şu kadar yanlış şu kadar ceza gibi. Ama Rahıym isminin ölçüsü, adaleti, sonu yoktur ve o bir işin karşılığı da değildir. Bu özellikler yüzünden; “Rahman dünya hayatı için iken Rahıym ahirete mahsusdur” denilmişse de kanaatimizce Rahmânur Rahıym olarak hem dünya hem de ahiret hayatında bu isim geçerlidir. Rahıym yalnız ahirete ait değildir. Ama ahirete aittir zannedilir. Neden böyle kuvvetli bir zan vardır, açıklayınca kanaatime siz de katılacaksınız.
Ahiret öyle bir şey ki dünya gibi değil. Ahirette, özellikle Hesap Günü geçerli tek belge Kur’an-ı Kerim’dir. Bu gerçeğe rağmen, Kur’an-ı Kerim’i dünyada geçerli yapamıyorsun değil mi? Hesap Günü geçerli tek belge Kur’an-ı Kerim’dir, geçerli tek hayat ise imanlı hayattır. Başka hiçbir şey geçerli değil. Bu yüzden Kur’an; o gün vay yalanlayanların haline diyor. O hesap günü Rahman ismi gereği herkes yaptığının karşılığını zulmedilmeksizin, haksızlığa uğramaksızın alıyor.
Sıkça geçen “o gün” ifadesini hafif açalım: O GÜN, bir döngü olduğu için “gün” diye isimlendirilse de, uzun bir süreçtir. Adı “gün” olan böyle zor ve aziym bir süreçte sırf nimet olan Rahıym çok belirgin hissedilecektir. Başka bir şey yok ve tek işe yarayacak şey Allah’ın Rahıym ismi. Düşünün, o isim o zaman nasıl hissedilir? O ismin mü’minler için ahirette devreye gireceğinin zannedilmesi bu yüzdendir. Rahıym ismi ahirette mü’minler içindir anlayışı, sırf nimet olan Rahıym isminin o zor günde çok belirgin hissedilmesi, görülmesi ve yaşanması halinin ifade tarzı gibidir, öyle bir zann, öyle bir algı oluştuğu içindir. Bir diğer nedeni ise, dünyada bu kadar çokluğun içinde o ismi göremiyor olmaktır, yani Rahıym isminden perdelenmektir. Rahıym ismi olmasa halimiz, yani inananların hali nice olur? Hayatınıza bakın lütfen! Allah’ın lutfettiği ve hiçbir şeyin karşılığı olmayan o kadar çok destek, o kadar çok yardım göreceksiniz ki Allah’tan…
Bütün yaratılanlar payını Rahman’dan alır.
İnanan inanmayan tüm insanlar merhamet payını Rahman isminden alırken Rahıym ismi iman nuruna mahsustur ve merhamet üstü bir merhamettir; Rahman’daki “merhamet” diye tanımladığımızın bile dönüp, “merhamet” diyeceği bir merhamettir.
Rahıym’deki bu merhamet üstü merhamet yalnızca İman Nuru’na Mahsustur; yani iman nuru taşıyanlara, müminlere mahsustur…
İnşaAllah Pazartesi günü, “Besmele’nin hayat tarzı olması için, Besmele ile hallenmiş olmak için, insanın cildinden Besmele’nin okunabilmesi için ne gerekiyor?”u paylaşarak devam edeceğiz.
Allah’a emanet olunuz.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti