Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SENİN GÖREVİN İSTEMEK VE ÇABALAMAK! KURTARMAK ALLAH’INDIR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 23 Mayıs 2017 Salı 12:00:29
 

– 107-
“Rasûl sizi Rabbinize îman etmeniz için davet ederken ve (Allah) sizden söz almış olduğu halde, size ne oluyor da Allah’a îman etmiyorsunuz? Eğer mü’minlerseniz.” (Hadîd-8)
Önceki yazımızda paylaştığımız ayetler bize tasarruf sahibi olduğumuzu gösterdi. Şimdi o tercih yetkimizle ilgili ne yapacağımıza, nasıl davranacağımıza danışmanlık yapan bir âyetle uyarılıyoruz.
Bir emanet ki; o kadar zor,
o kadar riskli bir emanet

Emanet nedir? Bir kaç cümle ile “emanet” konusuna girelim ve onu üç özelliği ile tanımlayalım. Emanet şimdi sende ama senin değil bir şeydir. Bir özelliği budur: Şimdi sende ama senin değil. Bir diğeri: Emanetin taşıma ve teslim kuralları vardır. Bir diğeri: Bütün bunlar o emaneti tutana sorumluluk yükler. Dolayısıyla, âyetlerden öğrendiğimiz emanet Allah’ın bize kendi “BEN” deme yetkisinden “Siz de yararlanın, siz de kendinize BEN deyin” diyerek verdiği yetkidir. Öyle olunca emaneten söylediğimiz “BEN” bizim değildir. Ama şimdi bizde! Onu kullanma kuralları var. Ve o bize bir sorumluluk yüklüyor.
Kendisine emanet verilen kişi o emanetle ilgili deneniyorsa (imtihan geçiriyorsa yani emanetle ilgili fitneye uğruyorsa) insan için Tercih Yetkisi adaletin gereği olarak asıl emanettir. Reddedemeyeceğimiz şekilde anlıyoruz ki asıl emanet budur. Emanetin kapsamını görüyor musunuz, neleri yanında tutuyor? “BEN” demek bir mıknatıs. Ama orada neler var? Eğer sen, “BEN” demek olan emanetle imtihan geçiriyorsan, emanet bunun üzerineyse, “BEN” demekle ilgili fitneye tabi tutuluyorsan, yani Allah adına mı “BEN” diyeceksin, kendi adına mı “BEN” diyeceksin diye sınanıyorsan ve bunu yaparken de senin “Tercih” yetkin varsa, o zaman göreceksin ki asıl emanet, “BEN” demenle birlikte senin dünyadaki “Tercih” yetkindir. Bu o kadar zor, o kadar riskli bir emanettir ki…
Sonuç olarak Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisi ve bu yetkiyle insanın kendini takdim için “BEN” demesi emanettir. İnsan bu emanetle fitneye uğrar ve denenir. Emanetin esasını oluşturan ve Hakk ile bâtıl arasında tercih yaptıran yetki insanın ölümüyle elinden alınır,  “T” gider, Muhtariyet Gücü kalır. Ölümle birlikte onun “T”si alınınca, o güç kalkınca insan kıskıvrak yakalandığını anlar, hemen.
Vazgeçeceğin şey Allah’a karşı
“Ben de varım” demektir, yaşamak değil!

Muhtariyeti Tercih Gücü ve “BEN” deyişimizin emanet olduğunu Kur’ân’dan öğrendik. Bu emanetle ilgili bir prensibi hatırlayalım ve yeri geldikçe tekrar edelim, çok faydalı olur. Çünkü o prensip hem ameli tanımlıyor hem emaneti nasıl kullanacağımızı anlatıyor: Muhtar değilsin, ama muhtarmış gibi davran. Ancak; muhtarmış gibi davranmak seni muhtar duruma düşürmesin. Muhtarmış gibi davranırken “Müstakilen VAR ve Muhtarım” algısına düşme. Çünkü; ayrıca, Muhtar olan veya Muhtar olmayan yok, İLLA ALLAH. Davranış prensibi budur. Eğer kişi Allah yolunda ilerlemek istiyorsa “Müstakilen VAR ve Muhtar olan Allah’tır” idrakıyla ama muhtar gibi davranmalıdır. Hem de deli gibi…
Bir yere halifenizi gönderdiniz ama sizin adınıza hiçbir şey yapmıyorsa “Niye gönderdim seni oraya” demez misiniz? Masraf yaptım, yolluk verdim, mertebe verdim, seni oraya kendi adıma yetkilendirdim, ortada ne var? Kenarda duruyorsun. “Yetkilerim benim değil, ben müstakil değilim” deyip oturmuşsun, hiçbir şey yapmıyorsun. Olur mu? Böyle din anlatılabilir mi? İkisi farklı şey, dikkat edin. Elbette sen müstakilen var ve muhtar değilsin. Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır. Sen var görünen haline O’nun adına “BEN” diyorsun. İşte o “BEN” deyişinle, Allah için, yapabildiğin kadar muhtar gibi davranacaksın. O zaman Halifetullahlığının hakkını verirsin. Yanlış ve yasak olan, Allah’a karşı “Ben de varım, muhtarım” demektir. Allah’a muhalif olan kişi muhtariyetini sonuna kadar kullanıyor, inanan kullanmıyor, vazgeçmiş. Doğru olmaz. Vazgeçeceğin şey Allah’a karşı “Ben de varım” demektir, yaşamak değil! Başlangıç çizgisini tarif ediyoruz. Allah’ın verdiği yetkiyi kullanarak Allah’a karşı savaş açmaktan vazgeçeceksin. Allah’ın verdiği emanet olan o yetkiyi kullanmaktan vazgeçmeyeceksin, onu sonuna kadar kullanmalısın. Ne kadar kuvvetli kullanırsan Allah adına o kadar makbul halife olursun. “Bir Halife gönderdik ama hiçbir şey yapmıyor” denilen mi, yoksa “bir halifemiz var, bizim adımıza ne işler yaptı” mı makbuldür? Öyleyse: Bileceksin ki bu emanet konusunda muhtar değilsin. Ama muhtarmış gibi davranacaksın. Ancak muhtarmış gibi davranmak seni muhtar hale düşürmeyecek, tuzağa düşmeyeceksin. Çünkü ne muhtar olan, ne muhtar olmayan bir şey söz konusu değil. İlla Allah.
Emanet senin “Tercih” yetkindir,
Allah adına “BEN” deyişindir
Emanet anlaşıldı mı? Tercih yetkisi ve bu tercih yetkisini kullanan “BEN” deyiş insan için emanettir.
“Muhakkak ki; Biz, o emaneti Semâvat ve Arz’a ve dağlara arz ettik de onu yüklenmekten imtina ettiler ve ondan korkup sakındılar. Onu insan yüklendi. Muhakkak ki; o (insan) çok zâlim, çok câhildir. Allah, münafık erkeklerle münafık kadınları, müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırsın ve Allah mü’min erkeklerle mü’min kadınların tövbelerini gerçekleştirsin diye (insan o emaneti yüklendi). Allah Gafur’ur Rahıym’dir.” (Ahzâb; 72, 73)
Emaneti semâvata ve arza arz ettik, korktular! Bu ayete rağmen hâlâ karaciğere, beyne, böbreğe emanet derseniz olmaz. Semâvat ve arza bunlar teklif edilmiş de onları mı istememişler? Emaneti öyle tarif ederseniz olmaz. Emanet senin “Tercih” yetkindir, Allah adına “BEN” deyişindir. Allah adına “BEN” demekten ve Hakk ile bâtıl arasında tercih yapmanın riskinden semâvat ve arz korkuyor. Bu kadar riskli bir iş yüklendin. Ama büyük başarıların riskleri de büyük olur. Rabbin demek istiyor ki: Evet, risk büyük ama başarın da çok büyük olacak. İnsan çok zâlim ve çok câhil ama böyle bir risk, böyle bir emanet yüklendi. Bu emanet ona neden verildi? Münafık erkeklerle münafık kadınlar, müşrik erkeklerle müşrik kadınlar azaplandırılsınlar diye. Bir de mü’min erkeklerle mü’min kadınların tövbelerini Allah gerçekleştirsin diye. Tövbe dönüş yapmaktır. Dönüş yapmayanları, emaneti yanlış kullananları azaplandırsın, kendini içinde bulduğu esfele sâfiliyn yapıdan dönüş yapanın da dönüşünü gerçekleştirsin diye bu emanet var. Âyetten anlıyoruz ki bu emanet çok değerli, risk büyük. Ama karşılığında başarı ve ecri de büyük. Onu yüklenen insan ise zâlim ve câhil olarak tanımlanıyor.
Senin görevin istemek ve çabalamak!
Kurtarmak Allah’ındır
“Onu insan yüklendi. Muhakkak ki o çok zâlim, çok câhildir.”
Kesret dili ile bakacak olursak, fitne özellikli bu imtihanın gerçekleşebilmesi için, yani kişinin fitneye/ikileme maruz kalabilmesi için zâlimlik özelliği olmalıdır. Asıl zalimlik nedir? Asıl/birincil zâlimlik birbirimize yaptığımız yanlış davranışlar değildir. Kur’ân’ın bahsettiği asıl zâlimlik Allah’a karşıdır, Allah’ın hakkını vermemektir. Zâlim Allah’a zulmedendir. Bunu Allah’ın hakkını vermeyerek yapar. Allah’ın hakkını vermemek nedir? Allah’ın sana “Benim adıma BEN de” diye verdiği yetkiyi senin müstakil olarak kullanmandır. İşte zâlim oldun, Allah’ın hakkını vermedin. İnsanda zâlimlik vasfı olmazsa fitne özellikli bu imtihan işleyemez. İnsan câhil olmasa Hakk’ı duyunca hemen kabul eder. İnsanda bu sınav için zâlimlik de câhillik de acelecilik de olmalı. Acelecilik niye? Dünyayı yani peşin olanı sevmesi için. Peşini sevmeli ki, “âhiret öyle uzak ki, hatta var mı yok mu belli de değil. Buradaki köşk dururken o köşkler mi?” deyip acele etmeli. Bu özellikte olmalı ki imtihana tabi tutulsun. Bu emanetin sınavı için insanda bu vasıflar lazım. Çünkü amaç kazanım, değişim ve sonuçta da âhiret hayatıdır. Âyetler bizi bu değişim olsun diye sâlih amele yönlendiriyor.
Bu imtihanın Nisâ-79’dan öğrendiğimiz bir özelliği var: Hasene (hidâyet) Allah’tandır. İmtihanda senin tercih yapıp gayret göstermen gerekiyor. Kazanım ve değişim için insana düşen görev istemek ve çaba göstermek seviyesindedir. Böyle yaptı diye (istedi ve gayret etti diye) mutlaka sonuca ulaşacak değildir. Ama Ahzâb-73. âyet bizi müjdeliyor; Allah Gafûrun Rahiym’dir. Yani sen isteyip çabalayacaksın, Gafûrun Rahiym olan Allah seni kurtaracak. Senin görevin istemek ve çabalamak! Kurtarmak Allah’ındır; hidayet Allah’tandır.
Kesret âlemindeki dünya hayatı yaşantısında Allah kendisine de rol vermiştir. Şöyle: Kader’i yazarken “Allah da şunu yapacaktır” diyen bir rol. “Allah bilecektir, Allah hidayet edecektir” denilenler, kader konusunda Allah’ın kendisine verdiği o görevler içerisindeki işlerdir. Allah “Kendisine merhameti farz kılmıştır” diyerek kesret âleminde kendisini merhametli olarak görevlendirmiştir. Bu anlatımlar hep kesret diliyle böyledir; bu anlatımlara bakıp kaderi yanlış yorumlayan mânâlar çıkarmayın. Sen istersin, Gafûrun Rahiym olan Allah verir. Bu görevi, ef’al âlemindeki bu yaşantıda Allah kendisine vermiştir. Bu sistemde insan istemekle, çabalamakla elde edemez. O ister, çabalar, Allah verir. Bunu Bakara Sûresi’nden de öğreniyoruz:
“Allah îman edenlerin Veliy’sidir. Onları zulmetten nûra çıkarır. Fiilen küfür halinde olanlara gelince, onların evliyası Tağut’tur (dûniHi algı sonucu var ve muhtar zannettikleri güçlerdir). Onları nûrdan zulmete sokar. İşte onlar ashabun nârdır. Onlar onda ebedi kalıcılardır.” (Bakara-257)
“Emaneti olmayanın îmanı,
ahdi olmayanın dini yoktur.”

İsteyenin, gayret edenin velisi, kurtarıcısı Allah’tır. Onu vehmin zulmetinden, esfele sâfiliyn karanlığından alır nuruna dâhil eder.
“(O mü’minler) ki, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.” (Me’âric-32)
Lütfen bağışlayın, paylaşımlarımızda bazen eleştiriyor pozisyonunda kalabiliyorum. Onları endişelendiğim için o telaşla, doğrunun fark edilmesi ve yerleşmesi telaşıyla söylüyorum. Onlara eleştiri değil de bir uyarı gibi bakın. Allah muhafaza etsin, hele de müslümanları eleştirmekten çok korkarım.
 “O mü’minler ki, emanetlerine ve ahdlerine riayet edenlerdir.” Bu âyet birçok yerde açıklanırken normal hayattaki emanetler ve sözler gibi yorumlarlar. Olmaz! Onu Muhammedî olmayan da yapar. Bir hristiyana, bir ateiste bir şey emanet edersin, ona gözü gibi bakabilir. Bir söz verir, yerine getirir. Âyetin onlarla ne ilişkisi var? Bunu yaptı diye o şimdi cennete mi gidecek? Âyetteki ahd ve emanet farklıdır. Emaneti yanlış tarif ederseniz olmaz, ahdi yanlış tarif ederseniz olmaz. Amacım eleştirmek değil, doğruyu sık ve kuvvetli vurgulamak. Anlayalım diye.
 Dikkat edecek olursak âyette iki şey birlikte geçiyor; emanet ve ahd (söz). Bu tesadüf müdür? Hayır! Demek ki emanet ve söz arasında çok önemli bir ilişki var.
Efendimiz (SAV) buyuruyor; “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dini yoktur.”
Emanet ve ahd birlikte, beraberler. Emanetle îman, ahd ile din ilişkilendirilmiş. Bu hadis, Mearic-32 âyetini anlamayı da kolaylaştıracağından, “Emaneti olmayanın îmanı, ahdi olmayanın dini yoktur” hadisini tefekkür etmeye, anlamaya çalışacağız, inşaAllah.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti