Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

TEK GERÇEK: “LA İLAHE İLLA ALLAH”

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 24 Ocak 2018 Çarşamba 13:34:23
 

– 87 –
Hz. Ebubekir Es Sıddıyk diyor ki: Ben neye bakarsam önce Allah’ı sonra baktığımı görürüm. Onun “baktığım şey”i görürüm dediği, karşıdakinin KENDİNİ NE SANDIĞI’dır. Önce Allah’ı görür, sonra da Allah ona kendini ne sanma görevi vermişse, yani “kendini şöyle san” demişse odur, sonra onu görüyor, hitap ederken de bu idrakla sesleniyor. Kendini Hüreyre sanması dilenmiş diyor ve “Hüreyre” diye sesleniyor. Bunu biz yapabilir miyiz? Tabi yapabiliriz. Önce Allah’ı görmek öyle çok mümkündür ki. O kadar mümkün ve o kadar kolaydır ki. Ama o mekanizmayı çalıştırmak lazım. Hatırlayacaksınız, çok basit bir örnek vermiştim. Ben bir tiyatrocuyum, hafta sonu oyunum var, sizleri de davet ettim. Sahnedeki rolüm bir fakir. Salonda kimse beni tanımıyor, sadece siz tanıyorsunuz, sahneye çıktım. Siz bana baktığınızda “fakir çıktı” demezsiniz değil mi? Önce beni, sonra rolümü görürsünüz. Demek ki bu mekanizma bizde var, yeni bir şey gerekmiyor. Allah’ı anlamak için hiç yeni bir şey gerekmiyor. Sadece tanrılıktan kurtulmak gerekiyor, o kadar! Yeni bir yeteneğe ihtiyaç yok, hepsi var. Sadece var olanı Allah yolunda harcayacağız, bu kadar. Yani var olan yeteneği İNFAK edeceğiz. Allah bu yeteneği bize vermiş, gördünüz. Önce beni, sonra rolümü görüyorsunuz, beni tanıyıp sonra da “fakir rolünde çıktı” diyorsunuz. Ama “beni bilmeyenler” ne diyor? Onlar “fakir çıktı” diyor. Bir ara Avrupa Yakası diye bir dizi vardı. Orada Burhan”ı görünce “Burhan geldi, Burhan şöyle” diyorduk. Onu “Burhan” olarak tanıyoruz, esas adını bilmiyoruz. Peki, onu babası da mı Burhan olarak biliyor? Tv’de görünce “bizim oğlan Burhan rolünde” diyor. Tanımayan Burhan diyor, hatta onu Burhan diye tanıyor. Ahmed’i Ahmed diye, Hüseyin’i Hüseyin diye tanımak gibi, onu da Burhan diye tanıyoruz. Babası da “bizim oğlana dizide Burhan diyorlar” diye düşünüyor. Hz. Ebu Bekir (RA) de öyle, o da baktığı zaman “ona Rasul diyorlar, buna Enes diyorlar” diye düşünüyor. Hani o önce bir şeyi görüyor ya, bu Hazreti Ebubekir’e ait bir mekanizma mı? Hayır. O, var olan yeteneği Allah yolunda kullanıyor, İNFAK ediyor. Bu bir yetenek, o bunu Allah yolunda kullanıyor. Verileni Allah yolunda kullandığında kişi ZEKÂT vermiş olur, sevabından vermiş olur. Demek ki biz de baktığımızda bir şeyin Hakikatini görebiliyoruz. Bunu Allah yolunda kullanmak gerekiyor. Onu Allah yolunda kullanmak bizi Şehid ismi kapsamına götürür, şahitliğe götürür. Burada “Edeb ya HU” başlıyor, EDEB bu anlattığımızın içindedir. “B” hayatındaki Edeb tanrıların birbirlerine olan saygı biçiminin ismi değildir. “Edeb Ya HU” denilen Edeb, Hz. Ebubekir’in ifade ettiği o hayat tarzındaki hallerdir, fiillerdir.
“NİYE HAKK YOL BANA O KADAR TESİR ETMİYOR, HAYATIMIN ÖNCELİĞİ HALİNE GELMİYOR?”
Paylaşımlarımızda sık olarak “A” ve “B” diye bahsettiğimiz şey, fark etmesi dilenen için o kadar önemlidir ki. Bazen bunun önemini anlatamadığımı düşünüyorum, bu önemi vurgulayamadığım için o kadar çok üzülüyorum ki. Örneğin, yine böyle bir yazıda ben sizlere “elimde bir preparat var, beyne, kalbe, karaciğere çok iyi geliyor, onu fark ettim, kullanıyorum” demiş olsam büyük ihtimalle dinleyenlerin çoğu “o preparat neydi?” diye arar, sorar, bulur ve kullanmaya başlarlar. Ama “A” nedir ve ondan nasıl kurtulurum, “B” nedir, yaşantısı nasıldır, bunları hiç merak etmiyoruz. Bu nasıl iş? Herhangi bir yerimize fayda sağlayacağına inandığımız bir şeyi kafamıza yazıyoruz, onu mutlaka öğrenip elde etmek için çalışıyoruz, ama ahiretimizle ilgili önemli bir bilgiyi okuyup geçmek bize yetiyor, telaşına hiç düşmüyoruz. Yoksa bu hal sadece bana mı tuhaf geliyor? Düşününce diyorum ki, demek ki ben A ve B’nin insan hayatındaki yerini, önemini yeterince izah edemiyorum. Bir yılı aşkın süredir gündemimiz bu, ama bir telaş yok. O telaşı göremeyince kendime; demek ki, sen konuyu yeterince izah edemiyorsun diyorum. Çünkü dünya ile yani dünyaMızla ilgili bir konu olduğunda bir telaş ve heyecan görüyorum, o sıkı takip ediliyor, ama “dünyaNızdan bakışı” söz konusu olunca aynı telaş yok. Aslında fark eden için bu “neden böyle?” rahatsızlığını getirmelidir. “Neden böyle oluyor?” derken fark etmek gereken şudur: Acaba benim akıbetim cehennem mi, akıbetim cehennem olduğu için mi dünyaM peşindeyim? Diyelim ki bu sorgulamayı yaptınız ve fark ettiniz ki, cehennemlik işler size daha cazip geliyor. O zaman “benim bu yazılarla ne işim var, niye uğraşayım, akıbet belli” mi demek gerekiyor? Hayır, öyle düşünmemek lazım. Bunu fark edip, rahatsızlığını duyup tövbesine girin. O tövbenin getireceği yeni hayata giren kazanacaktır. Belki kaderinizde böyle bir çizgi vardır. Efendimiz (SAV)’in şu hadisini hatırlayalım: “Kişi cehennemlik amellerle meşgul olur, cehenneme girmesine bir kulaç kalır, ama yazısı gelir, cennetlik ameller yaparak cennete gider. Kişi cennetlik amellerle meşguldür, cenneti kazanmasına bir kulaç kalır, ama yazısı gelir, cehennemlik ameller yapmaya başlar, cehennemlik olur.” Allah muhafaza etsin… Bu hadisin ilk kısmı insana şu kapıyı açıyor: Kişinin, “Ben neden dünyaM konulu heves ve telaşlar içerisindeyim, niye Hakk yol bana o kadar tesir etmiyor, hayatımın önceliği haline gelmiyor?” diyen bir pişmanlıkla bu yola girmesi dilenilmiş olabilir. Onun kaderi içinde o telaşın getireceği tövbe, cennete olan açılımı sağlayacak duayı oluşturacak olabilir, kaderinde öyle bir çizgi olabilir. Ama “bu neden hayatımın önceliği olmuyor?” telaşına mutlaka girmek, bu telaşı derinden yaşamaya çalışmak lazım. Bu yüzden konumuzun tüm aşamalarını oluşturan tek cümle La ilahe İllallah’tır, Kelime-i Tevhid’dir. Rasulullah (SAV)’in Sefa Tepesi’nde açıkladığı buydu; La ilahe illallah. Buna anlam verirken, “La ilahe, hiçbir şey yok, illa Allah dedik. Hatta “var” bile demedik. “Var” kelimesinin bir sınır getireceğinden korktuk: Bir şey yok aslında; (la ilahe,) illa Allah. Yola çıkışımızın, konuyu ortaya koyuşumuzun bir yanı buydu: La ilahe (bir şey yok), İlla Allah.
GERÇEK HAYAT NEDİR? CEVAP AYETLERDE
Bakara-255, Al’u İmran-2: “Allahu La ilahe illa HUvel Hayyul Kayyum.”
Her iki ayetin baş kısmı Kelime-i Tevhid’deki gibidir; Allahu la ilahe illa HUdur ve “La ilahe illallah” manasındadır. Ancak Kelime-i Tevhid’e bir özellik ekleniyor: La ilahe, hiç bir şey yok; illa Huvel Hayyul Kayyum; ancak O Hayy ve Kayyum’dur. Burada yakalamak istediğimiz bir mana var, işi hayata getirmeye çalışıyoruz, yaşadığımız hayatı tarif etmek istiyoruz, hayatı ayetle tarif etmek istiyoruz. Hayatı niye tarif etmeye çalışıyoruz? Çünkü biz “hayat” diye, gerçek hayattan başka bir şeyi tarif ediyoruz, başka bir tarifle meşgulüz. Peki, gerçek hayat nedir? İşte onu şimdi “ayetlerle” tanımlamaya çalışacağız.
La ilahe, bir şey yok, illa Allah. Ve yakaladığımız bu “illa Allah” kapsamı içerisinde düşünüyoruz ki hayat Hayy ve Kayyum olan Allah… Yani Hayy olan Allah, hayat da Allah’ta, gayrı yok, başka bir şey yok, Allah’ın dışında bir hayat düşünmek muhaldir, “La ilahe” kapsamına girer. La ilahe illallah demek, başka bir şey düşünmek yok demektir. O zaman, hayat diye düşüneceğimiz şeyi Allah’tan gayrı, O’nun dışında düşünmemeliyiz. Burada hemfikiriz miyiz? Hayat diye düşüneceğimiz şeyi, tanımlayacağımız şeyi Allah’tan gayrı düşünmemeliyiz. Peki, ama nasıl düşüneceğiz? Allah diye nasıl bir şey düşünmeliyiz? Zihnimizde biraz somutlaşması için onu nasıl düşünmeliyiz? Bunu Kur’an öğretiyor. Öyleyse Allah tanımını bizzat Allah’ın kendinden alarak düşünebiliriz. Bizzat kendisinden alacağımız bu tanım İhlâs Suresi’dir: “De ki; Hu AllahuEhad, AllahusSamed, Lem yelid ve Lem yûled ve Lem yekûn lehu küfüven ehad.” Bu yüzden, İhlâs Sûresi aslında bizim hayat döngümüzün tarifidir. Bu gözle bakınca İhlâs Sûresi’nin farklı bir mana ifade ettiğini görürüz.
 “La ilahe illa Allah” dedik ve Allah dışında bir şey düşünemedik, buna hayat dâhildir. O zaman hayatı tarif ederken Allah dışında düşünemeyeceğimiz için hayata İlla Allah gözüyle, o kapsamda baktığımızda karşımıza İhlâs Suresi’yle tanım çıkacaktır. Yani Allah’tan gayrı bir şey düşünmeden hayatı tanımlamaya çalışırsak yine Allah tanımına bakmamız gerekecektir. Çünkü hayatı onun içinde tanımlamış olacağız. Öyleyse Allah’ın Bizzat kendisinin tanımlayışına bakalım: Allah sana sorulduğunda “de ki, Allah; Hu Allahu Ehad, Allahüs Samed, lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu küfüven Ehad.” Bizim aradığımız, hayatı anlatan tarif budur. Bu nedenle ona İHLÂS HAYAT DÖNGÜSÜ dedik.
Tekrar etmek bu yolda çok önemlidir. Özellikle bu konuların ve kavramların tekrarı öyle önemlidir ki. Neden? Hayat tarzı haline gelmesi için. Biz paylaşımlarımızda konuları tekrar ederken her defasında geliştirerek ele almaya çalışıyoruz. Bu paylaştıklarımız yaşanır hale gelince, öyle bir yaşantı oluşunca, konu pekişip de hayat tarzına dönüştüğünde konular elbette değişecek. Mesela o zaman ele alacağımız bir konu A’MA olacaktır. Sırasının gelmesi gerekiyor… Ama şimdilik hafif değinelim: Bir zat Efendimiz (SAV)’e gelip soruyor: Yeri göğü yaratmazdan önce Allah neredeydi Ya Rasulallah? Efendimiz; “Altında ve üstünde hava olmayan A’MA’daydı” buyuruyor. Bu cümle ne manaya geliyor, inşaAllah bunu tefekkür ediniz. Ancak şu çok dikkat çekicidir: Efendimizden bu açıklamayı duyanlar onu anlıyorlar. Bir önemli nokta da şudur: O zat yolda Hz. Ali’yle karşılaşıp bunu paylaştığında, Hz. Ali radıyallahu anh; “El’an öyle, zaten öyle, şu an da A’MA’da” diyor. Enteresan. Efendimizden böyle bir cevap alıyorlar ve bu cevap onları tatmin ediyor. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydir. Kişi “Altında ve üstünde hava olmayan A’ma’daydı” cevabını duyunca anlıyor, Hz. Ali de bunu duyunca; “zaten öyle, el an öyle” diyerek çok ileri derecede bir ilimle karşılık veriyor. Ama duyanların hepsi bu cümleyi anlıyorlar. Kavradıkları mana, gördükleri olay ve bunları kuşatan ilim, düşünmemizi gerektiren bir konu aslında…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -87-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti