Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

UZAKDOĞU FELSEFELERİNİ İSLAM DİYE SUNUYORLAR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 16 Ağustos 2017 Çarşamba 13:29:23
 

-7-
Kısa bir tefekkür antrenmanı ile başlayalım ve birlikte şu iki cümleyi tefekkür edelim. Tefekkür ederken, lütfen cümleleri yaşamaya gayret ediniz. İlk tefekkür cümlemiz bu: Ben Varım ve Muhtarım. Ben varım ve muhtarım, yani ben özgürüm. Kendi yönettiğim bir aklım, kendi yönettiğim bir gücüm, kendi yönettiğim bir mülküm var. Bütün bunlar nedeniyle ben de kendime göre hüküm veririm. Muhtariyet, ben varım ve muhtarımın üzerine kurulur hep. Şimdi bu cümleyi tefekkür için söylerken bile nasıl dikleşiyorsunuz.
Bir de; Biiznillah ben var görünenim cümlesini tefekkür edelim. Bakın ses yumuşadı. Allah buyuruyor ki; “Rasulün yanında sesinizi yükseltmeyin.” Müthiş bir uyarı. “Rasulün yanında sesinizi yükseltmeyin” denilirken, Allah’ın yanında yükseltecek misiniz? Lütfen, hayatımızın her anına dikkat edip geçmişimizdeki şımarık yaşantımıza tövbe edelim. Sesimizi yükselttiğimiz konu ne olursa olsun, sesimizi yükselttiğimiz her hal için af dileyelim, tövbe edelim. Allah var, sesimizi yükseltmeyelim. Kişi Allah yokmuş gibi düşününce kendiliğinden “Ben Varım ve Muhtarım” haline bürünüyor. Cümle “ben varım ve muhtarım” olunca tefekkürü de ona göre gelişiyor, değil mi? Ama; “Biiznillah BEN var görünenim” ifadesi daha haddi bilen bir sese kendiliğinden dönüşüyor.
Biiznillah BEN var görünenim
Şimdi bunu tefekkür edin: Biiznillah BEN. Biiznillah BEN; Allah’ın dilemesiyle var olan ve O’nun dileğiyle O’nun izniyle de o var olana “BEN” diyenim demektir. “O’nun izniyle var görünen bu kul’a BEN diyorum” diyorsunuz: Biiznillah BEN var görünenim. Kime göre var görünen? Allah’a göre. Çok dikkat ediniz, bunu tanrı ilminde detaylı gördük. Kul “Allah’a göre” var görünendir. Biz birbirimize göre varız, var görünenler birbirlerine göre vardır. Birbirlerine göre yok olmazlar. Yok olan bir şeye karşı nasıl sorumlu olacaksınız? Birbirimize göre varız, yani “var görünenler” birbirlerine göre vardır. Ama tüm var görünenler Allah’a göre yoktur. İşte siz bu tefekkürü, “Biiznillah BEN var görünenim” cümlesini Allah’a göre, Allah’a seslenerek söylüyorsunuz. Dikkat edin, “Ben Varım ve Muhtarım” sözünü Allah’a seslenerek diyemezsiniz. “Ben Varım ve Muhtarım”, bunu ancak çevrene dersin. Ama şimdi “Biiznillah, BEN var görünenim Allahım” diyerek Allah’a sesleniyorsun. Lütfen bunu tefekkür edelim; Biiznillah BEN var görünenim…
Bu iki tefekkürde, değişen kan kimyanızı yakaladınız mı, aradaki farkı hissedebiliyor musunuz? İki cümlenin tefekküründe kan kimyanız nasıl? Dikkat ederseniz yakalayacağınız, ikisi arasındaki o fark küfür farkıdır.
Eğer fuadınız “ben varım ve muhtarım”a uygun analiz ve sentezleri yapar, onlara sahip çıkar ve kalbe de onu gönderirse, kalb de nefsin şerrinin perdesi altında esarette ise, sonuç sanki kalbden geliyormuş, kalbden yansıyormuş gibi olur. Ama değildir. Bakın, bir ışığı yansıtan bir aynayı bir cismin önüne koyunuz. Yani aynayı cismin önüne koyup onunla o cismi örtünüz. Cismi örtüp sakladığınız için, ışık bu noktaya ulaşıp ta yansıdığı zaman, uzaktaki birisi ışığı cisimden yansıyor sanabilir. Oysa cisim aynanın arkasında sakladınız, örttünüz onu. İşte nefsin şerri de kalbi öyle örter, saklar, duygu ve düşünceleri onun üstünden beyne yansıtır ve beyin de o emri alır. Kalb ben varım ve muhtarım fikrine sahip çıkarsa beyne onun emrini gönderir ve beyin onun fiillerine bürünür; yürüyüşü, duruşu, beden dili ona döner. İşte o küfür tefekkürüdür.
Nefsin şerri de faşisttir, faşizan karar verir
Bu yüzden, az önce yaptığımız o tefekkür için tövbe edelim; Allahım anlamak için yaptığımız birinci cümlenin tefekküründen dolayı bizi bağışla ya Rabbi. Fuadımız anlasın, antrenman yapsın diye o tefekkürü yaptık Ya Rabbi. Hâşâ. Bir ayette, Rabbi Hazreti İsa’ya; “sen, ben ilahım mı dedin, annem ilah mı dedin, ben Onun çocuğuyum mu dedin?” dediğinde, “hâşâ, ya Rabbi der miyim öyle şey” diyecek, biz de o ayetten esinlenerek öyle diyelim: Ya Rabbi, der miyiz öyle şey? Hâşâ. O tefekkür fuadımız öğrensin diyeydi. Biiznillah BEN, “var görünenim” Allahım.
Evet, şuna da dikkat etmelisiniz; hangisinin tefekküründe zorlanıyorsunuz, incelemelisiniz. Ve ikisi arasındaki farkı iyi tesbit edip kendinize doğru cevap vermelisiniz. Cevabınız; “birinci cümleyi kolay tefekkür ediyorum ama ikincisini bir türlü kavrayamıyorum, anlayamıyorum” mu? Çok doğal.  Esfele safiliyn yapının tefekkürünün kolay gelmesi çok doğal. O zaman demek ki kurtulmanız gereken “İz”ler var. O izleri bulup kendinizde tesbit etmelisiniz.
Bir şeyi düşündüğünüzde mekanizma şöyle çalışıyor: Tefekkür yaparken fuad ilminizdeki potansiyel ve tercihlerinizden yararlanarak analiz ve sentez yapıp bir fikir oluşturuyor. Bu fikri benimsediğinizde fikir kalbte tesbitleniyor ve beyin bu tesbit doğrultusunda hareket ederek organlara emrini ona göre veriyor. Küçük bir antrenmanını yaptığımız bu sistem kendiliğinden çalışır.
Önemli olan şudur ki; bu sistemde LÜB nuru yoksa, yapılan analiz ve sentezin sonucu bellidir. Çünkü sadr’a esfele safiliyn yapı hâkim olduğu için sonuç da bellidir. Hayatta bunun örnekleri vardır. Bir yeri birileri yönetiyordur ve siz oradan ne karar çıkacağını bilirsiniz, ne karar çıkacağı belli dersiniz. Niye? O masada oturan belli çünkü. Adil değil, demokrat değil, faşizan bir yapısı var. O zaman oradan ne karar çıkacağı bellidir İşte nefsin şerri de faşisttir, faşizan karar verir.
Tefekkür fuadımızı çalıştırır
Bu mekanizmadaki önemli bir şey de şudur: Fuad, LÜB nurunun gösterdiği yolda çalışırken kalbi Haşyetullah ile tanıştırır. Şöyle açalım; fuad Hakk yolda; Rabbine yönelmiş olarak analiz ve sentez yapıp, Rabbine yönelmiş fikirler ürettiğinde bunu da kalbe kalıba döktüğünde, kalıp titremeye sallanmaya başlar; Haşyetullahla tanışır. Bu yüzden, Haşyetullah LÜB nurunun sadrdaki savaşçısıdır. Bunu bir benzetmeyle anlatalım da çok kolay anlaşılsın inşaAllah.
Vücuda bir mikrop girdiğinde savaşçı hücreler; lökositler veya bağışıklık hücreleri gider onu bulurlar ve onu organizmaya zarar vermeyecek hale getirirler. Onu ya yok ederler ya da hiç olmadı etrafını çevirip hapsederler. Veya vücuttan dışarı atarlar. Hani, çıban çıkar da boşaltılır, içi temizlenir ya, işte o yolla vücudun uygun bir noktasından dışarı atılır. Bu savaşçı hücreler gibi; Haşyetullah da SADR’da LÜB’ün savaşçısıdır.
Haşyetullah dillendirilince; hadis gereği sabah ve akşam salâtlarından sonra okuduğunuz Haşr Sûresi 21. ayete bakalım: “Eğer şu Kur’an’ı bir dağın üzerine inzal etseydik, elbette onu “Allah haşyetinden” dolayı huşu ederek çatlayıp parça parça olduğu halde görürdün. İşte bu misalleri insanlara tefekkür etsinler diye darb ediyoruz.” Bu yüzden veriyoruz bu misalleri.
Bu tanımlarla baktığınızda ayetin ne demek istediğini ne kadar kolay çözeceksiniz. Ayetteki “tefekkür etsinler diye” ifadesinin manası nasıl anlaşılır hale geldi, bakın. Hatırlayınız, Hakk yolda tefekkürü ve bunun fuadla ilişkisini gördük. Hakk yolda tefekkür; fuadın Hakk yolda analiz ve sentez yapmasının ismidir. Bu yüzden çok önemli bir ibadettir. Çünkü oradan çıkacak fikirler kalıba dökülecek ve böylece yeni suretlerimiz olacak Hakk yolda. “Tefekkür” bunun için önemlidir; fuad çalışsın, yeni kalıplara yeni fikirler döksün ve sizden o yeni fikirlere uygun suretler çıksın. Demek ki, Kur’an’daki ayetlerin, verilen misallerin bir önemi de; tefekkür etmemiz için olmalarıdır. Yani fuadımızı çalıştırmamız için.
Uzakdoğu felsefelerini insanlara
“İslam” adı altında sunuyorlar

“Eğer Kur’an hakikatini dağın üzerine inzal etseydik haşyetten parçalanırdı.” Bu kısım da bizim için önemli bir ipucudur. SADR’ı nefsin şerri yönetirken orada “ben varım ve muhtarım” dağı vardır. “Kendisini Kaf Dağı’nda sanıyor” denir ya. Hatta “küçük dağları ben yarattım” sanıyor, “yürüyüşüne bak.” denir. İnsan açısından baktığınızda buradaki dağ; sizdeki Sözde Tanrılık İddiası’dır. O zaman bu ayete bakışımız nasıl olur: Eğer sen Kur’an’ın hakikatini o iddianın üstüne koyar da Kur’an’ın hakikatini o iddiayla tanıştırırsan, o tanrılık iddiası paramparça olur. Eğer fuad, Kur’an’ın hakikatiyle tanrılık iddiasını çarpıştırırsa o iddia orada paramparça olur. Peki, öyle olunca ne olur? Sonuç; “HAKK geldi, BATIL rezil oldu” olur.
Fatır Sûresi 18. ayet Efendimiz’e diyor ki: “Sen ancak; Bil gayb Rablerinden haşyet duyan ve salâtı ikame edenleri uyarırsın.”
Efendimiz (SAV)’in üzüntüsü üzerine Rabbi; “Habibim, hasta olacaksın; seni dinlemiyorlar, alaya alıyorlar, açıkladığın hakikate geri dönüyorlar diye neredeyse hasta olacaksın. Sen ancak Bil gayb Rablerinden haşyet duyan ve salâtı ikame edenleri uyarırsın.” buyurdu. Demek ki kalbin tanışacağı haşyetullah, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem’in uyarılarını kabullenmemiz, anlayabilmemiz ve uygulayabilmemiz için de çok önemli. Çünkü “sen ancak öyle olanları uyarabilirsin” diyor. “Allah’ı sevenleri uyarırsın” demiyor, dikkat edin. İslamiyet’i insanlara “sevgi seli” gibi anlatmaya çalışıyorlar, bu yanlıştır, Uzakdoğu felsefelerini insanlara “İslam” adı altında sunmaktır. Neden bu anlatım tarzı rağbet görüyor? Çünkü insanların sadrlarını yöneten nefsin şerrine bu tarz çok hoş gelir. Nefsin şerri dediğimiz şeytan yapımız “benim aradığım işte buydu” der ve o yazılara, anlatımlara, bakış açılarına meyleder. Gerçekten nefsin şerrinin aradığı o! Dikkat edin, kişi o anlatılanı “din” zannederse rehavete düşer…

 

İNŞİRAH -7-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti