Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

VAHİD VE EHAD ARASINDAKİ FARK

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Mayıs 2018 Pazartesi 13:32:05
 

– 175-
Ayetler “ilahınız Allah’tır ve ilahınız Vahid’dir” der. Nas Suresi “insanların ilahı” der. Ama biz burada “Allah ilah değildir” diyoruz, nasıl olacak? O ilah nedir? İlah’ı şöyle anlayın lütfen: İnsanın idrakını yönelttiği, gözünü diktiği, ama ne olduğunu tam bilemediği ulaşılmaz yapı! İlah idrakınızı yönelttiğinizdir. Bu bir put ta olabilir, bir şöhret de. Bu yüzden Allah’a “ilah” derseniz yanılırsınız. Şu önemli: Sizin zihninizde bir ilah oluşturma veri tabanı var. Bir şeye ilah demeniz, bir şeye ilah gözüyle bakmanız, ilaha arzu duymanız bu veritabanı nedeniyledir. Kur’an “ilah” ifadesiyle bize, o veri tabanını Allah’a yöneltirseniz kurtulursunuz diyor. Bu veri tabanı, idrakını bir yere yöneltme, gözünü bir yere dikme, bir ulaşılmaza bakma arzusu ile fark edilir. Kişi idrakını yönelttiği şeyi tam tanımlayamıyor ve ona tam ulaşılamıyorsa o ilahtır. İlah kavramı, idrakınızı yönelttiğiniz, gözünüzü diktiğiniz yerdir, hedefinizdir. Aslında o hedefinizdir! Eğer siz hedefinizi var görünenlerden seçerseniz kaybedersiniz. Gözünüzü oraya diker, ondan ister, ona sığınırsanız o zor günde size o verilir; “seni bu kurtarsın” denir. “Bu seni kurtarsın” denir ama onun senden kaçtığını görürsün. Ayet diyor ki ilahlarınızı da sizi de Allah yarattı. Gözünüzü diktiğinizi de, idrakınızı yönelttiklerinizi de, bir şeyler istediklerinizi de, sizi de Allah yarattı! Bu yüzden, ayet “inne ilaheküm le Vahid” derken idrak hedefinizi onarıyor: “Öyleyse Allah’ın yarattığı var görünenlere gözünü dikme, idrakını ona yöneltme, onu ulaşılmaz sanma. Sendeki bu duyguyu Vahid’e yönelt” diyor.
VAHİD VE EHAD ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Bu noktada Ehad ve Vahid manalarını hatırlayalım. Ehad tektir, Vahid de tektir. Ayette neden “ilahınız Ehad’dır” değil de “ilahınız Vahid’dir” deniyor. İhlâs Suresi’nde Ehad, burada Vahid geçiyor. İkisi de “tek” ama farklı tekler! İhlâs Suresi geldiğinde “bu nasıl tek?” diye Efendimiz (SAV)’e “Ehad ve Samed”i soruyorlar, bazı örnekler verip “şunun gibi mi tek?” diyorlar. Hiç birisi gibi değil, Ehad farklı tektir buyuruyor. “Samed’i nasıl anlayalım?” diye soruyorlar, Samed’i de tarif ediyor. Biz şimdi Vahid ve Ehad farkına bakalım. Sonra, çok ileride ilerisine de sıra gelir inşaAllah.
Fikir nedir, onu açıklayarak başlayalım. Fikrin, fikirlerin bir başlangıcı vardır. Fikir sonsuzdan gelip sonsuza gitmez, bir başlangıcı var. Mesela İhlâs Hayat Döngüsü bir fikirdir. Evrenimiz için, yaşadığımız âlem için yani İhlâs Hayat Döngüsü için düşünürsek bunun bir başlangıcı vardır. İhlâs Hayat Döngüsü tek kare resimdir. Sakın, “Allah, tek kare resim olan kâinatı yaratmadan önce boştu, onu düşündü, yarattı, iş bitti, şimdi boş duruyor” gibi düşünmeyin. İhlâs Hayat Döngüsü dediğimiz bu tek kare resim de dahil, Arş’ın altı üstü, bilinenler, bilinmeyenler Allah için YOK anlamında bir AN’dı. “Bir AN”dı deyip geçip gidiyoruz ama yaşadığımız hal o AN’ın içidir. Bir AN olan İhlâs Hayat Döngüsü Fikri’yle birlikte, yani o fikrin prosedürünün başlamasıyla birlikte Vahid görülür. O fikrin öncesidir Ehad. Fikirlerin tek bir pozisyon olduğu hal Vahid’dir. Kesret âleminde birçok şeymiş gibi görünen, mana âleminde birçok zıtları ve farklı alternatifleri olan çokluklar gibi görünen o yapıların tamamının aslında tek bir hal, tek bir pozisyon olduğu halin adı Vahid’dir. Vahid’deki o fikir, mana âleminde de kesret âleminde de birçok fikirmiş gibi var görünür. Geçmiş âlimlerin Vahid isminin manasını anlamak için verdiği çok basit bir misal var, bakın. Örnekler yalnızca anlamak için olduğundan, size hissettirdiği manayı kavradıktan sonra silelim. Yoksa örnek put olur! Hissettirilecek manayı alın, sonra o örneği, o putu Hazreti İbrahim’in baltasıyla yok edin, ona “la ilahe” deyin. Bir de örnekler yaşanılan zamanın imkân ve teknolojilerine göredir. Mesela biz bilgisayardan, uçaktan roketten örnek veriyoruz. Yönetimle ilgili bir örnek verilecek olsa, şimdi hiç kimse “sultan” demez. Ama geçmiş âlimlerin yaşantılarında sultanlar olduğu için, örnek verirken doğal olarak sultan, vezir gibi figürleri örnek veriyorlar. Mesela o zaman yazı için mürekkep, divit ve hokka kullanılıyor. Bu yüzden yazı ile ilgili örneği onlarla veriyor: Bir hokka ve içerisinde mürekkep var. Siz hokkadaki mürekkeple yazı yazacak, şekiller çizeceksiniz. Hokkadan mürekkebi alıp ağaç, dağ, ev, insan gibi şekiller çizdiniz. Hokkada o şekillerin hepsini çizecek ilim var, siz onları çeşitli şekillere çevirdiniz ve hokkadan farklı şekiller çıkmış gibi oldu. Halbuki onları geri çekimle hokkaya toplasanız, ev, ağaç, insan gibi şekillerin hepsi hokkada mürekkep olarak bir bütündür, tektir. Değil mi? Burada fark edilecek mana ilmin görüntülerinin aslında ilim potasındaki tekliğidir, bu örnek onu hissettirir: Fikir farklılıklarının, teşbih âlemindeki zıtlıkların, zıtlarıyla var olanların, ilim potasında aslında hiç öyle farklı yapılarının ve müstakilliklerin olmadığını, aslında onların tek bir yapı olduğunu hissettirir. “Yapı” kelimesi bile yanlış, tek olduğunu hissettirir! Oluşan bu tek, bu fikir âleminin tekliğidir ki ona Vahid diyoruz. Ama Ehad öyle değil. Ehad’de fikir yoktur. Ehad Zatı’nın Zatı’ndaki Kendini bilen halinin TEKliğidir… Şöyle de benzetebiliriz: VAHİD ilmî sonuçların Zattaki tekliğine işaret eder, Ehad Zat’ta kendi tekliğine işaret eder. Vahid ile Ehad’ın farkını biraz anlamış olabiliriz. Demek ki ilmî suretler Allah’a göre yok olan suretlerdir, yani biz var görünüyoruz. Fikir âlemindeki bu var görüntüden kurtulabilmemiz için, gözümüzü fikirlerin birliğine dikmeliyiz; işte orası Vahid’dir. Ayette geçen ifade o yüzden Ehad değil Vahid! Gözünü dikeceğin hedeftir Vahid! Kurtulmamız gereken halin ilahı, hedefi Vahid’dir. Kurtulmamız gereken halin, idrakın, zannın ulaşması gereken nokta Vahid’dir. Allah’ın düşüncesindeki (fikir âlemindeki) bu Var Görüntüden kurtulabilmemiz için hedefimiz Fikirlerin Birliği’dir; Vahid’dir. Ayet o yüzden; ilahınız Vahid’dir, gözünü kesrete dikersen kaybedersin diyor. Kurtulmanız gereken yapının, halin de Vahid’de olduğunu anlar ve gereğini yaşarsan kurtulursun. Bu yüzden, ayette “ilahun Vahid” geçiyor. Kurtulmamız gereken idrakın, zannın ulaşması gereken nokta Vahid’dir. Öyleyse gözünü Vahid’e dik, hedefin orası olsun. Gözünü Vahid’e değil de kesrete dikme, ilahın Vahid’dir; o hedefe kilitlen. Ayet diyor ki “semavatın, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir ve doğuların da Rabbidir”. Uyarılıyoruz: Gözünü semavat, arz ve arasındakilere diken kaybeder! Gözünü Vahid’e dik, idrakını oraya çevir. Bunu fark edemez de Birbirlerine Göre Var’lara mahkûm olursanız, “Var Görünenler”in birbirlerine göre varlıklarına mahkûm olursanız, ayet sizi uyarır:
Furkan-43: “Kendi hevasını kendine tanrı edineni gördün mü?” Birbirine göre var oluş, bu var sanış, bu var hissediş hevadır. Bu hevaya tutunup onu tanrı edineni gördün mü?
 Hac-74: “Allah’ı hakkıyla idrak edemediler!” Onlar birbirlerine baktıklarında “biz varız, demek ki Allah’a göre de varız” sonucuna ulaşıyor. Ayet bu yüzden “Allah’ı hakkıyla idrak edemediler” diyor.
Bu var görünenler aslında her an yeni var görünenlerdir. Bu ne demektir?
“Semalar ve arzda ne varsa O’ndan talep eder; HU her an yeni bir şandadır.” (Rahman-29)
VAHİD OLAN ALLAH, TÜM VAR
GÖRÜNENLERİN, TÜM DOĞUŞLARIN VE
TÜM DOĞUNUN/DOĞULARIN RABBİ’DİR!

Kimden? Rabbülalemin’den, HU’dan talep eder! HU nedir? Kişi, var görünen âlemden, var görünenlerin var görüntülerinden rahatsız olduğunda, utanıp da o duygudan sıyrılmak istediğinde ulaştığı ilk istasyon HU idrakıdır. Aslında HU Vahid’in haber vericisidir, Vahid’e gidişi gösteren istasyondur. Ama henüz mahcubiyetin Vahidi”dir! Tüm var görünenlere, Var Görünen halleriyle seslenmekten mahcup olan kişi, o idrakını HU ile örter, “hiç değilse HU diyeyim” der ve HU ona Vahid’e giden yolda önemli bir istasyon olur. Ayet “ilahınız el Vahid (gözünüzü Vahid’e dikin)” dedi ya, işte gözünüzü oraya çevirdiğinizde geleceğiniz yer HU. Şimdi Rahman-29 ayetini hatırlayın: “O her an yeni şanda, bir yeni işte, yeni bir oluşumdadır.” Ve “her an yeni var görünen”i fark edin. Her an yeni var görünen! Var görünen, ama devamlı yeni var görünen; sürekli var görünen; devamlı yeni var görünenler! Böyle bakınca her an, yeni var görünüş anıdır. İşte, var görünen için doğuş budur. Ve var görünene göre o anın mekânı ise doğudur. Bazı meallerde doğu değil de doğuş geçer, şimdi doğuş yerini buldu mu? Doğunun bir ileri idrakı doğuştur, ona bir ileri idrakta “doğuş” dersiniz, ama aslında aynı mealdir. Var görünen hali evrende düşündüğünüzde, yeni var görünen için o an doğuş anıdır. Bunları ef’al âlemi olduğu için söylüyoruz: Var görünene göre doğuş noktasının bir mekânı olur, orası ona göre doğudur. Vahid olan Allah, tüm var görünenlerin, tüm doğuşların ve tüm doğunun/doğuların Rabbi’dir! Bir kere bir şey var göründü, sadece o görünenin Rabbi sanma! O tüm var görünenlerin, her an yeni var görünenlerin Rabbi’dir! Var Görünenlere başka sahipler arama! Her an yeni var görünenlerin var görünüş anlarının, hallerinin (doğuşların) ve var görünüş mekânlarının (doğuların) Rabbidir, tertipleyicisidir; ne yapacaklarını onlara öğretir, onların ef’al âlemindeki hayat şifrelerini düzenler. Bu yolda ilerleyen, Rab noktasına geldiğinde “yakîn tamam oldu” sanarsa Rab idrak noktasında kalır. Ayetteki bir uyarı da budur: İdrakınızı Vahid’e yöneltin. İlerlemesi için idraka hedef koyuyor. Ayetteki bir başka nokta da “Şandan şana akışların fark edilebilir süreçleri” manasıdır. Birçok yerde farklı tarifler görürsünüz, bu da onlara ekleyeceğiniz bir tarif olsun: Şandan şana akışlar, var görünenlerin var görünüşlerinin akışlarıdır: Var göründü, var göründü, var göründü, ne olur? İzleyen için bir süreç oluşturur. İzleyebildiğiniz var görünmeler sizin için bir süreç oluşturur. Çünkü kıpırdıyor, sana göre o kıpırdıyor. Var görünenlerin kendilerini hissettikleri ve bu hissi tanımladıkları âlem ef’al âlemidir, bu kıpırdamayı görmek de “zaman mefhumu” demektir. Kıpırdayan şeylere göre zaman oluşturuyoruz. Güneşin, dünyanın, ayın hareketine göre zaman oluşturduk. Ne hareket ediyorsa ve o rutin, periyodik bir hareketse ona göre bir zaman oluşturabiliriz, oraya zaman kavramı koyabiliriz. Şimdi zaman kavramının çıktığı yere, orijinine bakın: HU’nun şandan şana (işten işe) akışlarının fark edilebilir süreçleri dehr (zaman) kavramını oluşturur, izleyen için zaman kavramı oluşur. “Dehr” Kur’an’da sure ve ayet olarak vardır, hadislerde de geçer. Onu anlarsak dehr/zaman artık bir hakikat olur, o önemli bir var olur; var görünenden daha önemli olur. Dehr böyle tanımlanırsa, zaman karşımıza “doğuların Rabbi” anlayışı içerisinde çıkar.

 

Edep; Ya Hu -175-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER