Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Hayriye Caner

MİLLİ ŞAİRİMİZİN ARDINDAN

Millî kararlılığımızın eşsiz bir şiire dönüştüğü, Türk milletinin sinesinden çıkan ve Mehmet Akif Ersoy’un kaleminden dökülen, kendi ifadesiyle “benim milletime en kıymetli hediyem…” diye nitelediği İstiklâl Marşımız’ ın şairi Mehmet Akif ERSOY ‘un ebediyete intikalinin yıldönümü bugün.
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
– Boğamazsın ki!
– Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Yukarıdaki satırların da banisi merhum Mehmet Akif Ersoy…

Bilindiği gibi Akif, II. Abdülhamit devrinin son yılları, II. Meşrutiyet devri, Mütareke devri, Millî Mücadele devri ve Cumhuriyet devri gibi birbirinden çok farklı devirleri yaşamış; bu devirlerin büyük sosyal, siyasî, ekonomik sarsıntılarına, çalkantılarına, çöküşlerine ve yeniden kuruluşlarına, önemli değişim ve dönüşümlerine şahit olmuştur.
Toplumu derinden sarsan bu olaylar, onu da derinden etkilemiştir. Bu yüzden o, şâir tabiatının idealist, ahlâkçı ve gerçekçi yönleriyle öne çıkmıştır.
Mehmet Akif, hayal ile alışverişi kesen, her ne demişse görüp de söyleyen, hakikatin peşinde koşan, toplumdaki bütün sosyal, siyasî, ekonomik olayları gerçekçilikle anlatan ve bunlara çözüm yolları arayan, üreten; kurtuluşumuzun ancak, Millî ve dini değerlerimizi medeniyetle yani ilim ve teknoloji ile yoğurmakla olacağını savunan bir şahsiyettir.
Bu özellikleri onu, her devirde sıkıntıya sokmuştur. Bazı kimselerin, özellikle bazı aydınların en küçük menfaatler karşısında değiştiği, inançlarından taviz verdiği, gerektiğinde zulmü alkışladığı, gelenin keyfi için geçmişin bütünüyle karalandığı, hak nâmına haksızlığın yüceltildiği bir devirde, bunların hiç birini yapmayan Akif’ in, bu çevreler tarafından büyük şâir olarak gösterilmesi beklenemezdi. Akif gibi bir şahsiyetin, “Doğru söyleyen dokuz köyden kovulur” sözünü vecizeleştiren bir anlayışa karşı işi zordu. Bütün bu sebepler bir araya gelince, onun bazı edebiyat tarihi kitaplarında ve bazı yazılarda niçin küçümsenmeye hattâ yok sayılmaya çalışıldığı daha iyi anlaşılır.
Yaşadığı devri bütün yönleri ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışan Akif, aslında milletimizin acılarını, hayal kırıklıklarını ve ümitlerini bir destan havası içinde ifade etmiştir. Bir başka deyişle, vatanın sinesinden çıkmış ve milletin sesi olmuştur. Bu sebeptendir ki Mehmet Akif’i yalnızca “edebiyatçı” veya “şair” diye nitelemek, onun temsil ettiği özellikleri ifade etmek için yetersiz kalmaktadır. Vatanperver Akif, her edebiyatın, doğduğu toprağa bağlı olmakla canlılık kazanabileceği ve belli bir işlevi yerine getirmedikçe değer taşımayacağı görüşündedir. İşte İstiklâl Marşımız’ ın filizlendiği, şekillendiği ve neticede hayat bulduğu ortam, Mehmet Akif’in mümtaz şahsiyetiyle, Türk Milleti’nin emsalsiz özelliklerinin harmanlandığı böyle ideal bir ortamdır.
İstiklâl Savaşı döneminde, bilinen hiç bir ölçüye sığmayan konu, bir milletin bu kadar zor şartlarda dahi nasıl olup da birbirine sımsıkı kenetlenebildiğiydi. Konu milletimiz, bütün yokluk ve sıkıntılara rağmen, son derece güçlü düşmana karşı kazanılması imkansız görünen, istiklâl mücadelesinden galip çıkmasıdır. Türk milletinin bu azim ve kararlılığı, Mehmet Akif’in şahsiyetinde vücut bulmuş ve onun şekillendirdiği İstiklâl Marşı ile de bütün dünyaya haykırılmıştır.
İşte Millî Marşımız, milletimizin bu yüksek karakterinin temsil edildiği ve bu nedenle de “İstiklâl Marşı” olarak anılma yüksekliğine erişmiş istisnai bir metindir… Türk milletinin dünyaya bildirisi ve bağımsızlığının tescilidir… Dünyada başka bir örneği yoktur.
“Mehmet Akif Türkçe’yi harikulade kullanan, en yalın söyleşi en güçlü çağrışımla buluşturan müstesna bir şairdir. Öyle düzgün, öyle mükemmel bir üsluptur ki onunkisi, şiiri için ‘başlı başına ayrı bir şiir ülkesidir’ demek yetmez. Bana göre Mehmet Akif’in şiiri, içinde adeta binlerce yıllık tarihi barındırır. Bu büyük şairimizin eserleri, bugün de milletimizin duygularına tercüman olmaktadır.
Akif, milli bir duruş sergilemiştir ancak kavmiyetçiliği de şiddetle reddetmiştir. Zira o, bu milletin Arnavut’u, Kürt’ü, Çerkez’i ile aynı öze sahip tek bir millet olduğunu savunmuştur. Akif; yazdıklarıyla, vaazlarıyla, eylemleriyle bu milletin gönlünde ebediyete kadar milli kahraman olarak kalmaya devam edecektir.
Ersoy, şairliğini, sanatkarlığını bir misyon çerçevesinde görür. Onun derdi, milletinin, İslam aleminin kalkınması gelişmesi bu zelil vaziyetten çıkmasıdır. Söz, bunu gerçekleştirmek için vardır.
Bir şiirinde şöyle der:
“Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim;
İnan ki her ne söylemişsem görüp de söylemişim,
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek;
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
(Fatih Kürsüsü, 4. Kitap)
Zamanı yorumlayan, batı ile doğuyu karşılaştıran, Müslümanları eleştiren, onları göreve çağıran, tüm bunları yaparken o zor zamana rağmen umudu her zaman dile getiren şair:
“Karşında ziya yoksa, sağından, ya solundan
Tek bir ışık olsun buluver, kalma yolundan
Alemde ziya olmasa halk etmelisin halk
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam, kalk!”
(Hakkın Sesleri)
Birinci Dünya Savaşı sırasında düşman ordularının işgal ettiği Türk topraklarında halka yaptıkları zulmü görünce Batı’nın bu vahşetini en ağır dille eleştirmiş ve Batıyı medeniyetin beşiği gibi görenlere en sert lisan ile hücum etmişti:
“Medeniyet” denilen vahşete lanetler eder ve:
Nice yekpare kesilmiş de sırıtmış dişler!
Bakmayın hem tükürün çehre-i murdarımıza
Tükürün belki biraz duygu gelir ârımıza.
Tükürün cephe-i lâkaydına şarkın tükürün.
Kuşkulansın görelim gayreti halkın tükürün.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere,
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere…
Tükürün Ehl-i Salib’in hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Hele ilânı zamanında şu mel’un harbin,
“Bize efkar-ı umimiyesi lazım Garb’in;
O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,
Halka iman gibi telkin ile, diyenin sesini
Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!…”
Burada, yanlış anlaşılmalıdır. Akif medeniyet düşmanı değildir. O, birçok zulümler yapıp medeni geçinenlere atıfta bulunmaktadır. Aslında o, medeniyeti istemektedir. Medeniyet, ilimle sağlanacak şeydir. Demektedir:
Bu cihetten, hani, hiç yılmasın oğlum gözünüz.
Sâde Garb’ın yalnız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber gece gündüz didinin
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin!
Fen diyarında sızan nâ-mütenâhî pınarı
Hem için, hem getirin yurda o nâfi suları.
Aynı menbâları ihya için artık burada
Kafanız işlesin oğlum kanal olsun arada.
Akif, verdiği öğütler içinde zaman zaman dünyanın ahvalini, zaman zaman gelişen tekniği ve bilimi esas alır. Cehaletin en büyük felâket olduğunu belirtir:
Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehâletimiz;
Bu derde çâre bulunmaz – ne olsa – mektebsiz;
Ne Kürd elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arab;
Ne Çerkes’in, ne Lâz’ın var, bakın, elinde kitâb!
Hülâsa milletin efrâdı bilgiden mahrûm.
Unutmayın şunu lâkin : “Zaman : zamân-ı ulûm!”
Her ne şartlarda olursa olsun azmini yitirmemiştir, Akif, bunu da şu şiiriyle anlatmıştır:
Âtîyi karanlık
görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle;
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir.”
Davransana… Eller de senin,
baş da senindir!
Milletinin yaşadığı sıkıntılar karşısında onları bilgilendirmeye çalışır:
“ Bir değil mahvedilen devlet-i İslâmiyye
Girdiler aynı siyâsetle bütün makbereye
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
(Safâhat, 2. kitap, Süleymâniye Kürsüsünde)
“Ecdâdını zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?
Üç kıt’ada yer kanayan izleri şâhit
Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücâhit
Alemde tevekkül demek olsaydı atâlet
Mirâs-ı diyânetle yaşar mıydı bu millet
Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da
Mâziyi, fakat yıkmaya kalkışma bu yolda
Ahlâfa döner, korkarım, eslâfa hücûmu
Mâzîsi yıkık bir milletin âtîsi olur mu?
(Safâhat, 7. kitap, Azimden Sonra Tevekkül)
Akif’e göre, mâhiyyet-i millîmiz, mâzî, hâl ve âtî dönemeçleriyle düşünülmelidir. Buradan bütün dünya ile entegre olabilecek nesiller yetiştirilmelidir. Hoş görülü, kendisini ve muhatabını tanıyan, gelişmeleri millî kültürü içine alabilen bir nesil… Doğuyu ve batıyı bilen bir nesil. İlimle, teknikle, fenle hem-hâl bir nesil…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti