Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

OSMANLI DEVLETİ ESKİ TÜRK DEVLET SİSTEMİNE, TÜRK TÖRESİNE, İSLÂMİ VE SELÇUKÎ ESASLARA GÖRE KURULMUŞTUR

Osmanlıların yeni fethedilen yerlerde uyguladıkları sistemler arasında “Kolonizatör Türk Dervişleri” denilen şeyh, baba, abdal lakaplı ve sûfi kimlikli dinî grupların liderliğinde gerçekleştirilen iskân siyasetinin de önemli etkisi olmuştur. Anadolu’nun fethi ve İslamlaşmasında olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında da Türkleri harekete geçiren en önemli unsurların başında bu tasavvuf düşüncesi gelmektedir. Abdalân-ı Rûm, Gâziyân-ı Rûm Ahiyân-ı Rûm ve Bacıyân-ı Rûm denilen bu gruplar Anadolu’da sürekli propaganda yaparak ve Anadolu devletlerinin savaşlarına katılarak fetihlerin kalıcılığını sağlamışlardır.. Baba İlyas, Hacı Bektâş-ı Velî, Abdal Mûsâ, Geyikli Baba ve Abdal Murad, Doğlu Baba gibi sȗfîler Osmanlının kuruluş aşamasında Anadolu’da tanınan abdalân zümresindendir.
Prof Dr. Ömer Lütfi Barkan “Kolonizatör Türk Dervişleri” adlı küçük bir kitap haline getirilmiş olan makalesinde Osmanlı’nın kuruluşunda yer alan bu âlimler, aydınlar, dervişler ve esnaf zanaatkârlar konusunda bilgiler verir. O’nun Prof. Dr. Fuad Köprlü’den nakline göre Osmanlı’nın kuruluşunda İslamlaşmış Rumların ve yerli ahâlinin hiçbir tesiri yoktur. Köprülü’ye göre:
“Gibbons’un iddiasının tamamen aksine olarak bu asırda Anadolu ve Osmanlıların uç beylikleri ile diğer Türk ve Müslüman dünyası sıkı bir münasebet halinde bulunmakta idi. Bu devirde putperest Moğallara karşı islâmlaşmakta devam eden Anadolu’da tahrikâtta (bir takım hareketler de ve müdahalelerde) bulunan Altın Ordu devleti ile Suriye ve Mısır Memlükleri, velhâsıl İslâm ve Türk âleminin her tarafı, Anadolu ile sıkı bir münasebet halinde bulunmakta idi. Hudutlarda yalnız göçebe değil, Türk-İslâm dünyasının her tarafından gelmiş şehirli unsurları ve o meyanda ulemâ, şeyh ve zanaat sahibi her türlü muhacir kafilelerini cezp etmiş olması, bu noktai nazari teyid etmekte (ispatlamakta, kuvvetlendirmekte) idi” (Barkan, Tarihsiz, s.10).
Bu Konuya, Faruk Sümer Oğuzlar (Türkmenler) adlı eserinde dikkat çeker ve şöyle der:
“Diğer taraftan Anadolu’da Hıristiyan halktan 1000 (bin) evlik de olsa kitle halinde her hangi bir İslâmlaşmanın vuku bulduğu üzerinde, Türk, Bizans, Ermeni ve Arap kaynaklarında bu güne değin her hangi bir habere rast gelinmediği gibi, en ehemmiyetsiz içtimai olaylardan dahi bahsedildiğini gördüğümüz pek zengin Osmanlı arşiv vesikalarında da bu hususta bir kayıt elde edilememiştir. Öte yandan eğer toplu halde dinden dönmeler olsa idi, Müslüman olan bu yerli toplulukları Bulgaristan’daki Pomaklar, Arnavutlar ve Boşnaklar gibi, kendi ana dillerini konuşur görecektik” (Sümer, 1992, s.5).
Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Türklerin kitleler halinde Anadolu’ya yerleşmeleri ve Rumların Anadolu’yu terk etmeleri neticesine neredeyse yüzde yüzlük bir nispetle Türkleşmiştir.
“Bu vesile ile şu durumu çok kesin bir gerçek olarak söyleyelim ki, Oğuzların Anadolu’ya getirdikleri harsları, yâni kültürleri ve bu arada her türlü gelenekleri bütün hususiyetleri ile zamanımıza kadar kuvvetle yaşayıp gelmiştir. Günümüzdeki Anadolu Türklerinin de ataları olan Oğuzların harsları, ruhi davranışları ve antropolojik vasıfları hâkimdir. Bir gün her hangi bir kimse Anadolu’nun bir bölgesinde Kaşgarlı’nın Oğuzlara dair söylediklerini bu bölgedeki Türklerin dil ve davranışlarında, gelenek ve göreneklerinde açıkça müşahede edebilir. Hatta bu kimse Dede Korkut destanlarından bazılarının Anadolu’da hâlâ yaşadığını görmekle hayretler içinde kalabilir. Oysa Türkistan’daki Türkmenler bunları çoktan unutmuşlardı. Bize göre, şimdi Oğuz tipini en fazla Batı ve Güney Anadolu’da Yörük adı verilen topluluklar temsil etmektedirler. Çünkü onların komşu köylüler ve şehirler ile sadece ticari münasebetleri olmuştur. Şu sözlerden de anlaşılacağı gibi, Oğuz Türkleri’nin asıl ve gerçek mümessillerini görmek için Türkistan’ı değil, Anadolu’yu dolaşmak lazımdır”(Sümer, 1992, s.5).
“Diğer taraftan Oğuzlar, Moğol istilasından sonra kavmî varlığını, tarihi hâtıralarını ve harsını korumak bakımlarından Türk âlemini temsil eden biricik kavim olmak vasfını da taşımaktadır. Uygur, Karluk, Kıpçak ve diğer Türk kavimleri Moğol istilası üzerine varlıklarını devam ettirememişler, Moğol boyları ile karışarak yeni kavimler meydana getirmişlerdir… Bu günkü Doğu Türkistan Türkleri, Özbekistan, Kazakistan, Kara-Kalpak halkları İdil Boyu Türkleri, kısaca Orta Asya’daki Türklerin ezici çoğunluğu, işte bu Türk-Moğol karışmasından meydana gelmiş yeni kavimlerin torunlarıdır”(Sümer, 1992, s. 2). Kısacası Anadolu’da yaşayan Türkler ırk olarak ta saf kalmayı başarmış Oğuz-Türkmen topluluklarıdırlar.
Osmanlı devletinin kuruluşunda kozmopolitleşmiş olma iddiası asılsız ve delilsizdir. Aksine Osmanlı devleti ve idare teşkilatı eski Türk Devlet sistemine, Türk Töresine, İslâmi ve Selçukî esaslara göre kurulmuştur ve kuruluşunda tamamen yukarıda adı gecen Türk asıllı aydınlar, şeyhler, dervişler ve zanaatkârlar ve Türkmen toplulukları yer almıştır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti