Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

RAMAZAN AYI

Mübarek Ramazan ayımız 2 Nisan Cumartesi günü başlıyor. Bu yazımızda Rabbimizin rahmeti ve merhametinin biz inanan kullarına bir ikramı ve bir merhameti olan ve Ramazan ayı ile özdeşleşen “oruç” ibadeti üzerinde durmaya, tefekkür etmeye çalışalım.
Oruç olarak tanımlanmış uygulamalar her din ve hatta felsefede yer aldığı için dinimiz İslam’ın “oruç” dediği hal ve uygulamayı anlamamız bu yönüyle de önemli. Müslümanlar, Ramazan ayında farz olarak, diğer zamanlarda ise Efendimiz (sav)’den öğrendiğimiz sünnet oruçları tutarken, tan yerinin ağarmasından güneşin batışına kadarki sürede, şer‘an belirlenmiş haliyle oruç ibadetini yerine getirmek kast ve niyetiyle, helal kılınmış yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak dururlar. İslam Ansiklopedisi orucu böyle tanımlıyor. “Oruç” terimi diğer inanışlarda da belirli bir zaman diliminde, belirli şeylerden ve davranışlardan uzak durarak yaşamak şeklinde uygulanıyor.
İbadet kulluk yapmaktır; Allah’ın önerdiği ve razı olduğu şekilde davranmak ve hayat tarzı oluşturmak, buna gayret etmek demektir. Bu durumda, her ibadetimizde olduğu gibi oruç ibadetinde de Allah indinde makbul bir idrakta olmamız gerekiyor ki bu idrakı Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de Maide Suresi 27. Ayetinde beyan etmiştir: “Allah ancak müttakilerden kabul buyurur.” İdrakımız işlerimizdeki kastı oluşturur, bu yönüyle asıl niyet kişinin idrakıdır. Efendimiz (sav) öğretmiştir ki ameller niyetlere göredir. Demek ki idrak yani niyet çok önemlidir. Bu durumda bizim ayet gereği müttaki sınıfında yer almamız gerekiyor ki yaptıklarımız kabul edilebilir olsun. Peki, “müttaki” olmak çok mu zordur? Hayır, hiç zor değil. Müttakilik kendi içinde dereceleri olan bir hal ise de onun başladığı nokta doğru inanıştır, Allah’ı doğru tanıyarak inanmaktır.
Müslümanlar olarak şirk ehli olmadığımızı düşünürüz, bu bir açıdan doğrudur ama Efendimiz (sav)’in “ümmetim için korkarım” dediği “gizli şirk” için düşündüğümüzde böyle düşünmek yeterli olmaz. Gizli yani asıl yani en tehlikeli şirk hususunda kendimizi test etmemiz, gizli ve mevcut o tehlikeden korunmak, kurtulmak için müttaki olmamız gerekiyor. İşte bu müttakiliğin girişi, sınırı şudur: Kelime-i Şehadet veya Kelime-i Tevhid. “Tamam, bunu hepimiz söylüyoruz zaten” demeyin lütfen, bu kelimenin kastını yani manasını bilmek ve buna uygun hayat tarzı oluşturmaya çalışmak esastır. Onun manası şu noktadan başlıyor: Şehadet ederim ki gerçek VAR yani “müstakilen” VAR ve Muhtar Allah’tır. Kullar müstakilen var ve muhtar değillerdir, yani Allah’a göre gerçek bir varlıkları, güçleri, hüküm verebilme yetenekleri yoktur. Allah’a göre! Allah bakidir, öncesi sonrası olmayan gerçek VAR’dır. Kul ise fanidir yani yaratılmıştır, var gibi görünendir. Allah müstakilen var ve muhtar olarak dışı sınırı olmayandır, bu özelliğe sahip bir başka varlık yoktur. Bu durumda: Müstakilen varım ve muhtarım iddiası olarak algılanacak her tür duygu, düşünce, inanış ve davranış batıldır, Allah’a bir iftiradır ve Hakk karşısında YOK hükmündedir. İşte bu deklarasyonu yapan ve bu beyana göre hayatını düzeltme gayretine giren bir inanan “müttakilik” kapsamına girmiş demektir. Bizi lütfunla sıdk üzere bir girişle bu idrak kapısından giren kullarından eyle; bu hali bize hayrlı, kolay ve güzel eyle Allahım. Böyle yaşayıp böyle vefat etmek böyle de yeniden dirilmemiz için biz kullarına indinden özel yardımda bulun Allahım (âmin).
İslam, mutlu, huzurlu bir yolculuk için mutlaka binmeniz gereken yüksek hızlı bir tren gibi düşünülürse, bu trenin olmazsa olmazı salât/namaz ikamesidir. Oruç ise bu trende çok özel ikramiyelerin olduğu, müttakilere yani müminlere farklı hallerin yaşatıldığı bir kompartımandır. Salât/namaz bizi Allah’ın razı olmadığı duygu düşünce ve davranışlardan koruyan dijital bir muhafazadır, güvenlik bariyeridir. Oruç yanlışlardan korunma değil, Hakk yolda yüksek ivmeli bir ilerleyiş ikramıdır. Yani salat şirkten korurken oruç bizi Tevhid’de ilerleten bir nurdur. Bu yüzden “oruçluyken yalan söylenmez, oruçken şu yapılmaz” gibi yaklaşımlar doğru değildir. Müslüman oruçlu olsa da olmasa da yalan söylemez, gıybet etmez, Allah’ın razı olmadıklarından uzak durmaya çalışır… Oruç öyle değil. Biz oruça yanlışlardan uzak durmaya değil, helal olan şeyleri bile yapmamaya çalışırız, helal olanı bile yapmamayı öğreniriz. Bunun ibadetidir oruç. Tanımladığımız müttakilik idrakıyla oruç çok farklıdır ve o oruç yemek tarifleri ve “ne yeriz?” hayalleriyle geçen bir açlık dönemi olmaktan, aç kalarak fakirin halini anlamaktan veya sıhhat bulma amaçlı seanslar olmaktan çıkar ve orucun yan kazanımlarıyla değil hakikati ile karşılaşılır, biiznillah. Orucun asıl amacına yanlış inanışlı olanlar ulaşamaz ama inanmayan veya yanlış inanışlı birisi, bir hristiyan, bir yahudi de isterse aç kalarak açların duygu ve durumlarını anlamak üzere çalışmalar yaşayabilir, sağlık sıhhat bulmak amaçlı diyet ve kürler yapabilir. Yani oruçla vücudun bir biyolojik arınma (detoks) süreci yaşadığını fark edip bunun için belli saatler arasında aç kalmak oruç tutmak değildir.
Oruç ibadetindeki asıl nur nedir? Yani doğru inananın ulaşabileceği, inanamayanın ulaşamayacağı şey nedir? Oruç ibadeti “EhadüsSamed olan yani gerçek VAR olan, müstakilen VAR ve Muhtar olan ve dışı sınırı olmadığı için kendi Zatı için ihtiyaç diye bir kavramı olmayan” Rabbimizi tanıyabilmek, anlayabilmek, kavrayabilmek, böylece bize lütfedilmiş olan Samediyet nurlarını açığa çıkarabilmek ve bu idrakle yaşayabilmek için lütfedilmiş çok özel bir ikramdır, bir metottur. Bu metot inananlara yani müttakilere açık, inanamayanlara kapalıdır, şeklen değil elbette. Kimdi bu müttakiler, bu inananlar? “Allah Ehad’dir ve Sameddir yani gerçek VAR’dır, Zatının Dışı Olmayan TEKtir” inanışında olanlardır. Zaten Mülk yani varlık ve yönetimi, Güç ve Hüküm Kendisine ait olan Allah’a teslim olana müslüman denmiyor mu? Teslimiyet işte bu açıkladığımız idraktır ve ona uygun yaşama gayretidir. Öyleyse bizler oruç ibadetini bu hayalle, bu yaklaşımla yerine getirmeli ve Biiznillah Samediyet nurlarını talep etmeliyiz. Lütfediver Allahım (âmin).
Allah Samed’dir; yani Ehad olan Zatının “Dışı Olmayan TEK”liği ve “kendisinde bir boşluğun bulunmayışı” sebebiyle bir ihtiyacı söz konusu olmayandır. Bu sebeple Ehad ve Samed manaları “EhadüsSamed” olarak da ifade edilir ki Ramazan ayında bunun zikrini (Eşhedü en la ilahe illallahul EhadüsSamedülleziy lem yelid ve lem yuled ve lem yekün lehu küfüven ehad) zikrini önemseyelim ve duasını da: Allahümme inni es’elüke bi enneke entellahül EhadüsSamedülleziy lem yelid ve lem yüled ve lem yeküm lehü küfüven ehad (âmin).
Tefekkür ettiğimiz beyan ve şehadeti anlayıp kabul etmiş bir müminde oruç ibadetinin hakikati Samediyet nuruyla açığa çıkar. Oruç ibadetini diğer ibadetlerden ayıran bir farktır ki helal olanlardan belli bir süre uzak kalınır. Oruçlu olduğumuz süre içerisinde bedenimizin “ihtiyacı var” zannettiğimiz davranışlardan, isteklerden uzaklaşarak biz aslında ihtiyacımız var zanlarımızdan Rabbimizin lütfuyla kurtulmaktayız. Oruç, inanan kullara bunu da öğretir: Sen bedenî ihtiyaçlardan yani var görünen halinden daha fazlasısın, kendini bedenle tanımlama, kendini onunla var sanma, “kişi” denilince vir ayet veya hadiste “her kim” denilince hemen bedenini düşünmekten kurtul, kendini yani “canım, nefsim” dediğin “ben”i fark et; böyle oruç tut ve ibadet et; “Allahümme ente rabbi” gerçeğini anla ve yaşa.
Oruç bize bunu söyler ve öğretir, bunun bir yöntemidir. Ne kadar yüksek ve nasıl anlaşılamaz bir ikram değil mi?
İnsanın var görünen halinden daha fazlası olduğunu idrak edebilmesi, inanan için zulmetten ve kendini beden sanıştan kurtuluşa açılan bir kapıdır. Çünkü bundan ibaret olduğunu düşünen için dünya zulüm olur. Neden? Bir kere tek gayesi görünen halini yani bedenini memnun etmek olur. Yani Elif’in sadece beden mülkünden ibaret olduğunu düşünürsem, “kendimi iyi hissetmek için daha güzel olmalıyım” derim, “daha uzun yaşamak için sağlıklı olmalıyım” düşüncesine mahkûm yaşarım. Hayatım bu yolda harcanır gider. Ancak “var görünen” halimden daha fazlası olduğumu bilir ve bunun farkında yaşarsam bedenimin bu dünyada bana arkadaş olduğunu, bana hizmet ettiğini ve ölümle birlikte onu bırakacağımı bilirim. Bunu bilince bedenime elbette yine ama Allah’ın bana emaneti bir arkadaş olarak çok önem veririm. Onu Allah yolunda, Allah’ın sevdiği idrakla kullanırım. Mesele bedenden kurtulmak değildir, asıl sıyrılmamız gereken zulmani idraktaki benliğimizdir ki bu ilahlık hissiyatıyla yaşamaktır. İlahlık hissiyatıyla yaşayan bir insan kendisini var görünen hali zanneder, yani kendisini bedenden ibaret düşünüp bu bedende müstakil güç, kuvvet, mülk sahibi olduğunu zanneder, bu hisleri besleyecek davranışlarla yaşar. Bu davranışları zulmani benlikle yani nefsin şerriyle yapar. Bu zulmani benlikten kurtulmuş veya kurtulmaya çalışan bir inanan ise var görünen halini değil hissini, kendini hissetme duygusunu önemser, oruçla birlikte ona ve onunla açığa çıkan Samediyet nuruyla yaşamaya taliptir.
Allah’ım, Bizi Kerim ayın Ramazan’a ulaştır. İslam’ı üzerine bina ettiğin beş şeyi ve onlardan biri olan orucu bize kolay ve güzel, hayırlı ve mübarek eyle; indinde razı olacağın şekilde yaşatıver (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti