Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

TERCİHİMİZİN YÖNÜNÜ ALGIMIZ BELİRLER: HAKK YA DA BATIL!

İnsan ahseni takvim (en güzel hal) olarak, böyle bir idrakla yaratılmıştır; ancak dünyaya gelişle aktifleşen esfele safilin (aşağıların aşağısı) idrakla tanışarak hayata başlar. Yani insan ahseni takvim halde olmasına rağmen esfele safilin halle bu dünyada tanışır. Sonra eğer Billahi manada iman ve salih amel ile buluşursa esfele safilinden Biiznillah kurtulur, fabrika ayarı olan ahseni takvimle yeniden yaşamaya başlar. Bunu Tiyn Suresi (4 ve 5) ayetlerinden öğreniyoruz. “Ahseni takvim”i bedensel güzellik zannetmek, insanın vücudunun yaratılışı gibi düşünmek, ahseni takvimi böyle anlamak, onu anlamanın önünde engeldir, ayetimizin kastı bu değildir. Dün de bugün de kıyamete kadar da fiziksel yapısı çok cazip ama algısı bozuk olarak yaşayıp böyle de ölenler acaba insana çok cazip gelen görünüşleri sebebiyle ahseni takvim halde midirler, yoksa yanlış inanışları, bozuk algıları sebebiyle esfele safilin hali mi yaşamaktadırlar? Kur’an bir hal için “ahseni takvim” demişse o Allah indinde makbul bir halin tanımıdır, gösterişli, sağlıklı, formunda bir bedenle olmanın değil! Elbette bedeni başta beyin, kalp, karaciğer olmak üzere tüm doku ve organlarıyla Allah adına sağlıklı, zinde tutmak da insanın görevidir ama bu ahseni takvim hali korumak değildir. Her ibadette yani kullukla ilgili her konuda olduğu gibi kavramla ilgili doğru tanımda “takva” ile ilişkilidir. Her halinizde, her yaptığınızda Allah’a ulaşan sizin takvanız ise, ahseni takvim bizde takvayı etkili, daim ve geçerli kılan idraktır, bu donanımla yaratılmış olmamızdır. Efendimiz (sav)’in bir hadislerinde “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar” diyerek bize öğrettiği budur. Her insan ahseni takvim yaratılır, ama sonra… Kur’an ve Sünnet’in “ahseni takvim” yaratıldığını söylediği insan, ihlâs ve ihsan sahibi insandır ki ihlâs ve ihsan hali, idrakı ulaşmamız gereken hedefimizdir. Bu hal, bu idrak dünya yaşantısında yüksek bir gayretle, mücadele, azim ve sebatla biiznillah yeniden kazanılır. Oysa bizde vardı, neden yeniden kazanılır diyoruz? Çünkü o halin üstü dünya imtihanı gereği esfele safilin idrakla, o halle örtülmüştür. O örtünün kaldırılması için doğru imana, Hakk idraka ve bu idrakla yapılan gayretlere, böyle bir hayat tarzına ihtiyacımız var; bunun sonucu örtü kalkacak, asıl doku yeniden görünür hale, işlevsel hale gelecek yani işgalden kurtarılmış, yeniden kazanılmış olacaktır. Bu sebeple önceliğimiz işgalciyi (esfele safiliyni) def etmek, ondan kurtulmaktır, ahseni takvimi hürriyetine kavuşturmaktır. Bunu bize kolalıkla lütfediver Allahım (âmin).
Kurtulmamız gereken esfele safilin halin veri tabanı vardır, asıl kurtulunması gereken de odur. O veri tabanı dunihi algıdır. DuniHi algı insanın kendini Allah’ın dışında müstakil bir varlık olarak gördüğü ama bundan hiç rahatsızlık duymadığı hatta bu sevdiği bir veri tabanıdır. Eğer dindarsa kişi duniHi algısını Hacca götürür, onunla salât ikame eder, onunla oruç, zekat, onunla evlenme, çoluk çocuk, onunla bir hayat sürer ve hiç bir zaman aklına bu algısının yanlış olabileceği gelmez! Oysa kendini Allah’ın dışında gördüğü bu idrakla yaşadığı her hali onu Rabbinden ayırmaktadır. İşi, eşi, bedeni, evladı, malı, mülkü… Çünkü bütün bunlar, eğer biz bunlara Allah’ın dışında bir müstakillik veriyorsak bizim için zulmettir, yani ayrılıktır. Bu öyle bir zulmettir ki, eğer matematiğini çözemezsek “Allah beni sevdiklerimle imtihan ediyor” deriz: “Eşimi çok seviyordum kaybettim. İşimde çok başarılıydım iflas ettim. Çocuğumun öğrenim hayatı ve kariyeri için elimden geleni yaptım ama şimdi beni görmek bile istemiyor. Her gün düzenli spor yapıp doğru beslendiğim halde hastalıktan kurtulamıyorum.” gibi bakış açıları geliştiririz. Bütün bu örneklerde aslında görmeliyiz ki, insan Allah dışında müstakillik verdiği bir yapıdan dolayı sıkıntı yaşamaktadır. Bu yapı, eşimiz, işimiz, çocuğumuz, bedenimiz olabilir, fark etmez… Temel yanlışımız Allah’ın dışı varmış gibi (yani dunihi algıda) düşünmek, yaklaşmak ve yaşamaktır; bu algıyı biliyor olsak bile henüz ondan kurtulamamış olmaktır. Bu yanlış veri tabanından kurtulursak o zaman başımıza gelen olaylara bakış açımız da değişir. Belki sonuç değişmez, işimizi kaybedebiliriz ama iflas ettim diye bunalıma girmeyiz. Hak yolda elimden geleni yaptım, tercihlerimi Allah razılığı yönünde yapmaya gayret ettim, bu durumda yaşanan sonuca teslimim der teslimiyet içerisinde oluruz. Veya: “Çocuğumun hem aile içi hem de okul eğitim öğretimi için bir gayret içinde oldum, elimden geleni yaptım ve bunu Hakk yolda tercihlerle yapmaya çalıştım. Ancak şimdi bir ayrılık, bir zorluk yaşıyoruz” diyerek sonucun Allah’a ait olduğunun bilincinde teslim olarak ama hem kavli hem de fiili duaya sıkı devam ederek yaşarız. Ya da: “Beden Rabbim Allah’ın bana emaneten verdiği, üzerinde tasarrufta bulunduğum yegâne mülkümdü, onun için elimden geleni yaptım yani onu Hakk yolda tercihlerle kullanmaya gayret ettim; sağlıklı beslendim, hareket ettim, spor yaptım ancak mülkün Müstakilen VAR ve Muhtar olan gerçek sahibi Allah şu, şu, şu rahatsızlıkları verdi” deyip halle ve dille duaya devam eder ama teslimiyet içerisinde oluruz.
“Gücüm yettiğince” veya “elimden geleni yapmak” ifadesi önemli ama bundan ne anlamalıyız? Bir inanan için bu ifade, Kur’an ve Sünnet ışığında ne yapması gerekiyorsa gücü yettiğince o şekilde davranması, bunun gayretinde olmasıdır. Çünkü bir kul, bir inanan daima ve hep gayretinden sorumludur, sonuçtan değil! Hakk veya batıl yoldaki tercihlerimizden sorumluyuz! Ve sünnetullah gereği bu konuda Billahi manada özgürüz! Bu özgürlük bize verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisidir. Bu yetki dairesinde her kul Biiznillah özgürdür! Bunu bir örnek üzerinden anlamaya çalışalım. İşini büyütmek isteyen bir iş adamı var. Bu iş adamının özgür olarak yapacağı tek tercih Hak veya Batıl arasındaki seçimidir. Tercihini Hak yoldan yana yapmışsa ikinci adım Kur’an ve sünnetin ona bu yolda ne dediği önemli hale gelir. Bu kişi “bu konuda Rabbim ve Rasulü bana ne diyor?” diye sorar ve ısrarla bunun cevabının peşine düşer ve karşısına çok önemli bir cevap olarak şu ayet çıkar:
“Onlar ‘İşittik ve itaat ettik, Ğufran’sın Rabbimiz, dönüşümüz sanadır’ dediler.” (Bakara 285)
O artık “işittik ve itaat ettik” ayeti gereği bu yolda Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiği ne ise onu uygulaması gerekir. Böylece bir inananın davranış biçiminin nasıl olması gerektiğini öğrenmiş olduk: Birinci basamakta muhtariyeti tercih gücü yetkisini kullanarak Hak ile Batıl arasında tercih yapmak ki bu tercih insanın tek özgürlük alanıdır. Bu tercih mutlaka Hakk idrakta olmayı gerektirir; idrak duniHİ ise bu algıyla Hakk tercih yapılamaz! Yani Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini kullanan idrakın Billahi imanda sabit olması gerekiyor! İkinci basamak ise, yapılan Hak tercih sonucu açılan yolda (oluşacak hayat tarzında) Kur’an ve Sünnet bana ne diyor demek ve ona uygun yaşama gayretine girmektir, “Nasıl amel etmeliyim?” sorusuna Kur’an ve Sünnet’te cevap aramaktır. Bulduktan sonra yapacağı şey ise “işittik ve itaat ettik” deyip uygulamaktır.
Diyelim ki bir iş adamı işini büyütmek için batılı seçti. Onun artık zulmette olmaktan başka çaresi olamaz; işlerinin çok büyümesi, çok iyi gitmiş olması sonucu değiştirmez, bununla ilgili halleri sünnetten öğreniyoruz. İşini büyütmek için yaşarken içinde bulunduğu zulüm halini fark etmez, ondan kurtulmaya çalışmazsa o zulüm (karanlık) idrakı bir türlü temizleyemez. Bu yüzden yapacağımız tercihlerle ilgili olarak (ki her tercih aslında o yetkiyle bir hüküm vermedir), Kur’ân bizi “haddi aşmamamız için” diyerek uyarıyor.
“Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44)
“Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridirler.” (Maide 45)
“Kim Allah’ın inzal ettiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Maide 47)
Bir inananı fıska, zulme ve küfre düşüren şeyin, ona verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini yanlış hükümde kullanması olduğu konusunda ardı ardına ayetlerle ve şiddetle uyarılınca insan akletmeli ve sığınmalıdır. Biz de sığınıyoruz:
Allahım, bize merhametin olarak lütfettiğin muhtariyeti tercih gücü yetkisini bilerek Batıl’da kullanarak yapacağımız tercihlerden sana sığınırız; bilmeyerek bu hale düşüşlerimize ise istiğfar eder, bizi bağışlamanı dileriz ki kâfir, zalim, fasık etiketleriyle sana (ahiretine) dönmeyelim. Sen ğaybları(mızı) hakkıyla bilensin Allahım, bizi merhamet ediver ve bizi tam müdahalenle çok özel olarak koruyuver (âmin).”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti