Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

VAR’I OLDUĞU GİBİ SEVMEK

Geçen haftaki yazımızda mutluluğun kalp (akıl) ve onun ortaya çıkış ortamı beyinle yakın ilişkisini görmüş, tamamen bir akıl ürünü oluşu sebebiyle gerçek mutluluğu (mutmain nefs hali ve yaşantısını) akıl ile ilişkilendirerek anlamaya, tefekkür etmeye çalışmıştık.
Akıl ile ilişkili “gerçek mutluluk” halini yaşayabilmek için şartlardan birisi “kabul” dür. Bu kabul, ancak Billahi imanla mümkün olabilecek bir hal olan “Allah’ın kaderinden razı olma” halidir; kaderi sevme halidir, onunla didişmeden kabul halidir.
Sözlükler kabulü “bir kişinin, bir olayın veya bir durumun ya da durumların gerçekliğini özümsemek” şeklinde ifade etmektedir ancak bu tarif “Amentü Bil Kaderi” manasını kapsamamaktadır. Gerçek manada kabul, bir şeye rıza gösterme, hatta daha da ilerisi, ondan razı olma halidir. “Kabul”ü bu tanımıyla yaşantımızda aradığımızda, onun hayatımızdaki önemli tanımı “Var’ı olduğu gibi sevmek” olarak ifade edilebilir.
“Var’ı (var görüneni değil) olduğu gibi sevmek” tanımı çok tefekkür edilmesi gereken, tefekkürüyle Allah’ı tanımamıza destek olacak manalar içermektedir. “Var” Allah’tır, kullar “var gibi görünen” dir. Kullar tüm yaratılanları (ilmi suretleri, şeyi/eşyayı) ihtiva eder. Bu noktada, “Allahım, bana eşyayı olduğu gibi göster” duası (hadis kaynaklı bir dua olarak) hatırlanabilir, tefekkürüyle vird edinilebilir.
“Var’ı olduğu gibi sevmek” tanımı inananların normal günlük yaşantısında “vaki olanı sevmek” gibi, yani “Mutlak Var olan Allah’ın yarattığını sevmek” gibi de düşünülür ki bu da doğrudur. Tanımı bu yönüyle anlamak için zıddı üzerinden bazı örneklerle anlamaya çalışalım. Geçmişimizde veya şu anki hayatımızda kabul etmekte zorlandığımız durumlar yaşamış/yaşıyor olabiliriz. Örneğin bize yapılmış bir haksızlık, çocuk yaşlarda ailemizden gördüğümüz yanlış bir tutum, evlilik ve doğum günlerimiz gibi özel günlerimizde eş dost ve yakınlarımızdan gördüğümüz düşüncesiz davranışlar olabilir. Bu gibi durumlara ait anılar veya yeni yaşanan olaylar sebebiyle (kendimizle veya çevremizle) yaşadığımız bir rahatsızlık, bir didişme, geçmişimizi de bugünü de perişan etmekte, bizi zulmete atmaktadır. Dikkat edelim ki bir yanlışı görmek ve yapmamaya çalışmak, kendimizin ve ilgili olduklarımızın yanlışını düzeltmek, yanlışı düzeltmeye çalışmak farklı bir iştir ve mutlaka doğru bir yol ve yöntemle yapılmalıdır; ama didişmek çok farklı bir iştir ve inananlar onu asla yapmamalıdır.
Beklentilerle yaşadığımız sürece bilelim ki kabul edemediğimiz, kabulde zorlandığımız veya mecburen katlandığımız haller ve olaylar yaşayacağız ki bu bir zulmet yaşantısıdır. Bu zulmet sebebiyle sıkıntılar yakamızı bırakmayacaktır. İnsanların “ne yapalım, bu durumda yapacağımız en güzel davranış Var’ı olduğu gibi sevmek” şeklinde düşünmeleri yanlıştır, bir “zavallı” tesellisidir. Dikkat ederseniz orada bir sevme yani bir kabul yoktur, bir katlanma vardır! Tefekkür etmeye çalıştığımız “sevme/kabul” kesinlikle “katlanma” değildir. Bu sebeple, bir mecburiyet ve mahkûmiyet hissi ile söylenen “Var’ı olduğu gibi kabul etmek” bizim anlamaya çalıştığımız “Var’ı olduğu gibi sevmek” hali ile hiç ilişkili değildir.
Yaşadığımız durum ne olursa olsun, onunla didişmek bir veri tabanıdır (esfele safiliyn). Yaşanılanı “Var’ı olduğu gibi sevmek” kapsamında görüp yaşamak ise ayrı bir veri tabanıdır (ahseni takviym)! Ancak bu (ahseni takviym) veri tabanı ile yaklaşıldığında “akıl” kullanılıyor olur, dolayısıyla mutluluğun kapısı işte bu akılla açılır ve mutluluğa bu akılla ulaşılabilir. Lütfediver Allahım (âmin).
İnsanların çoğu kendini içinde bulduğu birçok özelliğinden (saç rengi, yüz rengi, göz rengi, tırnak rengi, dudak rengi gibi) vasıflarından razı değildir, bu konularda bile “Var’ı olduğu gibi” sevemez; değiştirmeye çalışır, değiştirmek ister! Ait olduğu aileyi, ülkeyi, toplumu değiştiremeyeceğini düşündüğü için bu gibi halleri kabul etmiş görünmek, “Ne yapalım, Allah böyle dilemiş, razı olacağız” demek de “Var’ı olduğu gibi sevmek/kabul etmek” çatısı altında bir iş olarak düşünülemez. Bütün bu yanlış yaklaşımların tümünün altında yatan şey aynıdır ve o “duniHİ algı”dır. Bu sebeple, kişi bunları kabul ediyor gibi görünür ama bazen öyle durumlar yaşarız ki, sanki Allah’ın dışı varmış gibi ve Allah emri dışında bir şey varmış gibi başımıza gelen olayı Allah’tan ayrı görürüz (o olayın bağını Allah ile kurmayız) ve kabul edemeyiz, belki katlanırız ama sevemeyiz (yani razı olmayız). Elbette sünnetullaha ters olan fahşa ve münker kapsamındaki işlerden bahsetmiyoruz, onları sevememek ve razı olamamaktan söz etmiyoruz. Bizim ilahlık hissiyatımıza ters gelen, onun hoşlanmadığı olaylardan bahsediyoruz: “O benim hakkımdı, yaptığım fedakârlığa karşı bana bu yapılır mı? Ben bunu hak etmedim…” gibi saymakla bitmeyecek, bize azap olan, ızdırap olan, zulmet olan durumlar… Bakın, “Var’ı olduğu gibi kabul”ün, “Var’ı olduğu gibi sevme”nin kısa yolu olan şu ayete kulak verelim: Nisa Suresi 147: “Eğer (DuniHi algıya sırtınızı döner de Billahi manada) iman eder ve şükrederseniz (Allah’ta, Allah’tan, Allah ile olduğunuz idrakıyla bakar ve yaşarsanız), Allah size neden azap etsin? Allah Şâkiran Aliym’dir.”
Bu ayetin kalbimize, idrakımıza şifa olacak manasal açılımı şöyle açıklanıyor: Ey insanlar! Eğer duniHİ algı ve zanlarınızdan kurtulur, “müstakilen var ve muhtarım” iddianızdan vazgeçer ve nefsinizi ilahlık hissiyatından temizlemeye gayret ederseniz, bu amaçla Billahi anlamda iman ederseniz ve her şeyi, her anı, her anın her halini yalnız ve yalnız Allah’tan bilirseniz (yani Allah’ın size verdikleri için Allah’a şükrederseniz) ve bu kabullerden dönmez, bu kabullere göre de hayat tarzı oluşturursanız Allah size neden azap etsin? Allah işte böyle (Var’ı olduğu gibi sevip de) davrananları en iyi bilen ve şükreden kullarına lütfuyla daha fazla verendir (Dündar Y., Kader Konusunu Anlamak Üzerine Bir Tefekkür)
“Var’ı olduğu gibi sevmek/kabul etmek” için, önceliğimiz Billahi anlamda idrakla “La ilahe illallah” demek, sonra da “La havle ve la kuvvete illa Billâh” deyip Rabbimize şükretmektir. “Var’ı olduğu gibi kabul etmek/sevmek” isteyen talibin bu iki zikri tefekkürüyle yaşamaya çalışması, hayatında düstur haline getirmesi halinde umulur ki Rabbimizden razı (Var’ı olduğu gibi seven) bir hayat süreriz.
Ayetimizde Rabbimizin bize öğretmesi ile öğreniyoruz ki; Billahi anlamda imanla birlikte yapacağımız şükür Rabbimizden razı olmayı (Var’ı olduğu gibi sevmeyi) gerektirir.
“Var’ı olduğu gibi sevmek/kabul etmek” hali il şükür halinin sıkı ilişkisi sebebiyle, Billahi anlamda imanlı olmak kaydıyla şükür mekanizması nasıl çalışıyor onu da hatırlayalım. Bu mekanizma şu dört unsurun doğru yaşanıyor olması ile çalışır. Birer cümle ile geçtiğimiz bu unsurların her biri ayrı tefekkür konusudur ve başlı başına ele alınması gereken birer başlıktır:
1) Hamd Manası (Bütün kulları Allah’ın ilmindedir ve behemehâl O’na teslimdir)
2) Şükür Manası (Billahi manada olmak kaydıyla her şeyi, her anı, her anın her halini yalnız ve yalnız Allah’tan bilmek)
3) İttika Hali (Allah’tan utanan bir hal ile O’nun Makamı’ndan hakkıyla korkmak)
4) Umut Hali (Yalnız ve daima Ehadüs Samed olan Allah’tan umarak, umutla yaşamak)
“Var’ı olduğu gibi sevme”ye talip olan bu sebeple şükür mekanizmasını bilen halifetullah vasıflı insan bu mekanizmayı hayatında yaşayarak canlandırır; böylece her halin Rabbinden olduğunu bilen halifetullah vasıflı insan Rabbine hakkıyla şükreder de “var’ı olduğu gibi seven” bir kul olur.
Ebû Hüreyre (r.a.), Rasulullah (sav) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Benden şu kelimeleri onlarla amel etmek veya onlarla amel edecek olana öğretmek için kim almak (öğrenmek) ister? Bunun üzerine “Ben Ya Rasulullah” dedim. Resûlullah elimden tutarak beş şeyi saydı ve buyurdu ki: “Haramdan sakın ki insanların en çok ibadet edeni olursun. Allâhu Teâlâ’nın sana ayırdığına razı ol ki insanların en zengini olursun. Komşuna iyilik et ki mü’min olursun. Kendin için sevdiğini insanlar için de sev ki müslüman olursun. Çok gülme ki fazla gülmek kalbi öldürür (Tirmizî-Zühd, 2, IV, 551)
SubhanAllahi ve bihamdiHi adede halkıHİ ve rıda nefsiHİ ve ziynete arşiHİ ve midade kelimatiHi… Cezallahu anna seyyidena Muhammeden me hüve ehlüh. Allah’ım bizi hakkıyla şükreden, “Var’ı olduğu gibi seven” kullarından eyleyiver (âmin).

YORUMLAR

Bir adet yorum var

Yoruma kapalıdır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti