Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

YANLIŞ ANLAMALARDAN KURTULMAK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 6 Nisan 2017 Perşembe 12:48:38
 

Mü’min Suresi 60. ayette kulluk ve dua hususunda müstekbir-mütekebbir davrananlar için bir uyarı yapılıyor, mütekebbir davranmayan övülüyordu. Âyetlerdeki “mütekebbir” ifadesi tasavvufî manada yazılmaya çalışılıyorsa, “Benliğiyle iş yapan, Allah’a benliğiyle karşı çıkan” şeklinde yazılıyor ki anlamı yok. Benlikle Allah’a nasıl karşı çıkılır, nasıl Benlikle iş yapılmaz? Efendimiz (SAV) hayatta hiç “Ben” demedi mi, o kelimeyi hiç kullanmadı mı? Dört halife ve eşleri, O’na bu kadar yakın olanlar “Ben” demediler mi? Tam aksine “BEN” kelimesi bize verilmiş o kadar şerefli bir hediyedir ki onu sevmek lazım.
“Ben” demek yanlış değil
Tefsir veya meâl tasavvufî değil de normalse, örneğin “mütekebbir olmayanlar” Allah’a karşı alçak gönüllü olanlar şeklinde açıklanır. Allah’a karşı nasıl alçak gönüllü olursun? Kimin haddine? Varlıklı birisi yoksulların yanında onlara hoş davranırsa “Ne kadar alçak gönüllü” denir. Allah’a karşı alçak gönüllü davranmanız için O’ndan yüksek olmanız lazım. Hiç olur mu? Böyle olmadığını sıkı sıkı öğrenmek zorundayız. Bu âyetlerin orijinallerine bakın ama doğrusunu mutlaka öğrenin. Bunları niye böyle paylaşıyoruz? Bir meal ve tefsir yazanı eleştirmek için değil. Ayetlerin bize vermek istediği anlamı daha doğru edinelim diye. Doğru mânâyı öğrenmek, bilmek, elimizdekileri düzeltmek gibi bir gayrete girmek lazım.
Mütekebbir Allah’ın vasfıdır ve kendisine “BEN” diyendir. Ama hakkı olarak! O “Müstakilen VAR ve Muhtar” halinin ifadesi için hakkı olarak “BEN” der. “BEN” kelimesinden bilirsin ki o kelimenin sahibi “Müstakilen VAR ve Muhtar”dır. Dolayısıyla, Kur’ân’ın “Mütekebbir” diyerek kınadıkları kendi adlarına “BEN” diyenlerdir. Kur’ân’da kınanan şey “BEN” kelimesini kullanmak (yani Benlik) değildir, bunun iyi anlaşılması lazım. Yanlış tasavvufî öğretilere bakarak insanlar bu yüzden “BEN” demiyorlar. Demediğinde ne fark eder, gizli özne duruyor! “Ben geldim” deme de “geldim” de, ne fark eder? “Geldi” dersen olmaz, “Kim geldi?” diye sorarlar. Mecburen “Geldim” diyeceksin, orada da gizli özne var. Mesele BEN kelimesi değildir. Şöyle ki: “BEN” kelimesini bir etiket olarak düşünürseniz, kişi “Müstakilen VAR ve Muhtar” olduğunu ilan eder ve o iddiasını tanıtmak için de “BEN” etiketini yapıştırırsa yanlıştır. İşte bu kişi mütekebbir olur. Çünkü Allah’ı taklit etti, hak etmediği bir şekilde Mütekebbir olan Allah’ı sahtekâr olarak taklit ediyor. Kendisine ait olmayan bir hesaptan karşılıksız veya karşılıklı da olsa sahte çek yazıyor, haksızlık yapıyor, haddi aşıyor. Bu haliyle o “BEN”in sahibine isyan etti, asi oldu demektir. Yanlış olan işte bu etikettir, mütekebbirin mânâsı değildir. Allah’ın yerine mütekebbir gözükmek yanlıştır.
Mütekebbir davranışlar arasındaki fark
Biz Allah adına “BEN” deriz. Halifetullah böyle “BEN” der. Çünkü Allah ona “Benim vekilim, halifem” diyor. “BEN” bizim vasfımız değil. Allah bize “BEN” deme yetkisi vererek “Kendini bil” demiştir. Kendinizi bildiğiniz o hal için “Sana yetki verdim, benim adıma kendini takdim et, BEN de” demiştir. Bu, işin başlangıç çizgisidir, seyri süluk’a buradan başlanır. İlerisi için bir cümleyle söyleyelim, çünkü o taraflara hiç girmiyoruz: Sonra seyr-i sülûku içerisinde öğrenir ki ne olursa olsun “BEN” diyen O’ymuş. İnananda da inanmayanda da! Biz zannediyoruz ki yalnızca seyr-i sülukta olanda, ilerleyende böyle. Hâyır, mütekebbirliğini ilan edende de, etmeyende de öyle! Ama bu son bilgidir, başlangıç bilgisi değil. Yola bu son bilgiden başlayan kişi amel çıkaramaz, seyr-i süluk yapamaz, yani hastalığını tedavi edemez. Öyleyse mütekebbir olan kişi kendi adına “BEN” diyendir. “Ben mütekebbir değilim, o Allah’ın vasfıdır” diyen kişi ise Allah adına “BEN” diyendir. Anladık ki iş “BEN” kelimesiyle ilgili değil ve kibir kötü bir şey değil.
Bu ön bilgiden sonra konuyu farklı bir tekrarla devam ettireceğiz. İş algı işi olduğu için ve dışarı çıktığımız zamanki hayat tersi bir algıyla çalışacağı için tekrarlarımız önemlidir, farklı cümlelerle anlatım önemlidir. İdrakımız dışarıda bozulmasın diye çok tekrar gerekiyor.
“İyyâKE na��budu VE iyyâKE nesta’iyn: Sadece SANA kulluk ederiz ve sadece SENden yardım dileriz.” Mütekebbir davrananlar bunu söyleyemezler. Söylese bile eğer bunu söyleyen kişi mütekebbir davranıyorsa bu onun ameli sayılmaz. Allah Mütekebbirdir, yani sadece Allah “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ZATI için “BEN” der. Mü’min ise, Allah’ın kendi “BEN” demesinden verdiği yetki ile Biiznillah kendi Kul Zat pozisyonuna Allah adına “BEN” der, bunu da hayat tarzı ile gösterir. Bu çok önemlidir. Yalnızca söylemek yetmez, söylediği gibi düşünmek, öyle de davranmak ve fiiller ortaya koymak lazım. Çünkü doğru söylemekle doğru caddeye, sırât-ı müstakıyme yalnızca girilmiş olur. Sırat cadde, geniş cadde, bulvar demektir, Sırât-ı Müstakıym ise doğru caddedir. Elinizde bir bulvar ismi var, soruyorsunuz, birisi size bulvarı tarif etti, o tarif üzerine gittiniz, bulvara girdiniz ama adres orası değil. Bulvara gelenin adrese ulaşması için yürümesi lazım veya bir arabayla gitmesi lazım, yani kıpırdaman lazım. Kişi “Müstakilen VAR ve Muhtar” olan ancak Allah’tır dedikten sonra kendi Kul Zatına Allah adına “BEN” demekle o kulvara girmiş olur. Ama adrese gitmesi için o bilgi yetmez. Adrese ancak kıpırdayarak gidebilir. Onun hayat arabasını bu bilgi üzerine sürmesi lazım ki o bulvarda, doğru istikamette ilerleyebilsin, adrese ulaşabilsin.
“Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasında bulunan insan Kul Zat’ına o pozisyona kendi adına “BEN” der. Böylece Allah’ın Mütekebbir vasfını taklit etmiş olur, bunu hayat tarzıyla da ortaya koyar. Onun bu haline Birincil Mütekebbir Davranış diyoruz. Birincil Mütekebbir Davranış insanın doğrudan Allah’la olan ilişkisindeki mütekebbir davranıştır. Âyetlerdeki bir mütekebbir davranış budur ki bu mânâ neredeyse hiç bir dilde verilmemiştir. “Birincil Mütekebbirlik” dediğimiz bu mânâ âyetin orijinalinde bulunduğu ve önemle yer aldığı halde meâllerde, tefsirlerde yerini alamamıştır. Bir de İkincil Mütekebbir Davranış vardır. İkincil Mütekebbir Davranış insanın yaratılmışlarla ilişkisinde görülür, insanlar arasında buna kibirli davranış denir, kendi adına “BEN” diyenlerin statü kavgaları ile ortaya çıkar, “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında olanların oluşturdukları statülerin kavgasından ortaya çıkar. İkincil Mütekebbir davranış bir nevi tanrılar kavgasıdır, tanrılar şirketinin genel kurul toplantısında ortakların kavgasıdır, yarışıdır, onların statü kavgasının ismidir. Birincil Mütekebbir Davranış insanın Allah’tan aldığı yetkiyle doğrudan Allah yerine ve Allah’a karşı “BEN” demesidir. Bu davranış niye çıkıyor, niye o kendi adına “BEN” diyor?
Hüküm Allah’ındır, Mülk Allah’ındır, Güç Allah’ındır.
Birincil Mütekebbir Davranışın ortaya çıkmasını sağlayan şey, kişinin kendini içinde bulduğu dûniHİ algıdır. Kendi adına “BEN” demesinin sebebi dûniHİ algı ve zann’larıdır. Bu inkârcı kişi, kendi adına “BEN” demesinin doğruluğuna öyle inanır ki onun zannı bizim Allah’a olan îmanımızdan kuvvetlidir, o kadar sağlamdır. Bu Mütekebbir kişi dûniHİ algı ve zann’larına göre kendi namına “BEN” diyerek yaşayacaktır. O yaşantının, o hayat tarzının temelini şu üç şey oluşturur: “Ben de Hüküm sahibiyim, ben de Mülk sahibiyim, ben de Güç sahibiyim”. Bunların hepsi ona göre müstakildir. Müstakilen var ve muhtar olarak hüküm verebilir, mülkü vardır ve güç sahibidir. Oysa Kur’ân biz inananları sıkı sıkı uyarıyor: Hüküm Allah’ındır, Mülk Allah’ındır, Güç Allah’ındır. Mütekebbir davranışı Kur’ân’dan ders ederek mütekebbir halle ilgili idrakımızı yükseltmeye çalışalım:
“Elbetteki Allah, gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Muhakkak ki O, müstekbirûn’u sevmez.” (Nahl-23)
Ders yapmak için âyette geçen anahtar kelimeyi orijinal şekliyle kullandık. Çünkü onla meâllendirildiği zaman şöyle yazılıyor. Nahl-23’ü, bir yanlışı fark edelim diye örnek vereyim: “Allah, onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Muhakkak ki O, kibirlenenleri (büyüklük taslayanları, benlikleriyle yaşayanları) sevmez.” Buradan çıkacak amel şudur, bunu okuyan; “Ben insanlar arasında alçak gönüllü olayım” der. Küfürden kurtulmak aklına gelmez. Çünkü “Müstakilen VAR ve Muhtar” duygunla alçak gönüllü olmak senin çok hoşuna gider. Çok malı mülkü, evi arabası olan birisi var. Ama insanlar arasında yok gibi davranıyor. Bu onun çok hoşuna gider, büyük bir hazdır. Bütün onları alalım da o zaman yokmuş gibi davran. Hem o mallar olsun ama ben yokmuş gibi davranayım diyorsan bu olmaz. Bu sahte bir alçak gönüllülük! Hem onlarım olsun, hem bu zavallıların arasında onlardanmışım gibi davranayım, onlar gibi yere oturup bağdaş kurayım, onlar gibi yiyeyim, davranayım. Ama mallar duruyor? Yani bu alçak gönüllü “Müstakilen VAR ve Muhtar” olduğunun hazzını yaşayan alçak gönüllüdür. Âyete yanlış meâl verilirse Muhammedî bir amel çıkmaz. Sonuçta Muhammedî olmayanlar da insanlara kibirli davranmayabilir, böbürlenmeden böyle alçak gönüllü davranabilir. Ama onlar İslamî ameller değiller. Bir işin İslamî olabilmesi için mutlaka “Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasûlullah” şemsiyesi altında, o mânâya uygun olması lazım. Yani “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiasının bulunmaması lazım, bu bir. Bir de, “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” haykırışının onda gözükmesi lazım.
Nahl-23. âyetten öğreniyoruz ki Allah müstekbirûnu (kendi adlarına “BEN” diyenleri) sevmez.
“İlahınız ilahûn Vahid’dir”
“Onlara “Lâ ilâhe illallah” denildiğinde, muhakkak ki onlar müstekbirûn davrandılar.” (Saffât-35)
Anahtar kelimeyi yine orijinal haliyle kullandık ki anlayabilelim, inceleyebilelim. Meâlen; “Onlara Lâ ilahe illallah dendiğinde onlar kibirli davrandılar” derseniz âyetten çıkacak mânâ değişir. Bu âyet öncelikle Mekke müşriklerini içerir. Mekke müşrikleri için âyet diyor ki, onlara bu tebliğ yapıldığında, “Lâ ilahe illallah” denildiğinde Kelime-i Tevhid’deki “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” mânâsını anlıyorlar ve itiraz ediyorlar. O mânâyı anlamasalar Efendimiz (SAV)’e itiraz etmezler. Onlar Allah’a inanıyorlar. Ama yanı sıra başka güçlere de inanıyorlar. Onlar için birden fazla “Müstakilen VAR ve Muhtar” güç var, Allah da onların arasında en güçlüsü. Ama Efendimiz (SAV) onların hepsini yok eden bir sesle sesleniyor: Başka YOK; ve Lâ havle ve Lâ kuvvete İllâ Billâh. Ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtardır. Efendimiz “Lâ ilahe İllallah” tebliğini yaptığında bu tebliği böyle anlayalım. Onlara “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” denildiğinde onlar müstekbirûn davrandılar; “Biz de müstakilen var ve muhtarız. İnandığımız putların da gücü var, onlar da Müstakilen VAR ve Muhtarlar” dediler ve böyle davrandılar. Âyet diyor ki:
“İlâhınız İlâhun Vâhid’dir. Âhiret’e îman etmeyenlere gelince, onların kalbleri inkâr edici ve kendileri müstekbirûn’dur. (Nahl-22)
Müstekbirûnun mütekebbir davranışı Allah ile ilişkilendirilmiş, yani Birincil Mütekebbir davranış var. Bizi uyarıyor; ilahınız İlâhun Vâhid’dir. İlâhun Vâhid’i doğru anlamazsak da işi çözemeyiz. İlah kelimesi çok önemlidir; ilah Allah’tır, ancak Allah ilahtır. İnsanlar uydurdukları putlarına “ilah” ismini veriyorlar diye onlar da ilah olmaz. Uydurduklarına ilah demekle Allah’ın hakkı olan bir vasfı onlara yapıştırıyorlar. Dolayısıyla, tanrıları “tek”lemek onları “bir”e indirmek değildir. İslamiyet’in “tek tanrı dîni” diye anlatılması doğru değildir. Yani diğer putları silip bir tanesini bırakmak gibi değildir. Bu yüzden İslamiyet tek tanrılı din değildir. İslam, “Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır” dînidir, bunu da bize öğreten “O’nun Kulu ve Rasûlü Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellemdir” dînidir.
“İlahınız İlâhun Vâhid’dir” ayetinden anlaşılanı kısaca zihnimize yerleştirmek istiyorsak:
“İlâhun Vâhid” yarattıkları kendi dışında olmayan demektir.
Yeri geldiği için Ehad ismini de tanımlayayım ama bu tanım genişletilebilir.
Allah Ehad’dır; yani zatını zatında zatıyla zatının bildiği tektir. Ehad’daki tanımın eşi benzeri yoktur, bu tanımın dış kavramı yoktur. Ehad O’nun zatıyla ilgili bir vasıftır. Vahid yarattıklarıyla ilgili bir anlatmadır; “İlâhun Vâhid” yarattıklarıyla ilgili bir tanımdır. Kur’an’ın “İlâhun Vâhid” dediği ilah, müstakilen VAR ve muhtar olandır; bu işaret ediliyor. İlah’tan sonra Vâhid kelimesi var. Vâhid’deki teklik, yarattıkları kendi dışında olmayan bir tekliktir. Yani Vahid yarattıkları kendi dışında olmayandır.
“İlahınız ilahûn Vahid’dir” ifadesini en azından böyle anlamalıyız.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER