Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

ALLAH KATINDA TEK DİN İSLAM’DIR

Muharrem Günay 4 Aralık 2013 Çarşamba 02:00:00
  “Allah katında din İslâm’dır.” (Âl-i İmrân 3/19); “Onlar Allah’ın (son olarak seçtiği İslâm) dininden başkasını mı arıyorlar? Hâlbuki göklerde ve yerdekiler(in hepsi) ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve ancak O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Ali İmran: 83) “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa bilsin ki (O din) ondan kabul edilmeyecek ve âhirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i Îmrân 3/85)
(Kur’an/İslâm geldikten sonra önceki din/kitap ve İslâm dışı ve karşıtı olarak çıkan bütün ideolojilerin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Çünkü İslâm’dan önceki dinler/kitaplar, birer kavme gelmiştir. Bunlardan elde bulunan Tevrat ve İncil de, hem sonraki asırlarda hatırlarda kalanlardan yazılmış hem de tahrif edilmiştir. Yahudi ve hıristiyanlar, Allah’a oğul isnad ederek şirke/küfre düşmüşler (5/17-18, 72-73; 9/30), yahudiler millî ilâh, hıristiyanlar da üçlü ilâh kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da İbrâhimî din özelliğini kaybetmişlerdir. Yüce Allah cihanşümûl olarak bütün insanlara tevhid esası üzerine son olarak İslâm dinini ve Kur’an’ı göndermiştir ki aslını aynen korumaktadır. Hıristiyanların, “Dinlerin kaynağı birdir; hangisi olsa Allah’a götürür.” şeklindeki diyalog çağrısında dinleri eşitmiş gibi göstererek, İslâm’ın özelliklerinden ve bilgisinden yoksun genç nesli hıristiyanlaştırmak veya hıristiyanca düşünmelerini sağlama çalışmaları vardır. Din bir tanedir, o da son din İslâm’dır. Ancak İslâm’ı tebliğ için hıristiyan, yahudi hatta ateistle, yani her insanla diyalog kurulur. Bu hususta yüce Allah, 2/120; 3/85, 100. âyetleriyle mü’minleri uyarmaktadır. İlave bilgi için bk. Ali imran64. âyet ve açıklaması.)
“Kim artık (son hak din) İslâm’dan başka (İlâhî veya beşerî) bir din arar (onları önemser)se asla ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette de hüsrana (büyük zarara) uğrayanlardan olacaktır.” (3 Ali İmran 85.)
(Âyet-i kerîmedeki İslâm’dan maksat, en son gönderilen, 84. âyette geçtiği üzere, önceki ilâhî dinlerin esaslarını kabul eden, aynı zamanda dünya ve âhiret için gereken esasları bildiren, yani hem ibadetlerin, hem sosyal hayatın gereken prensiplerini gösteren sosyal ve evrensel ilâhî bir din ve ilâhî bir hukuk sistemidir. Mahiyeti bozulmuş veya insan ürünü değildir. Hıristiyanlar dinlerinin icra yerini kilise yaptıkları gibi, İslâm, yalnız câmide icra edilecek merasim dini de değildir. Buna rağmen bundan başka bir din aranması Allahu Teâlâ yanında geçersizdir. Ancak Allah’ın dinini beğenmeyenler kendilerine uygun gelen bir sınıf (grup ve millet) dini icat etmeye veya İslâm’ı kendilerine uydurmaya çalışırlar; müslüman ancak İslâm’a göre müslüman olur. Bundan dolayı müslümanlar başka bir din/sistem, ideoloji aramaya yönelmezler. Aksi halde Allah’ın onaylamadığı, reddettiği bir şeyi onaylamış ve onu beğenmiş olurlar. Ancak bütün dinlerin üstünde olan İslâm’ı tebliğ için veya dünya işlerine ait meselelerde diğer dinlere mensup insanlar arasında diyalog yani konuşma, anlaşma ve tebliğ olabilir.) [bk. 3/19; 6/114-117; 9/33; 40/14] (Feyzü’l Fürkan, H.T. Feyizli)
İmâm-ı Rabbâni Hazretleri buyururlar ki:
“İki dini tasdik eden dahi şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümleri ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşriktir. Hâlbuki küfürden teberi etmek (uzaklaşmak) İslâm’ın şartıdır. Şirk şaibesinden sakınmak tevhiddir…”
Hinduların büyük bildikleri günlere ta’zim, Yahudilerce bilinen adetlere uymak, küfrü icap ettirir. Nitekim ehl-i İslâm’ın cahilleri, bilhassa kadınlar, küffârın belli günlerindeki küfür merasimini icrâ etmektedirler. Bunları kendileri için de bayram kabul edip, kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlar gibi hediyeler yollarlar… Böylelikle o merasime tam manası ile îtina ve îtibar ederler.” İslâm’da bunların hepsi şirk ve küfür alametleridir. (Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî, 3/41))
Yine Mektubât-ı Şerife’nin 1. cildin 266. mektubunda şöyle buyuruyorlar:
“Bir defasında, bir hastanın ziyaretine gitmiştim. Ölümü yaklaşmıştı. Haline teveccüh ettiğim zaman gördüm ki kalbi şiddetli zulmet içinde. Her ne kadar bu zulmetin kalkması için teveccüh ettiysem de kalkmadı. Çokça teveccühten sonra bilindi ki, bu zulmetler, kendisinde saklı duran küfür sıfatındandır. Bu sıkıntıların kaynağı dahi küfür ehli ile dost geçinip durmasıdır. Bana malum oldu ki bu zulmetlerin def’i (kaldırılması) için teveccüh yerinde bir iş değildir. Zira onun bu zulmetlerden temizlenmesi, küfrün cezası olan cehennem azabına bağlıdır. (Yani o günahlardan temizlenmesi için cehennemde yanması gerekir) Ve bana malum oldu ki, onda imandan bir zerre miktarı mevcuttur (yani onda az da olsa iman vardır) ve bunun bereketiyle cehennemde ebedi kalmaktan kurtulacaktır.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER