Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 9 Haziran 2018 Cumartesi 12:10:56
 

– 26-
DuniHi algıdan, yani kendimizi Allah dışında müstakilen var ve muhtar sanmaktan kurtuluş yolunu 10 madde halinde görelim demiştik:
7. madde:    Talib kendisine “ben Billâhi algıda mıyım, dûniHİ algıya mı düştüm?” diye devamlı bir test uygulamalıdır. DûniHİ algıya düşüşlerine kuvvetle buğz etmeli ve derhal Billâhi algıya, Billahi hayale dönmelidir. Hemen Billâhi algı hayaline bürünüp düştüğü dûniHİ hâle levm etmeli, tövbe ve dua etmelidir. “Levm, Tövbe, Dua” üçlü bir mekanizmadır, bu mekanizmayı çalıştırmalıdır.
Yöntem olarak anlatıyoruz ama bunlar aslında normal hayatta başka kelimelerle ifade ettiğimiz ve yaptığımız şeyler. Bir konuda başarılı olmak istiyorsak bunları zaten uyguluyoruz, fark etmeden yapıyoruz. Basit bir örnek: Bir öğrenci sınıf birincisi olmak istiyorsa yolu nedir? Önce sınıfın birincisi olamadığı için çok ciddi rahatsız olacak. Birinciyim veya değilim ne fark eder rehavetiyle olmaz, rahatsızlık şarttır. Yanlış anlaşılmasın, mutlaka her çocuk birinci olsun demiyorum, örnek veriyoruz. Çok rahatsız olacak, ben neden birinci olamıyorum, birinci olmalıyım diyecek. İşte biz, bu rahatsızlığı dûniHİ algı alanında değil de Billâhi algı içinde duyacağız, yaşayacağız. DûniHİ rahatsızlık yaşamak yanlış bir iştir, boşa gider. Ancak Billâhi kapsamında da olsa, sadece rahatsız olmak yani sadece levm etmek hedefe ulaşmaya yetmez, bir şey daha yapmalıyız; karar almalıyız. Bu yolda kararın adı TÖVBE’dir; kararlı olmaya karar vermek tövbe etmektir. Sonra da bir hedef koyacağız ki o da DUA’dır. Birinci olmalıyım diyen kişi böylece o hedefe giden yolların gayretine girer. Demek ki bu yöntemi normal hayatta kullanıyormuşuz. Başarmak için önce rahatsız olmak, karar vermek ve bir hedef koymak normal yaşantıda yaptığımız bir iş olduğu halde, bu yolda onları yapmaktan neden korkuyoruz? Rahatsız olmak levm etmektir, karar vermek tövbedir, hedef koymak duadır. Bunları Allah’la ilişkilendirirsek şunu anlarız: Levm etmek Allah’a karşı yanlıştayım rahatsızlığıdır. Tövbe, kendimize dönüp “bir daha bunu yapmamalıyım” kararını vermektir. Dua, Billâhi algı hayaliyle (hedefimizle) ilgili olarak nusret, ikram ve lütuf talep etmektir. “Allah’ım, bana yardım ediver de şöyle yapayım” diyerek hedefimizi dua ile istemektir. Allah ve sistemi hakkındaki yanlışımıza (dûniHİ algı haline) hemen levm etmek, tövbe etmek, sonra da dua etmek bir mekanizmadır. Bunu çalıştıran ve alışkanlık edinen kul bir ileri hâli fark eder:
8.    Billâhi algı bilgisi, hayali ve uygulanan test insanı daima Allah huzurunda tutar. Elbette bu da hayaldir, bir zandır, ama Hakk zandır. Bu anlatılanların gereğini yaşayınca siz daima Allah huzurunda olursunuz. Bu durumda siz Allah huzuruna yeni geldiniz zannedersiniz ama aslında bütün kulları zaten daima o huzurdadır. Böyledir ama bu gerçeği insan başlangıçta hayalen/zanla gerçekleştirir ve çok önemli bir makam başlar: İhsan Makamı. Öyleyse bu zan, bu hayal önemli. Eğer siz bu hayalle daim Allah huzurunda olmaya başlarsanız Billâhi algıda önemli bir mertebenin başlangıcına geldiniz ve artık İhsan Makamı’nı yakalıyorsunuz demektir. İhsan hâli böyle başlar.
Şimdi Yusuf Sûresi ayetleriyle bir laboratuar çalışması yapacağız. Rabbimiz bize Yusuf Suresi’nin farklı bir özellik taşıdığını öğretir, üçüncü âyette “kıssaların en güzelini sana kıssa ediyoruz.” der. Yedinci âyette “And olsun ki Yusuf ve kardeşleri hakkında sual edip isteyenler için âyetler vardır” buyurur. Efendimiz (SAV)’e bazen onu kendilerince köşeye sıkıştırmak amacıyla yahudiler ve müşrikler de sorular sorardı. Ayet onlar için değil, günümüzde çözülmesini istediği soruları olanlar için bir müjdedir: Billahi anlamda çözülmesini istediği soruları olanlar (şüpheleri değil de soruları olanlar), bu kapsamdaki her sualin cevabını Yusuf Sûresi’nde bulurlar. Sure zâhiren Yusuf ve kardeşlerini anlatır. Hz. Yusuf ve kardeşi Bünyamin aleyhisselâm bir annedendir, diğerleri başka annedendirler. Bize ders olacak kesitlerle onlar anlatılır. Anlatılan olaylar tamamen Billâhi algı ve dûniHİ algı özelliklerini sergilemektedir. DûniHİ algı ve zann’larının oyunlarını, kumpaslarını, heva ve heveslerini diğer kardeşleri üzerinden anlatılıyor görürüz. Billâhi algıyı Yusuf aleyhisselâm ve kardeşi Bünyamin aleyhisselâm üzerinden açıklanıyor buluruz:
“(Yusuf) ergenlik çağına erişince ona bir hüküm ve ilim verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız.” (Yusuf-22)
Muhsin kelimesini özellikle orijinali ile kullandık. Bu kelime Kur’ân’da çok karşımıza geldiği için bir onarımda bulunmak istiyorum: Meâllerde muhsin yerine genellikle güzel davranan, iyi iş yapan yazılabiliyor, “güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız” gibi. O yazılan mânâ Muhammedî midir? O yazılana bakıp yanlış inanışlı bir kişi de kendince güzel davranıp mükâfat bekleyebilir. Muhsin yani ihsan sahibinin mânâsı başkadır. Muhsin, hayatı Billâhi algıda olandır. Billâhi algıda olup, neye bakarsa önce Allah’ı sonra Allah’ın o sûrette ne yarattığını görendir. Bu tanıma göre baktığınızda, âyette geçen ihsan sahibine “güzel davranan” diyemeyiz. Ayetten çıkan önemli sonuç şudur: Eğer Billâhi algıyı sürekli kılarsanız, fuadınıza sürekli onu pompalar da bu hayali oluşturursanız Allah huzurunda olursunuz, bu idrakla siz ihsan sahibi olmaya başlarsınız. Yusuf-22’den ihsan sahipleri için şunu da öğreniyoruz: İhsan sahipleri hemen mükâfatlandırılıyor. Eğer Hakk hayalle yaşamaya devam ederseniz, mükâfatlandırılıyorsunuz. Bu ilk ikramdır. Sadece bu mu? Hayır, başka mükâfatlar da gelecek. Şu hissettirme de dikkatimizi çekmelidir: Yusuf ileride ihsan sahibi bir muhsin olacaktı, onu bu yüzden mükâfatlandırdık denilmiyor. O zaten muhsin! Öyle doğmuş, Billâhi algıda yaşıyor ama farkında değil. Biz dûniHİ algıda yaşadığımızın nasıl farkında değilsek, o da Billâhi algıyla yaşadığının farkında değil. Hz. İsa aleyhisselâm da öyledir, âyetleri hatırlayın, o da Billâhi algıda yaşıyor, kendiliğinden ihsan sahibi. Yusuf aleyhisselâmın da doğuştan Billâhi algıda bir muhsin olduğunu anlıyoruz, mânânın birisi budur. Yani algısı bizden farklı! Bir de “biz Yusuf’u mükâfatlandırırız” değil de “biz muhsinleri mükâfatlandırırız” deniyor. Bu bizim için de bir müjdedir. Eğer tanımladığımız şekliyle ihsan makamını önemsersek, “bu işler bana göre değil” demezsek, bu mükâfatların kapısı bize de açılır. Dikkat edin, zaten âyet bize “bunlar muhsinlerin işi” diyor; yani muhsin olmaya talipseniz “bunlar sizin işiniz” diyor.
“Biz ondan kötülüğü ve fahşa’yı uzak tutarız. Çünkü o ihlâslı kullarımızdandı.” (Yusuf-24)
Yusuf aleyhisselâmın başına gelen olayların içinden nasıl kurtarıldığı anlatılıyor: İhlâslı kullardan olduğu için korundu, mükâfatlandırıldı. Önceki âyette ihsan sahibi ile, burada ihlaslı kul ile karşılaştık. İhlâs nedir, ihlâslı kul kimdir, onun mânâsına da bir kaç cümleyle bakalım: Önce bilelim ki İhlâs “samimiyet” demek değildir, bu yaklaşım tamamen yanlıştır. Muhammedî olmayan birisi bir iş yaparken samimi olamaz mı? “Bir işi ihlâslı yapmayı o işi samimi yapmak sanmak doğru olmaz. Bu konudaki şu iki ipucu hep önemlidir. Bir: Yapılan tanımın Muhammedî olup olmadığına bakmak. Görüyoruz ki değil. Çünkü başkası da bunu yapar, kendince daha samimi de yapar. İki: Yapılan tariften bir amel çıkıp çıkmadığına bakmak. Dikkat edin, o tanımdan bir amel çıkmıyor. Oysa Allah’ın söylediğinden amel çıkar. Bir işi samimi yapmanızı isteyene deyin ki; samimi nasıl yapılır, bir tarif et de yapayım. Herkes “samimiyim” diyor, çevrenizde “samimi değilim” diyen var mı, “ayranım ekşi” diyen var mı? İhlâslı olmak samimi olmaktır tarifi nedeniyle herkes de kendisini ihlâslı zannediyor; herkes samimi ve ihlâslı. Değil! İhlâslı kişi “hâlis” kişidir, yani yaptığı işe “dûniHİ” bir şey karışmayandır; hep Billâhi ile, hiç dûniHİ işi yok! Yusuf aleyhisselâm Billâhi anlamda yaşadığı için muhsin, ihsan sahibi ve ihlaslı. O kadar Billâhi ki duygu ve düşüncelerine, arzu ve heveslerine, hâl hareket ve davranışlarına dûniHİ algı ve zann’ları girmiyor; işte HALİS KUL! Halis zeytinyağı içine başka yağ karışmamış olandır, halis müslüman da içine küfür karışmamış olandır, samimi olan değil! Samimiyet ifadesinden bir amel çıkmaz. Tarifi doğru yapın. O zaman ihlâstan bir amel çıkarırsınız. Mesela şimdi dersiniz ki ben dûniHİ algı ve zanlarından uzak yaşayacağım. Yusuf aleyhisselâm ihlâslıydı denirken bu anlatılıyor. Böyle ihlâslı kulların korunup kurtarılacağı, kötülük ve fahşadan uzak tutulacağı müjdeleniyor. Geldiğimiz noktada âyetlerden öğrenmiş olduk ki bu idrakla yola devam edersek (sırf hayaliyle bile gayret ettiğimizde) mükâfatlar vardır. Çünkü bu söylediklerimizle kişi şu âyet kapsamına girer: “O halde nereye dönerseniz vechullah oradadır. Muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir.” (Bakara-115) Billâhi anlamda yaşamaya, o idrakta tutunmaya kendisini zorlayan tâlip, ilkin zorlamayla da olsa nereye dönerse Vechullah’ı görür. Allah’ın dışı olmadığı için bu ona normal gelir. Vechullah’ı görmek şöyle başlar, önce Allah’ın emri görülür. Ne varsa önce denir ki bunu Allah emretmiştir, bunun sahibi Allah’tır. Önce emrini görürseniz sonra vech genişler, vechin vechi genişler. Yeter ki bir yerinden tutun, yeter ki bir yerinden veche girin. Tâlib bu noktaya geldiğinde artık ne yöne dönerse, nereye bakarsa böyledir. Kesret âleminde, en zâhiri mânâda insanın bir yere dönmesinden, “mekânsızlık hâli” neyse oraya kadar, bilir ki dûniHİ bir vech yoktur, herşey Billâhi’dir.
Ayet şöyle tamamlanıyor: “Muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir.” Vâsiun aliym” bir esmadır. Vasi, dûniHİ bir vech yok demektir. Allah Vâsi’dir, bu esması her yeri kaplamıştır. Vâsi kaplayandır, boşluk yoktur. Her yeri kaplamışlık dışı/dûnu olmamaktır. Kur’ân “Vâsiun Aliym” derken bize bu konuyla ilgili bir şeyi öğretiyor: Allah Aliym’dir, bilir ama her yeri kaplamış olarak bilir, çünkü O Vâsiun Aliym’dir. Allah’ın bilmesi dışındaki bir şeyi, dışındaki bir bilgiyi biliş değildir. Bildiği kendi ilmidir, kendisi dışında bir şeyi bilmek değil. Öyle duniHİ bir şey YOK. Ayet bize duniHİ’nin yokluğunu öğretiyor: Muhakkak ki Allah Vâsiun Aliym’dir. Sonuç olarak anlıyoruz ki, Billâhi algının hayalini çok önemsemeli, kendimizi Billâhi algıda tutmak için gayret gösterip zorlamalıyız, hayalde yaşamak için çok zorlamamız gerekiyor. Çok önemseyip bu gayreti gösterdiğinizde yaşantı ve rüyalarınızda, o hayalinizle ilgili onu kuvvetlendiren çok farklı destekler göreceksiniz…
9.    DûniHİ algı ile varlığına vehmedilen müstakil ve muhtar güç hayalinden kurtulmak için “Ve Lâ Havle Ve Lâ Kuvvete İlla Billâh” zikrullahı ile dûniHİ güç iddialarını ret etmek ve silmek gerekir. Yöntemlerimizden birisi artık bir zikrullah cümlesi: Ve la Havle ve La Kuvvete İlla Billâh… Bunlara zikir çalışması denir ama doğrusu zikrullah çalışmasıdır. Başka öğretilerin de zikirleri var, Muhammedî yolda onun adı zikrullahtır: Allah’ı anmak, bilmek, unutmamak! En önemli zikir Allah’ı unutmamaktır. Öyleyse, başlangıçta düşüncelerimizde, fikirlerimizde, hayatımızın neresinde filiz veriyorsa “dûniHİ bir güç varmış” algısını fark edip siliyoruz. İşimiz hep algıyla! Gün içerisinde biriyle konuşurken baktınız ki dûniHİ bir güç öneriyorsunuz, yani onu Allah’tan uzaklaştırıyorsunuz, bir an dalınca kendinizi böyle bir konuşmanın içinde buldunuz, hemen “Lâ havle ve Lâ kuvvete illa Billâh” ile onu siliyoruz, silmek için çok gayret ediyoruz. Testi kırılmadan önce dersini vermek lazım. Kırılınca iş ayrıdır. Kırılmadan bunu yapın. Onun yolu “Lâ havle ve Lâ kuvvete illa Billâh”tır.
Evet, işimiz yalnızca algı! Böyle olunca, Billâhi bir iz oluşturmak için dûniHİ algıda neler varsa sileceğiz. DûniHİ algıdaki tüm güçlere “Lâ havle ve Lâ kuvvete” deyip “İlla Billâh” ile Billâhi hayalimize döneceğiz. Bunu çok önemseyip daima yapacağız. O iddiayı reddederken Kelime-i Tevhid de önemlidir. “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıyla ilâh olarak yaşamayı “Lâ ilâhe İllallah” ve “Lâ ilâhe illâ HU” zikrullahı ile reddedeceğiz. Sabırla ve devamlı! Sonucuna bakmadan devamlı zikrullah. Böyle uyumak, böyle uyanmak, aklımıza gelince hemen bunlara devam etmek… Allah’a tâlip isek devamlı bu hayallerle, bu zikrullahla yaşayacağız. “Ve Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billâh” ile tüm dûniHİ güçleri sildik, sonra da “Lâ ilâhe illa HU” ile dûniHİ varlık ve ilâhlık iddiasını reddettik…

YORUMLAR

Bir adet yorum var

Yoruma kapalıdır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER