Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murat Arısoy

Darbe, askere özgü değil – Kocatepe Gazetesi

Murat Arısoy 20 Aralık 2013 Cuma 02:00:00
  Türkiye’de “darbeler dönemi bitti” söylemi geliştirildi, son 10 yılda. Oysa Türk Devlet geleneğinin ruhunda, 150 yıllık bir İttihatçılık damarı var. Bu damar, devrimlerin yapılmasına, sistemin yenileşmesine imkan tanıyor. İttihatçılık, aynı zamanda “Devlete bütünüyle hâkim olma” anlamında da kullanılıyor. Fakat tarihimizin “ihtilalci” anlayışını 150 yılla sınırlamak doğru değil. Çin Sarayı’nı basan Kürşad’dan bu yana “ihtilalcilik”, itiraf etsek de etmesek de hoşumuza gider.
Burada bir yanlış algılamamız var: Zannediyoruz ki darbeleri sadece asker yapar. Diyeceksiniz ki “Asker mi kaldı memlekette? Hepsi hapiste!”. Zaten anlatmak istediğim de bu. Darbeyi sadece askerden beklemek, kendimizi kandırmak oluyor.
Ordu ile ilgisi olmayanların, Ukrayna ve Gürcistan’da nasıl darbe yapıp iktidarı değiştirdiğini hatırlatırız. “Turuncu” ya da “Renkli Devrimler” olarak tanımlanan silsile, Balkanlar’dan Orta Asya’ya kadar pek çok ülkeyi etkilemişti. Sonra bir de Afrika kıtasında “Arap Baharı” ile karşılaştık. Bütün bu “renkli devrimler”in başında ise, bence Türkiye vardı. 3 Kasım 2002’de yapılan genel seçimlerden sonraki gün atılan manşetleri gözümüzün önüne getirelim: Merkez ve yaygın basın, “Anadolu İhtilali” tanımlamasını kullanmıştı. Bu sizce, bir “rastgele” seçim miydi, yoksa Türkiye ve çevresini etkileyecek olayların başlangıcının işareti miydi?
3 Kasım 2002’den sonra çeşitli komutanların darbe girişimi yaptığı iddia edildi. Komutanlardan kimisi yargılandı, kimisi yargılanmadı. Bu süreçte iktidardaki partinin kapatılmasıyla ilgili dava açıldı. Dava “darbe” olarak nitelense de, Anayasa Mahkemesi ne şişi yaktı, ne de kebabı.
Ancak mevcut hükümet döneminde, hükümet tarafından bir net ihtilal ve darbe girişimi yapıldı. O da 12 Eylül 2010 Referandumu’ydu. “12 Eylül 1980 Anayasası ile hesaplaşıyoruz” denilirken, özellikle yargıda yeni bir düzenleme yapılıyordu. Yeni düzenlemeyle yargı, yürütmenin tam anlamıyla emrine veriliyordu. Bu açık bir darbe değil miydi?
Tevafuk o ki, komutanların darbe yaptığını öne süren iddia makamları, hükümetin de terör örgütüyle görüşerek başka bir derin yapılanma içinde olduğunu saptadı. Ama savcılığın bu girişimi de hükümet çevreleri tarafından “darbe” olarak tanımlandı.
Bakmayın siz 27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın yayınladığı “bildiri”nin darbe olarak sunulmasına. Büyükanıt’ın ismini herhangi bir soruşturmada “sanık” olarak göreniniz var mı? Büyükanıt’ın gözaltına alındığını duyan var mı? Büyükanıt, bildiri yayınlıyor, ama “darbeci” kabul edilmiyor. Nedenini ise Mayıs 2007’deki Dolmabahçe Görüşmesi’nde arıyor kanaat önderleri.
Konumuz darbe. Gezi Parkı’ndan sonra yaşananlara “darbe” gözüyle bakanlar, yine revaçta.
İddia makamları bu sefer, Bakanlar Kurulu’nun üyelerine uzanan soruşturmalara imza attı. 3 Bakan’a uzanan soruşturma, “hükümeti devirme” hazırlığı olarak algılanıbilir. Öyle anlaşılıyor ki gelecek hafta içinde bu soruşturma bitirilecek ve soruşturmayı açanlara karşı soruşturmalar açılacak. Deniz Feneri Davası’nı yürüten savcıların “sahte evrak”tan yargılandıkları gibi bir durum ortaya çıkacak.
Anlaşılıyor ki dünyada olduğu gibi Türkiye’de de darbe, sadece askerlere has bir durum değil. Hükümet de, hükümeti soruşturan iddia makamları da, damarlarında akan İttihatçı kanının etkisi altındalar.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti