Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

DOĞRUYU FARK EDECEĞİZ VE MÜCADELE EDECEĞİ. İŞTE CİHAD O…

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Kasım 2017 Perşembe 13:08:00
 

– 16 –
Bu paylaşımları okuyup önemseyenlerin talip olduğu şeyin pazarı yok. Bir pazarlama firması düşünün ki ürününü bin kişide bir kişi alacak. Onu pazarlamaya kim talip olur? Bin kişide bir kişi gelecek, alsam mı almasam mı diye bakacak. Alanlardan bazısı onu yolda düşürüp kıracak. Böyle bir ürün için pazar analizi yapsak ve pazarlama elemanlarına da; “bizim ürünü beğenen ve alan yok, hiç cazip değil! Bin kişide bir kişi, razıysanız satın” desek, kim talip olur ki. “Kime satacağız, bin kişiden o bir kişiyi nerede bulacağız, böyle bir ürünü satamayız” derler. Paylaştığımız konuların cazibesinin ne kadar düşük olduğunu anlayın. Bu paylaştığımız hakikatleri insanlar hemen fark edecek, benimseyecek, “bu doğruyu niye fark etmemişiz” deyip kabul edecekler sanmayın. Öyle bir şey olmaz. Bu konuları merak eden, okuyan, öğrenen ve uygulayan bulmak kolay değil. Binde birlik pazar alanına baktığınızda bu ürünü beğenmiş ve “alacağım” diyen insanı bulmak ve bu yazıları okumasını sağlamak kolay değil. Çünkü binde dokuz yüz doksan dokuza cazip gelen ürün alanı var, cazip olan o! Çoğunluk o ürün üzerine, cazibe onun üzerine, takdir onun üzerine. Öyle olmasa kimse tanrılığını ilan etmez ki. Bu yüzden tanrılığı bir türlü bırakamıyor insanlar. İşte ZOR ÖLÜM tam da bununla ilişkilidir: Ölüm anında iddiasının bir zann olduğunu, kendisinin bir tanrı olmadığını (yani müstakilen var ve muhtar bir varlık olmadığını) anlıyor ve diyor ki; “Rabbimiz biz anladık, hakikat bu değilmiş, bizi geri gönder de, yapamadıklarımızı dünyada bıraktıklarımızla yapalım.” İşte zor ölüm! O an anlıyor ve son pişmanlık haliyle sesleniyor: Fırsat ver de kendimizi tanrı ilan etmeyelim, gücün Sende olduğu gerçeğiyle Billahi algısı ve idrakıyla yaşayalım.
Verilen cevap çok acı: Asla mümkün değil!  Çünkü “Dünyaya bin defa da gelseler yine aynı şey olur, onlar değişmezler. Neden? Çünkü emir öyle, dilenen seyir öyle!
Rüyanızda size limuzin ve
şato vereceğimi söylesem…

Bu ürünü bizlere tebliğ eden ve hayatıyla örnek olarak yaşayan Rasulullah (SAV); “bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz, vallahi davamdan vazgeçmem” diyor. Tabi, bu hadisi de doğru anlamak lazım. Tanrılığını ilan etmiş bir idrak ve ağız onu şöyle anlıyor: Rasulullah çok büyük fedakârlık yaptı, davasından vazgeçmedi. Ona bulunduğu yörenin krallığını, kadınlarını, servetini teklif ettiler, ama bırakın onları almayı, “bir elime ayı bir elime güneşi koysanız davamdan vallahi vazgeçmem” dedi. Görüyor musunuz sizin için neleri terk etti der. Bu bakış tamamen tanrı bakış açısıdır, doğru değildir. İş onun anlattığı gibi değil! Böyle bir fedakârlık yok! Tanrılığını ilan etmiş birisi bakıyor ki Rasulullah’a servet ve cazip şeyler öneriliyor, o da reddediyor. Rasulullah (SAV)’i de kendi gibi gördüğü için öyle sanıyor. Er-Rasul’ü, kendisi gibi tanrılığını ilan etmiş sandığı için onun fedakârlık yaptığını sanıyor. Ben birinize “bu gece rüyanda sana üç limuzin, bir şato, bir şunu, bir bunu vereceğim” desem, bu teklif onun için ne mana ifade eder? Güler! Rüyadaki limuzini ne yapsın! Dikkat edin, Efendimiz (SAV) bu hayatın rüya olduğunu öyle yaşıyor ki, rüyasında teklif edilen krallık, şunlar, bunlar onun için bir anlam ifade etmiyor. Sizin benim bu teklifimi reddetmeniz bir fedakârlık mı? Efendimizinki de aynı şey! Bir kişi benim bu teklifimi kabul etmediğinde “Ne fedakâr, limuzini bile istemedi!” diye düşünür müsünüz?
Soyutlanmak ama neden ve nasıl?
Soyutlanmak sık karşılaştığımız kavramlardandır, “kendini soyutlamalısın” gibi ifadeleri duyar, okuruz, duyarız. Peki, soyutlanmayı nasıl anlamalıyız? Ona önce şöyle bakmak lazım: Tanrılığını ilan etmeyeceksin, tanrılıktan soyutlanacaksın. Başarmamız gereken ilk soyutlanma budur! “Güç Allah’tadır, Mülk Allah’ındır” idrakıyla yaşamaya çalışacaksın ki, soyutlanma önce budur. Ancak bu amaçla yaptıkların seni bu dünyada zavallı hale düşürmeyecek. Zavallı, güçsüz ve başarısız oluyorsan yöntemin yanlış demektir. Doğru inandığın halde, tanrılık ilanında olanlarda daha geride kalırsan olmaz, o işin ruhuna terstir. Tanrılık ilanından kurtulup da “İlla Allah” dediğinde daha güçlü olman lazım! Zavallı oluyorsun olmaz. Sende “La ilahe İllallah” idrakı ve yaşantısı açıldıktan sonra daha başarılı, daha hevesli, daha umutlu olman gerekiyor. O zaman hayattan soyutlanmamış ama tanrılıktan soyutlanmış olursun. Yanlış soyutlanmaya yol açan yaklaşıma bir örnek vereyim. Kişi şöyle düşünüyor: Allah bu dünyayı boşa yaratmış, gereksiz. Bu dünya inananlara göre değil. Böyle düşünmek, böyle zannetmek yanlıştır. Dünyadan yararlanman gerekiyor! Dünyada arayıp bulman gereken ilimle ilgili birçok şey varken, bütün bunlar senin onları bulman için varken ilmi bırakman yanlış olur. Onlara ulaşmadan Allah’ı bulmak mümkün değil! Yanlış soyutlanma ile sen yeniliğe açık olamazsın. Yeniliklere kapalıysan paylaştığımız bu hakikatleri, bu işleri hiç anlayamazsın.
İlimden/bilimden ayrılarak başarı olmaz!
YENİLİKLERE AÇIK OLMAK nedir? Yeniliklere açık olmak, her an yeni şanda olmaktır. “Her an yeni şanda” olabilmek yeniliklere açık olmakla mümkündür. Bu yüzden bu işleri anlamak için muhafazakâr/statükocu olmamak lazım. Muhafazakâr birisi bunları anlayamaz, çünkü statükocu! Tanrılığına ait bir şeyleri muhafaza derdinde, “bundan taviz vermem” diyor. Onun “taviz vermem” dediği şeyler, onun tanrılık ilan ettiği yerlerin statükolarıdır. Aslında dediği şu: Tanrılığımdan taviz vermem. Yeniliğe açık olmayanın Allah’ı anlayabilmesi de mümkün olmaz. Yeniliğe açık olmak bilime açık olmaktır. Bu yüzden, ilimden/bilimden ayrılarak başarı olmaz!
Bu konuda dikkatimi çeken bir şeyi paylaşayım. Ramazanda dini programlar arttığı için çok yanlış şeylere de rastlıyorum. O kadar yanlış şeyler söylüyorlar ki… Birine soruldu, günümüz dünyasında neden dine bu kadar sempati var? Cevaba dikkat edin lütfen: İnsanlar her şeyi bilimin çözemeyeceğini anladılar, böylece dine yöneldiler. Ne kadar yanlış bir bakış! Böyle bir şey olabilir mi? Bilim ve akılla her şeyin çözülemeyeceği, onların çare olmayacağı anlaşıldığı için insanlar yeniden dine yöneldi. Bu İslamiyet için geçerli bir bakış değildir! Hıristiyanlar için geçerli olabilir, çünkü bilim adamlarıyla kavga hıristiyanlarda var. Bilim adamlarıyla kavga İslam tarihinde hiç yoktur. Ama hristiyanlar kavgadan vazgeçmiş de eskiye dönüyorlarsa olabilir. İslamiyet’te öyle bir kavga yok ve çözülecek bütün şeyler akılladır. Ayetler bu yüzden hep  “Akletmiyor musunuz, hala akletmeyecek misiniz?” diye sorar. AKIL hayata hâkim olmadan tanrılıktan kurtulmak mümkün değildir. “Ben de müstakilen varım, güç bende” tanrısından tam kurtulmanın yolu AKIL+İMAN’dır. “Akıl+iman nedir?” onu ileride göreceğiz. İnsan kendini tanrı ilan etmekten ancak akılla kurtulabilir. Akılla kurtulmak bilim verilerini kullanmaktır, yani ilmi kullanmaktır. Gerçekte ilim ve akıl nedir, onu da açıklarız inşaAllah. Demek ki ilmî verilerden uzaklaşmak doğru bir soyutlanma değilmiş.
İnsanın doğru yoldaki mücadelesi
 Gerçek Cihad’dır
İnsan bu paylaşımları okuyup, hak verip, sonra da ısrarla ve inatla yanlışlarına devam ediyorsa, bunun sebebi imansızlık mıdır, kavrayamamak mıdır, nedir? Öncelikle bilelim ki, bu çok normaldir, hayatın kendisi budur. Bu mücadele yapılacak işte. Bunları okur okumaz iş bitse, kolay. Elbette, kişi bir doğruyu okudu ve kabul ettiyse yanlışı devam ettirmemelidir. İdrak ettiyse artık yanlışlarının bitmesi gerekiyor. Peki, neden bitmiyor? Bu durumda, ahiretimizi satmış duruma düşüyor olabilir miyiz? Ahiretimizi satmamak için ne yapmak gerekiyor? Biz zaten onun mücadelesi içindeyiz. O mücadeleyi yapmak makbul! Bunun mücadelesini yapan kul makbul! Bu gerçekleri okur okumaz işi bitirmek, veli olmak değil! O mücadeleyi yapmak önemli, hayattaki o mücadele makbul! Allah indinde makbul olan o mücadele. Çünkü dilediği seyir o! İşte bu mücadele GERÇEK CİHAD’dır. “Bu mücadele makbul” demekle “yanlış işlere dalalım” demiyorum. O yanlışların karşınıza her gelişinde onlara karşı sürdürülecek mücadele makbul. Çünkü o mücadele yanında Allah’ı tefekkür etmeyi ve zikrullahı getiriyor. Bir de gerçeği gördüğü, okuduğu halde mücadele etmek gerektiğinin bile farkında olmamak var. Kişi okuyor, “tamam bu doğru” diyor, ama aynı yanlışına devam ediyor, hatta o yanlışa devam ettiğinin farkında bile değil. Bu halden hızla kurtulmak lazım, mücadele etmek şart! Farkında olup olmamak ise ayrı bir şey, Allah ona o farkındalığı dilemişse kişi halinin farkında olur. Dilememişse bir şey yapamazsınız. Ama şu önemli: Kişinin bu konuları okuyor ve önemsiyor olması onun karar oluşturup mücadele edeceğinin belirtisidir. Çünkü mücadele şart! Bu nedenle kişi önce karar oluşturacak, sonra da kendisi için bir hedef koyacak. Diyecek ki, ben tanrılığımı iddia etmekten kurtulmalıyım. Kendinize öncelikle bu hedefi koymalısınız. Sonra da bu hedefe ulaşmanın mücadelesini öncelikli bir hayat tarzı olarak benimsememiz gerekiyor.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -16-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti