Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 35

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Temmuz 2018 Cuma 13:50:23
 

“YETİŞ EY ÖLÜM” DİYECEKLER
“Kitabı soldan verilmiş olanlara gelince, o şöyle der: Keşke bana kitabım verilmeseydi; Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke (ölümle) iş bitmiş olsaydı.” (Hâkka; 25-27)
“Kitabı arkalarından verilenlere gelince, (o) sübüra (yetiş ey ölüm) diye çağıracak ve saıyr’e (alevli ateşe) maruz kalacaktır. Muhakkak ki o, kendi ehli içinde mesrur idi. Muhakkak ki o, asla (Rabbine) dönmeyeceğini zannetti (buna göre yaşadı).” (İnşikak; 10-14)
Hatırlarsanız, Nebe Suresi 40. ayet, bu grupta olanların “keşke toprak olsaydım” diyeceklerini bildirmişti. “Yetiş ey ölüm” deyiş de aynı mânâ!
Ayetlerde kitabın sağdan, soldan ve arkadan verilmesi şeklinde üç tarifle karşılaşırız. Kitabın soldan ve arkadan veriliyor olması temelde aynı mânâyı ifade eder. Sol da arka da aslında birer idrakı temsil etmektedir. Ve bu sağ-sol, insanın şu anki sağ-sol tarafıyla da ilişkilidir, beyninde buna göre bir düzenleme vardır. Gerek insanın sol tarafındaki ilişki, gerek beynindeki bu konuyla olan ilişki, kişinin sahip olduğu idrakın açtığı beyin hücreleriyle ilgilidir ve hem “sol taraf” hem de “arka taraf” açılan bu idrakla ilgilidir, benzerdir. Kitabı arka taraftan verilenler Allah’ın ayetlerini arkaya atanlardır, onlar dünya hayatında ayetleri umursamayıp arkaya atmışlardı. Sol da öyledir! Sol bâtılın, bâtıl idrakın temsilidir. Eğer “batıl” sizin beyninizde hücreler açarsa, bu beyin diline ve beden diline dönüşürse o davranış biçimleri “sol”u temsil eder. Eğer Hakk yani iman beyninizde kendine ait hücreleri açar da vücuttan dışarı onlar çıkmaya başlarsa bu da “sağ, sağ ehli” denilen idrakın davranışlarına sebep olur. Bunlar detaylı olarak “Sen Tanrı mısın?” kitapçığında var. İleride ayrı bir konu olarak sağ ve sola daha fizyolojik, daha biyokimyasal bakarız inşaAllah. Çünkü “sağ ve sol” hem merak edilen hem de tefekkür edilmesi gereken bir konudur.
RABBİN MÂNÂLARI SURETE
DÖNÜŞTÜREN (MUSAVVİR)DİR
“O gün mücrimleri asfâd/zincirler (dünyadaki müstakillik iddiasının esarete dönüşümü) içinde bağlanmış olarak görürsün. Gömlekleri katrandan (vehmin zulmeti bedenini kapkara kaplamış olarak), vechlerini de nar (korku ve dehşetin ateşi) bürür.” (İbrahim; 49, 50)
“Onları zincirlerle bağlanmış görüyorsun!” Bu manzarayı oluşturan görüntü, dünyada yaşarken Allah’tan ayrı düşünülen gücün dönüştüğü suretlerdir, dünyadayken bir mânâ olan o zannlar suretlere dönüşmüştür; onlar orada surete dönüşmüş olarak karşınıza çıkıyor. Kişiyi orada kıskıvrak bağlayan şey, buradaki yanlış zannlarının suretleridir. Bir zann surete dönüşür mü? Elbette! Biz Allah’ın dileğinin sureti değil miyiz? Şimdi de insanın dilekleri surete dönüştü. Rabbi dileyince neden olmasın? Çünkü Rabbin mânâları surete dönüştüren (Musavvir)dir. Düşündüğünüz mânâlar orada karşınıza suret olarak çıkıyor. Hadislerde de bunlara rastlarsınız; “Şunu yapınca şöyle köşkünüz olur, cennette şu kadar alanınız olur” gibi ifadeler, bu dünyada düşünülen ve yaşanan mânâların Biiznillah şekle dönüşeceğini işaret etmektedir. Yaşarken oluşturduğunuz o mânâlar Rabbinizin dilemesiyle surete dönüşür. Surete dönüşecek en tehlikeli mânâlardan birisi kişinin dünyada kendini Allah’tan ayrı bir güç, ayrı bir varlık sanmasıdır. Bu düşünce ve bu düşünceye dayalı yaşantının dönüştüğü zincirler (bağlar) kişiyi orada kuvvetle bağlar. Vehimden ürettiği zulmetin karanlığı da katran/karanlık olarak bedenini bürür. Zaten kişi dünyada o zulmeti mânâ olarak yaşıyordu. İşte o karanlık, o zulmet surete dönüşüp bedeninde bir gömlek olarak görülecektir. Onun vechi yani yüzü de aynı akıbeti yaşar…
DÜNYA HAYATINDA AYETLERE
KARŞI YÜZ ÜSTÜ YÜRÜYENLER, AHİRETTE DE
YÜZ ÜSTÜ HAŞR OLUNURLAR
“O gün, yalanlayanların vay haline!” (Mürselat-19)
“Kıyamet günü onları körler, lallar ve sağırlar olarak, yüzleri üzerine haşr ederiz.” (İsra-97)
“Onları yüzleri üzerine çevireceğiz” ayetinden sonra ashab soruyor: “Ya Rasûlallah, insan yüzü üstünde nasıl yürür?” Efendimiz (SAV) de onlara soruyor: “Sizi ayaklarınızın üstünde yürüten Allah dilerse yüzünüzün üstünde yürütemez mi?” Diledi ve sizi b��yle yürütüyor, yüz üstü yürümenizi dilerse yüz üstü yürütür. Bir mana da şudur: Ayakların değerinin bilinmemesi, demek ki yüzün üstünde yürümek gibi bir surete dönüşüyor, hafazanallah. Din Günü’nü yalanlayanlar, zaten dünyada (manen) yüz üstü yürüyorlardı! Şöyle: Hakk Yol’a ulaşabilmeleri için insanlara görebilme, algılayabilme, duyabilme ve bütün bunları idraka dönüştürebilme yetenekleri verildi ki Fuad’ları aldığı verilerle Hakk Yol’a uygun sonuçlara ulaşsın. Oysa yalanlayanlar sanki bu yetenekler Hakk Yol için değilmiş gibi gerçeği görmezden gelip, ters iş yaptılar, yüz üstü yürüdüler. İman eden ve salih amel işleyenler ise bu yetenekleriyle Biiznillah Sırat-ı Müstakıym’i buldular. Bu nedenle, dünya hayatında ayetlere karşı yüz üstü yürüyenler, ahirette de yüz üstü haşr olunurlar:
“Yüzüstü kapanmış (sürünen) olduğu halde yürüyen mi daha doğru yoldadır yoksa sırat-ı müstakıym üzerinde yürüyen mi? De ki: Sizi inşa eden ve sizin (hakikatinizi bilmeniz) için sem’ (işitme işlevi), ebsar (görme-idrak kuvvesi) ve fuad’lar oluşturan O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!” (Mülk; 22, 23)
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Kazandıklarını bize elleri konuşur ve ayakları şahitlik eder.” (Ya-Sin; 65)
“(O) gün onların dilleri, elleri ve ayakları, yapıyor oldukları şeyler dolayısıyla aleyhlerine şahitlik eder.” (Nur-24)
“Nihayet (Allah’ın düşmanları) oraya geldiklerinde onlar aleyhine, onların sem’leri, basarları ve ciltleri yaptıklarıyla şahitlik eder. Ciltlerine; “Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Onlar da: “Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu, ilk defa sizi O yaratmıştı. Yine O’na döndürülüyorsunuz” derler. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de ciltlerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zann var ya, işte o sizi mahvetti ve hüsrana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet-20-23)
HİSLERİN BİLE KATILDIĞI BİR ŞAHİTLİK VAR
O gün yalnız el, ayak değil tüm sistemler şahitlik yapıyor: Sem’leri (işitme sistemleri), basarları (görme sistemleri), ciltleri (dokunma duyuları) yaptıklarına şahitlik ediyor. Duygular da şahit, hislerin de şahitliği var: Dokundu şunu hissetti, gördü şunu hissetti, duydu şunu hissetti… Hislerin bile katıldığı bir şahitlik var. Muhafaza buyuruver Allahım. Günahlarımızı, günah belgelerimizi ve günah izlerimizi siliver ya Rabbi. Ya Rabbi, şahitlerimizi de belgelerimizi de temizleyiver, ya Rabbi, ya Rabbi, ya Rabbi. Biz Fatiha’da “Er-Rahmânir Rahıym, Mâliki YevmidDiyn” derken işte bu duygularla sığınmalıyız. “Ya rahmanur rahıym, ey Mâliki YevmidDiyn, o şiddetli günde koruduklarından eyle bizi Ya Rabbi…”
“O gün Allah kendilerine Hakk dinlerini, (müstehaklarını) tam verecek ve (onlar) bilecek ki; Allah, apaçık Hakk’ın ta kendisidir.” (Nur-25)
“Kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara zâhir oldu. Ve alay ediyor oldukları şey kendilerini çepeçevre kuşattı.” (Zümer-48)
“Eğer arzdakilerin tümü ve onunla beraber onun misli daha o zulmedenlerin olsa, elbette onu, kıyamet gününün azabının kötüsünden (kurtulmak için) fidye verirlerdi. (Çünkü) Allah’tan hiç hesap etmedikleri şey onlara zâhir oldu.” (Zümer-47)
“Birbirlerine (bir süre) gösterilirler. Mücrim ister ki; o günün azabından (kurtuluş için) oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendisini kurtarsın.” (Me’aric; 11-14)
Böyle dehşetli bir gün…
“O gün (zulmani sebeplerle birbirlerini seven) dostların bazısı bazısına düşmandır. Ancak muttakiyler (Allah için sevip dost olmuşlar) müstesna. “Ey kullarım, bugün size bir korku yoktur. Siz mahzun da olmazsınız.” Onlar (o kullar) ki ayetlerimize iman ettiler ve müslimler (teslimler) oldular.” (Zuhruf; 67-69)
Müminler, müslimler için ise böyle bir müjde var.
NEYİ SEVİYORSAK ALLAH İÇİN
SEVMEK GEREKİYOR
Fatiha Suresi yolculuğumuzda “Maliki YevmidDiyn” ayetindeyiz, tefekküre devam ediyoruz. Bu ayetlerdeki “o gün (zulmani sebeplerle birbirlerini seven) dostların bazısı bazısına düşmandır” ifadesi bizi çok ilgilendiriyor! Hatta “ancak muttakiler yani Allah için sevip dost olmuşlar müstesna” kısmı da bizim için çok önemli. “Demek ki, sevmemize, sevdiklerimize çok dikkat etmeliyiz! O gün, “nereden sevdim ya Rabbi!” diye pişman olmamak için, neyi seviyorsak Allah için sevmek gerekiyor, bu mutlaka yapmamız gereken bir şey. Ayetten öğrendik ki ancak Allah için sevenler kurtulacak, ayet onları müjdeliyor. Bir kişi neyi Allah için değil de dünya için, bir menfaat için veya bazı batıl sebeplerle sevmişse orada o ona düşman olacak! Sistem böyle: Neyi öyle sevmişsen onu düşman bulacaksın! Normal hayatta da bu zaten böyle, ama insan farkında değil! Allah rızası olmayan her şeyin sonu dünyada da hüsran! Dünyada veya ahirette ama sonuçta Allah rızası olmayan şeyin sonu hüsrandır.
Hadisler o zor günde müjdelenmiş yedi gruptan bahseder. O günün dehşetinden korunacak olan ve Allah’ın “onlar benim misafirimdir” dediği o gruplardan birisi şunlardır: Allah rızası için birbirleriyle buluşanlar, yan yana gelenler, Allah rızası için oturup, tefekkür edip Allah’ı konuşmuş, ayrılırken de Allah rızasıyla, Allah için ayrılmış olanlar. O grubun özelliği bu: Onlar ne yapıyor ve ne konuşuyorsa Allah rızası içindir. Bu, dünya hayatına ait bir iş olabilir, bir yemek tarifi, bir başka iş olabilir ama Allah içindir. Ayrılırken de Allah rızası için ayrılan bu müjdeli grup için “onlar orada Allah’ın misafiridir” buyruluyor. Zulmani sebeplerle sevişenler için bir hüsran bildirilirken, Allah’a teslim olanların dostlukları içinse Efendimiz’in bildirdiği “Allah’ın misafirliği” müjdesi hatırlatılıyor.
“Dünya hayatı kâfirler için süslenmiştir. (Onlar) iman edenlerle alay ederler. Hâlbuki takva sahipleri kıyamet günü onların fevkindedir. Allah dilediğine hesapsız rızk verir.” (El Bakara-212)
“Siz onları alaya aldınız. Hatta (bu haliniz) zikrimi size unutturdu ve siz onlara gülüyordunuz.” (Mü’minun-110)
“Muhakkak ki; o icram edenler iman edenlere gülerlerdi. Onlara (iman edenlere) uğradıklarında birbirlerine göz kırpar (alay eder)lerdi. Kendi ehillerine (yandaşlarına) döndüklerinde fekih’ler (keyiflenmiş) olarak dönerlerdi. Onları (iman edenleri) gördüklerinde: ‘Muhakkak ki bunlar sapkınlardır’ derlerdi. Hâlbuki onlara (iman edenlere) hafiziyn (hafaza melekleri) olarak irsal olunmadılar (ki). Bugün de iman edenler (o) küffara gülüyorlar, koltuklar üzerinde nazar ediyor oldukları halde.” (Mutaffifîn; 29-35)
Hayatta kullandığımız bir söz var ki o burada tam yerini buluyor: Son gülen iyi güler. Burada o söz hak olarak yerini buluyor. İman ettikleri için kendilerine gülünenler, ahirette onlara gülecek. Ayet böyle…
“Mücrimler ateşi gördüler de artık onun içine düşeceklerini anladılar. Ondan (ateşten) kaçıp kurtulmaya bir yol bulamadılar.” (Kehf-53)
“Müslimleri, mücrimler gibi kılar mıyız hiç?” (Kalem-35)
“Allah buyurdu ki: Bu, sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür.” (Maide-119)
“O gün Allah, o Nebî’yi ve onunla beraber iman etmişleri rezil rüsva etmez. Onların nuru, önlerinden ve sağlarından sa’y eder (koşar). Derler ki: Rabbimiz! Bizim için nurumuzu tamamla ve bizi mağfiret eyle. Muhakkak ki; sen, her şeye Kadiyr’sin.” (Tahrim-8)
“Siz ve eşleriniz sürur içinde (ikrama mazhar halde) cennete dahil olun.” (Zuhruf-70)
“Onlar cennetler içindedirler. Günahkârlara; ‘Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?’ diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şu cevabı verirler: Biz salât ikame edenlerden değildik, yoksulu doyurmazdık, (bâtıla) dalanlarla beraber biz de dalıyorduk. Diyn gününü de yalanlardık. Sonunda bize ölüm geldi çattı.” (Müddessir; 40-47)
“O gün yalanlayanların, vay haline!” (Mürselat-49)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti