Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 45

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 8 Ağustos 2018 Çarşamba 13:41:53
 

ŞEHADETİ İNANARAK, KATILARAK BİR KERE SÖYLEYEN ATEŞ GÖRMEZ, BUNA İNANIN
Muhammed-19: “Fa’lem ennehu la ilâhe illallahu: Bil ki, o gerçek kesinlikle La ilâhe illallah’tır.”
İşte biz buna, kelime-i tevhide şahitlik yapacağız. İşte şahitlik! Dosyamıza konulacak ve cennete gitmek için bize delil oluşturacak şahitlik budur. Ama onun kesinlikle açıkladığımız bilinçle yapılması lazım, yoksa kişi yalancı şahit olur, dosyasına “yalancı şahit” yazarlar, bunun da ayrıca cezası çıkar. Ne söylediğini, ne yaptığını iyi fark eden bir şahitlik şart! Bildiklerimle, gördüklerimle, Rabbimin bildirdiğiyle inanarak söylüyorum ki, Allah’ın izniyle şu şehadeti inanarak, katılarak bir kere söyleyen ateş görmez, buna inanın. İnanarak, ne olduğunu bilerek bir kere bunu söyleyen ateş görmez. Bu mü’minlere Efendimiz (SAV)’le gelen mirac müjdesidir. Eğer mü’min uygun amelleri yapamamışsa Rabbim onları inşâAllah bağışlar. Bu îman kişinin yolunu değiştirir, ahirette yanlış kişilerin caddesine düşmez. İşte o imanın şehadeti: Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abduhû ve Rasûluhû: Allahım, kesinlikle şehâdet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar olan ancak SENsin. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” YOKTUR. Başka “Müstakilen VAR ve Muhtar” iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır ve “YOK” hükmündedir. Ve yine kesinlikle şehâdet ederim ki Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz, SENin Kulun ve Rasûlündür.
BİZ NEYE İLAH DİYORUZ?
Şehâdetimizde önemli bir kelime var: İlah. İlah kelimesini Türkçeleştirirken kullanılan “tanrı” sözcüğü İslâmi bir tabir değildir, tanrı sözcüğü ifadesini İslâm dışı düşüncelerde bulur, İslâm içerisinde kullanabileceğimiz bir tabir değildir. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim meâllerinde ilah için “tanrı” yazılması çok sakıncalıdır. Kur’ân “ilâh” diyor. Zaten anladığımız bir şey, Türkçeleştireceğiz diye iyice kendimizi Kur’ân’dan niye koparalım? Tanrı uydurulmuş bir kelimedir, onu uydurulmuş rabler için kullanırız, kişiler rab uyduruyorsa onlara “tanrı” deriz. Allah için Kur’ân ilâh diyor, biz de ilâh demeliyiz: Lâ ilahe illallah; ilah ancak Allah’tır, başka ilâh yoktur. “Başka” kelimesini de iyi izah etmek gerekir. Çünkü eğer Allah’ın dışı olmadığı bilinmezse, “başka ilah yoktur” ifadesindeki mânâyı idrakımız yakalamaz. İlâhı bir iki cümleyle ele alalım, biz neye ilâh diyoruz?
İlâh’ın çok önemli bir özelliği var: İlâh müstakilen var ve muhtardır. Bir kere bunu tam bilelim: Müstakilen var ve muhtar olan ilâhtır. Müstakilen var! Sadece “var” kelimesi ile Allah’ı anlatırken zorlanırız, sadece “var” ile algılara hitap edemeyiz. Bunun için başına “Müstakilen” kelimesinin gelmesi gerekiyor. Müstakillik önemli ve Allah müstakildir, kullar değil. Ancak Allah müstakildir, çünkü Allah ilâhtır. Bu nedenle, kim “ben müstakilen varım ve muhtarım” derse, müstakilen var ve muhtar olduğunu düşünürse Allah’ın vasıflarını örtmüş, ilâhlığını ilan etmiş olur. Böyle demese de müstakilen var ve muhtar gibi davranıyorsa Allah’ın vasıflarını suiistimal etmiş olur. Ayetler o kişiye “asi” der; ilâhlığını ilan ederek isyan etti, haddi aştı. Müstakilen var ve muhtar olan ilahtır, ilah müstakilen var ve muhtardır. Peki, insan neden “müstakilen varım ve muhtarım” der veya neden öyle zanneder? DûniHİ algısı yüzünden! O algıyla Allah’ın dışı var sanar, yaratılanları Allah’ın dışında sanar. Hâlbuki Kur’ân bize özellikle Âmener Rasûlü’de “sakın, Allah’ın yarattıklarını Allah’ın dışında sanmayın, öyle îman etmeyin. Rasûl öyle îman etmedi, siz de Rasûl gibi îman edin. Allah’ın dışı var sanıp da yaratılanları Allah’ın dışına yerleştirmeyin” diyor. Ama insan kendini içinde bulduğu duniHİ idrak yüzünden “müstakilen varım ve muhtarım” diyor. Bunu diyen “ben ilâhım” demiş oluyor. Kime? Allah’a! Oysa biz bir şahitlik yapıyoruz. Yaptığımız şehâdetteki ilâhı, ilâhın mânâsını, neye “La ilâhe” dediğimizi fark etmek için ilâhı bilmek gerekiyor. Lâ ilâhe illallah’ı çok önemsediğini söyleyene “mânâsı nedir, ne anlıyorsun?” diye lütfen sorun. “Allah’tan başka tapacak yok” diyorsa olmaz. “Allah’tan başka ilâh yok” derse de olmaz. Çünkü bunu söylerken kendisi ilâhlık yapıyor olabilir. Neye “Lâ” dediğini iyi tarif etmeli. “Uzakta, ötede beride tanrı yok” derse de olmaz. Çünkü onlar ikincil, üçüncül şirkler. Birincil şirki fark etmeliyiz. Birincil şirk senin müstakillik zannın, muhtarlık iddian! Bu yüzden kişi kendi varlığını Allah’a eş koşuyor, kendi varlığını ortak yapıyor. Başka şeylere sıra sonra geliyor. İşi ana kaynağından çözeceksek ilâhı ve sahte ilahı iyi anlamak zorundayız. “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında olan sahte ilahtır. İşte ona “Lâ” diyoruz.
KUR’ÂN’IN “YOK” DEDİĞİ
ŞEYİN YERİ BİLE YOKTUR
Bir diğer husus şudur: “Müstakilen VAR olan Allah’tır” derken kullandığımız “VAR” kelimesi, normal hayatta kullandığımız “var” ile aynı mânâ değildir. Hayatta kullandığımız kelime ve mânâlarla Allah’ı anlamaya çalışırsak başaramayız. Onun için İslâm’ı anlayamıyorlar. Esmâ’ül Hüsnâlar bu yüzden önemlidir. Onları dünya işlerini düzene koymak için yapılacak birer tesbihat gibi görmeyin, esmalar Allah’ı anlayabilmek içindir. Biz “VAR” kelimesini hem olaylar, hem de Allah için kullanıyoruz, ancak bu iki “VAR” aynı değil. Hayatta kullandığımız var için bir örnek verelim. Elimde bir su şişesi var, onu masaya koydum. Masada şişe var mı? Var. Kaldırdım, şişe var mı? Yok. Bakın, hem “var” hem de “yok” kelimesini kullandık. Ama dikkat edin, şişe için kullandığım “var”la, “yok” birbirinin zıddıdır. Bu bir. Bir de ben onun masada olmayışına “yok” dedim ama onun masada bir yeri var, “yok” dediğim bir yer var. Yeri varsa o vardır. Yani “yok” dediğim şey de burada bir varlık; “yok”un varlığı. Masanın üzerinde şimdi şişenin yokluğu var. Normal yaşantıda kullandığınız “var ve yok” böyledir. Günlük hayattaki “var ve yok” birbirinin zıddıdır ve bir de yok dediğimiz şey aslında vardır. Biz kıyas yapıyoruz, aradığımız şey yoksa yok diyoruz. Kur’ân’ın YOK dediği böyle bir şey değil. Kur’ân bir şeye dûniHİdir (yoktur) dediğinde o bildiğimiz gibi bir yok değildir. DûniHİ’nin (Kur’ân’ın “YOK” dediğinin) yeri yoktur. Dünyada bizim yok dediğimiz şeyin bir yeri var. Kur’ân’ın “YOK” dediği şeyin yeri yoktur. Bir de Kur’ân’ın “YOK” dediği şey “VAR”ın zıddı değildir. Yani dûniHİ (Allah’ın dışı yok) dediğimiz zaman, “dışı” dediğimiz şeyin bir yeri yok. Ve o YOK varın zıddı değil. Dolayısıyla Kur’ân’ın “Allah var” derken kullandığı “VAR”la, bizim normal hayatta kullandığımız “var” aynı değil. Normal hayatta kullandığımız var manasıyla Allah’a var diyemeyiz. Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR”ın mânâsı Kur’ân’a göredir. Demek ki, insanların aralarında konuştukları mânâlar ile Kur’ân meâllendirilmez, oradan doğru îman çıkmaz. Amelleri çıkarabiliriz ama îman çıkmaz. İman çıkmayınca uygun/salih amel de olmaz. Sâlih amel tek başına olmuyor, önce Billâhi anlamında îman edeceğiz ki ona uygun amel yapabilesin. Öyleyse Allah için kullandığımız “VAR”ın özelliklerine bakalım. Allah’a “VAR” derken kullandığımız “var” müstakillikle ilgilidir: Allah müstakildir. O müstakilliğin özellikleri vardır. Allah’a “VAR” dediğimiz “VAR” Ehad’dır, o “VAR” Samed’dir ve o “VAR” dediğimiz “VAR”ın dışı yoktur. Normal hayatta var dediğimiz şeyin dışı vardır. Kendimize var diyoruz, dışımız var. Bizim idrakımız, algımız dışa yönelik, “dış”ı bilir. Bu yüzden dışın olmadığı bir şeyi kavrayamıyor.
ALLAH İÇİN KULLANILAN VAR, ALLAH’A AİTTİR. O “VAR”I BİZE ALLAH ÖĞRETİYOR
Zihninin tanıma yolunda çok hızlı ilerlemesini isteyen için Allah’ın Evvel ismi çok önemlidir. Biz Âhir ismini kolay kavrarız. Mesela “sonsuz” deyince kavramakta zorlanmıyoruz, ileri bakıyoruz, sonsuz… Ama Evvel öyle değil, Evvel’in başlangıcı yok! Başlangıcı olmayan şeyi kavrayamayız. Çünkü bizim zihnimiz başlangıcı olan şeyi anlar. Başlangıcı olan bir şeye “sonsuz” diyebilir, çünkü başladı sonsuza gidiyor. Fakat “başlangıcı yok”u kavrayamıyor. Bu yüzden, Allah’ın Evvel ismini tefekkür etmek, beyin hücrelerindeki fikirleri tomurcuk gibi patlatır. Beyin Evvel ismiyle açılır, Evvel ile beyinde Allah’la ilgili sayfalar açılır. Çünkü beyin hiç öyle bir şey düşünmemiş, Evvel’i hiç düşünmemişiz. Biz dış kavramına göre düşünmüşüz. Dünyada yaşarken neye var diyorsak onun dışı var. Dışı var algısı ve manası ile Allah’a da var diyemeyiz, o zaman Allah’ın da dışı var olur. O yüzden “Allah’ın dışı var” sanılıyor. İnsan dünyada kullandığı var kelimesiyle Allah’a var dediği için zihni Allah’ın dışı var sanıyor. Özel olarak planlamıyor, kendiliğinden öyle oluyor, çünkü o kelimeyi hayatında o mânâda kullanıyor. Allah’a “VAR” dememiz farklıdır: Müstakilen VAR olanın dışı yoktur. Çünkü O Ehad’dır, O Samed’dir. Zıddı da yoktur. Dünyadaki “var” dediğimizin zıddı vardır. Çünkü yaratılmış. Yaratılanlar zıtlarıyla yaratıldı, Allah yarattıklarını zıtlarıyla yarattı. Bu yüzden, var ve yok birbirinin zıddıdır. Ama Allah’a “VAR” derken kullandığımız “Müstakilen VAR” bir yokun zıddı değildir. Yalnızca o VAR’ın zıddı yoktur. Allah’a kullandığımız “VAR”ın bir önemli özelliği de yaratan olmasıdır, ancak müstakilen VAR olan yaratır. Normal hayattaki var dediğimiz yaratılandır. Yaratılana verdiğiniz mânâ ile Allah’a var diyemezsiniz, onu Allah’a kullanmazsınız. Böyle yapıldığı için Allah’ı anlaşılamıyor. Allah için kullanılan VAR Allah’a aittir. O “VAR”ı bize Allah öğretiyor; o VAR Ehad’dır, Samed’dir. O VAR’ın zıddı yoktur, o VAR’ın dışı yoktur, o VAR yaratandır. İnsanlar için kullandığımız var Ehad değildir, Samed değildir, zıddı vardır, yaratılmıştır, Allah’a kulluk yapar. Ehad ve Samed’i bu çerçevede anlayalım. Hatta onun mânâlarından birini şimdi görelim. Dışı olanın ihtiyacı olur. Kulun dışı vardır, bu yüzden ihtiyacı vardır; yer, içer, giyinir. Ama bütün bunları kula sağlayan Billâhi anlamda Allah’tır, bütün onlar (dûniHİ düşünmezseniz) Allah’tandır. O zaman kime ihtiyacımız var? Allah’a! Çünkü dışımız var. Dışın varsa ihtiyacın var. Mesela yersiniz. Demek ki Samed değilsiniz. İnsan, kul Samed olamaz. Dışı var. Dışı olan Samed olmaz. Allah müstakilen VARdır, dışı yoktur; Samed’dir, ihtiyacı yoktur. Dışı olsa ihtiyacı olurdu, dışı olmadığı için ihtiyacı da yok. Dışı olsa, en azından dışına bakma ihtiyacı olur. Allah Samed’dir, dışı yok! Ve o öyle saf Samed’dir ki varlığını sürdürmesi için kendi içinden bir şeye de bir ihtiyacı yoktur Bu kadar saf ve som Samed’dir. Samed’in mânâsı anlaşılabildi mi? Dışı yok!
ZÂTINDA, ZÂTINI, ANCAK ZÂTININ BİLDİĞİ BİR TEK. ÖYLE BİR TEK Kİ KİMSE BİLEMEZ
Ehad dışı olmayan, müstakilen VAR ve tektir. Zâtında, Zâtını, ancak Zâtının bildiği bir tek. Öyle bir tek ki kimse bilemez, hiç bir yaratılmış anlayamaz, kavrayamaz, Ehad vasfıyla ahlâklanamaz. Allah’ın nasıl Ehad olduğunu anlayabilmek için O’nun dışının olması lazım, dışına çıkıp O’na bakmak lazım. Muhal! Öyle bir şey olmayacağı için Allah’ın nasıl “Müstakilen VAR” olduğunu kavrayabilmek mümkün değildir. Örneğin, zihnimizde hayal ettiğimiz birinin bizi anlayabilmesi mümkün mü? Bizde olduğu için bizi kavrayamaz. Allah Ehad’dır; zatında zatını zatıyla ancak kendisinin bildiği tektir. Böyle bir tek: Müstakilen VAR. Samed, çünkü dışı yok, ihtiyacı yok. Allah için VAR ve Samed’le ilgili söylediklerimizden sonra Mâide-75’i hatırlayalım.
“Meryemoğlu Mesih ancak bir Rasûl’dür. O’ndan önce de rasûller gelip geçti. O’nun anası sıddıykadır. İkisi de yemek yerdi. Âyetleri onlara nasıl açıkladığımıza bir bak! Sonra bak nasıl çevriliyorlar (Hakk’tan yüz çeviriyorlar).” Yanlış bir düşünceyle Hz. İsa aleyhisselam efendimize “Allah’ın oğlu, ilâh” dedikleri için âyet uyarıyor. Uyarıya dikkat edin ve anlattıklarımızın nasıl o çerçevede olduğunu fark edin. “Ayetler nasıl da paylaştıklarımıza uygun” demiyorum, hâşâ! Paylaştıklarımız nasıl da âyetlere uygun, fark edin lütfen. “Siz İsa’yı ilâh ilan ettiniz. O müstakilen var ve muhtar değildir, O’nun dışı vardır, Samed değildir. O da annesi de yemek yer” diyor. Neden yemek? Çünkü dışı olan için en önemli şey odur. İleride göreceğiz, bizim oruçta yaptığımız bir şey. Samediyet nurlarını fark edebilmemiz, oradan idrak kapabilmemiz için oruçla yapılan şeylerden birisi yemekle ilgilidir. İnsanların anlayacakları en önemli ihtiyaç budur. Tabi şunu da hatırlatalım, yemek yalnızca sofra mânâsında değildir, aldığınız oksijen de yemeğe girer. Dışarıdan her ne alıyorsanız aldığınız her şey yemek kapsamındadır. Çölde güneşin altında kupkuru kalırız, demek ki dışarıdan alınan nem bile yemek kapsamında. Yaşayabilmek için gereken güneş ışını da bir yemek. Gerektiğinde doktor tavsiye etmiyor mu; biraz güneş ışını yiyeceksin diye. Yemek yalnızca önümüze konulan sofra değil. Hepsi yemek…

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 45

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER