Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“FATİHA İLE FETİH” YAZILARI – 76

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 18 Eylül 2018 Salı 13:23:37
 

TEVHİDE HEP MANALAR
TEKLEŞTİRİLEREK GİDİLİR
Kur’an’ı anlayabilmek, bize verilen Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini doğru kullanabilmek için bazı tekniklerden bahsedeceğiz. Birisi Mânâları Çakıştırma Tekniği’dir. Dikkat edin, “mânâlar” diyoruz. Çünkü kesretten bir şey, yani fazla mânâ var, onları çakıştırıp tek yapmaya çalışacağız. Tevhide hep manalar tekleştirilerek gidilir, mânâları çakıştırmak, tekleştirmek tevhide gitmenin yoludur. Bu tekniği bilmeyen, uygulamayan Kelime-i Tevhid’in mânâsını mümkün değil anlayamaz, mümkün değil. İleride detayıyla göreceğimiz için şimdilik yöntem isimleriyle yetineceğiz. İkincisi Mânâ Ayrıştırma Tekniğidir. Şimdi “mânâlar” demedik, çünkü tek olan mânâyı içindeki mânâlara ayrıştıracağız. Çok benzemese de dünyaya ait bir örnek verelim, çünkü dünyadaki hiç bir şey İslam’la öğrendiklerimize benzemez. Örnekler anlamamız içindir, tam benzetmek için değil. İki hidrojen ve bir oksijen su oluşturur. Hidrojenin tabiatı farklıdır, oksijenin tabiatı farklıdır. İkisi birleşince su diye çok farklı bir şey çıkar. Suyu tek mânâ olarak düşünürsek, o nasıl oluştu? Manalar çakışarak! Hidrojen ve oksijen diye bilinen mânâlar birleşti, çakıştı, su meydana geldi, yani başka bir mânâ meydana geldi. Kimyagerler, tek mana olan suyu, yapısını anlamaya çalışırken ne yaparlar? Suyu analiz eder, onu hidrojene ve oksijene ayrıştırırlar, hidrojen ve oksijenin miktarlarına, açılarına bakar, molekülleri incelerler. Niye manalara ayırdılar? Anlamak için. Tek mana olan suyu anlarken ondaki manaları da anlarlar. Demek ki “mana ayrıştırma tekniği” dünyada zaten uygulanan bir yöntem. Şimdi biz bunu ahiretimiz için kullanıyoruz; bir mânâ var, onu anlamak için mânâlarına ayrıştırmak gerekiyor. Bunu fark ettiğinizde göreceksiniz ki, Kur’ân ayetleri ve hadislerde daima mânâ ayrıştırma ve mânâları çakıştırma vardır.
İSLÂM’I ÖĞRENMEK İÇİN KURSA GİTMEK
GEREKMEZ. İSLÂM’I ÖĞRENMEYE ÇALIŞIRKEN YAPTIĞINIZ HATALAR BİLE SEVABA DÖNÜŞÜR
Üçüncüsü, Tevhid dilini, Ulûhiyet dilini fark etmektir. Bu dilin farkında değilsek, bazı ayetlerde böyle bir dil kullanıldığını bilmezsek ayeti anlayamayız. Kur’an’daki dil kursa gidilerek öğrenilen bir dil değildir. Kursa gitmek ve eğitim geçtiği için bir parantez açalım: İslamiyet’te dünyadaki hiç bir sistemde olmayan çok önemli bir eğitim yöntemi vardır. Dışarıdaki hayatta siz bir şeyi öğrenirken hata yaparsanız mükâfat verilmez ama İslâm’ı öğrenmeye çalışırken yaptığınız hatalar bile sevaba dönüşür, o hatalarınızdan bile sevap kazanırsınız. Böyle farklı bir yöntem var. Mesela bazı dünya işleri için kursa gitmek gerekir ama İslâm’ı öğrenmek için kursa gitmek gerekmez, sadece tâlip olmanız yeterlidir. Öğreten, besleyen Rabbimiz hemen öğretir. Peki, nasıl tâlip olunur? İşte biz hep onu yani Allah’a tâlip olmayı, yalnız ve yalnız Hakk’a tâlip olmayı anla(t)maya çalışıyoruz.
Fark etmemiz gereken dördüncü teknik Kesret Dili’dir. Hem tevhid dili hem de kesret dili çok önemlidir. İleride bu iki dille ilgili olarak, Efendimiz (SAV)’in sahabeyi uyarışını göreceğiz. O zaman hadisle, sünnetle fark edeceğiz ki bu diller varmış ve önemliymiş.
4 YÖNTEM: MÂNÂLARI ÇAKIŞTIRMA
TEKNİĞİ, MÂNÂ AYRIŞTIRMA TEKNİĞİ, ULÛHİYET/TEVHİD DİLİ VE KESRET DİLİ
Biz Muhtariyeti Tercih Gücü (MTG) yetkisini anlarken de bu dört yöntemi kullanacağız: Mânâları Çakıştırma Tekniği, Mânâ Ayrıştırma Tekniği, Ulûhiyet/Tevhid Dili ve Kesret Dili. MTG yetkisini anlamaya çalışırken ilk ele alacağımız mânâ Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti: Billahi iman ve salih amel: Billâhi anlamıyla Allah’a iman edenler ve ona uygun amel yapanlar. Önce bu mânâyı ayrıştıracağız. Bu tek bir manadır, burada mânâ çakıştırılmıştır. “Billahi manasında iman” ve “salih amel” derken iki tanım varmış gibi söylüyoruz, mecburen, anlayabilmemiz için. Dünyadaki algının anlayabileceği dil böyle olduğu için. Eğer dünyada cennet dilini konuşsak anlaşamayız. Cennet dilini öğrenenler, bilenler anlaşır ama dûniHİ algıyla o dili anlamadığımız için anlaşamayız. Mânâ ayrıştırma ve çakıştırma bu yüzden önemlidir. Onu öğrenen cennet dilini öğreniyor demektir.
Âyetleri inceledi��imizde, cennet için “orada boş söz yoktur, orada yalan yoktur” gibi tanımlar görürüz. Eğer bunu dünyadaki “boş söz ve yalan” gibi sanırsak aldanırız. Bu, cennette kimse bana yalan ve boş söz söylemeyecek, hep güzel sohbetler edeceğiz demek değildir. BOŞ SÖZ Allah’ı örten sözlerdir, Allah yokmuş gibi kurulan cümlelerdir. YALAN Allah üzerine uydurulandır, en önemli yalan Allah üzerine uydurulan “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasıdır. Bu bir iftiradır ve bâtıldır. İşte cennette bunlar yok. Lütfen düşünün, cennette bunlar olmazsa ne olur? Dünyada sırf bunları konuşuyoruz ama cennette bunlar yok! Peki, cennette ne konuşulur? Dünyada tüm konuştuklarımız “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasına yönelik, bu iddiaya yönelik savaşlar… Konuşurken Allah’ı örten cümleler, yaşarken Allah yokmuş gibi davranışlar, hayat hep bu! Ama ayetler “cennette bunlar yok” diyor. Dünya hayatında konuştuğumuz hiç bir şey orada yoksa biz o dili bilmiyoruz demektir. O zaman ne yapacağız? O dili bilmiyorsak bizi oraya alırlar mı? Almazlar. İşte bu yüzden Kur’ân bize bu dili öğretiyor, Kur’ân’dan öğrenmemiz gereken bu dildir, bu mânâdır; kelimeler değil mânâlardır.
“ÂMENÛ BİLLÂHİ VE AMİLUS
SÂLİHÂTİ” DERKEN MÂNÂ ÇAKIŞTIRMA
“Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti”yi tanımlarken dedik ki, bu ifadeyi “Allah’a inanmak ve salih amel yapmak” şeklinde anlamak yeterli olmuyor, hatta idraka zarar veriyor. Çünkü bu tarif “Allah’a inandım” diyen herkesi kapsıyor. Oysa “Âmentü Billâhi” ifadesi yalnızca Billâhi anlamında iman edeni kapsar. Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti demek, Billâhi anlamda iman edenler ve bu imana uygun da amel yapanlar demektir. Kur’ân bunları müjdeler, Allah bunlara vaatte bulunmuştur. “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” derken iki ayrı mânâ söyleniyor: İman ve amel. Oysa “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” tek bir mânâdır, tek bir tanımdır, tek bir davranıştır ve o bir cennet mânâsıdır, cennetteki bir insanı tasvir ve tarif eder. Ama onu dünya dilinde tek mânâ olarak ifade edebilecek kelime, cümle yoktur, olmaz. O zaman dünya dili bozulur. O yüzden, “Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” yalnızca Türkçede değil tüm dillerde iki ayrı iş, iki ayrı davranış gibidir. Ortadaki “ve” de sanki iki farklı tanım varmış algısını artırmaktadır. Oysa o tek bir mânâ, tek bir davranıştır, orada mânâ çakıştırılmıştır.
TEVHİDLE İLGİLİ MANA ÇAKIŞTIRMADA
 DÜNYA DİLİNE GÖRE ZIT GİBİ OLAN
MANALAR ÇAKIŞTIRILIR
Dünya yaşantısında mana ayrıştırma olduğu gibi mânâ çakıştırma da vardır. Ama Kur’an’daki mana çakıştırma ile dünyadaki mana çakıştırma arasında önemli bir fark var, onu göreceğiz. Dünya dilinde, dünya hayatında biz farkına varmadan birçok yerde mânâ çakıştırırız ama bunu yaparken hep aynı yöndeki mânâları çakıştırırız, çakıştırdığımız mânâların ikisi de aynı yöndedir. Birisi daha derin mânâdır, birisi belki ondan biraz önceki mânâdır, biz o ikisini çakıştırırız. Mesela “anne” kelimesi bir mânâ çakıştırmadır. Bir çocuğa “annenle ilgili bir yazı yaz” desek, o da iki sayfa yazmış, annesini anlatmış olsun. O çocuk “anne” derken o yazdıklarının hepsini birden ifade eder, annesi de onun anne deyişini orada yazılı hatta yazılı olmayan tüm manaları içerir şekilde kabul eder. “Yavrum, şu kelimeyi söylemedin” demez, anne deyişini oradaki tüm mânâlar çakışmış şekilde kabul eder. Mânâlar o kelimede toplanmıştır. Ama o manaların hepsi aynı yöndedir, yani annesiyle ilgili yazdığı manalar birbirine zıt değildir, birbirine ters bir cümle yoktur. Çok dikkat edin, şimdi çok önemli bir şeyi paylaşacağız, herhangi bir yerde bulamayacağınız, çok basit ama çok önemli bir şeyi paylaşacağız. Oysa tevhidle ilgili mana çakıştırmada dünya diline göre zıt gibi olan manalar çakıştırılır, çakıştırılan mânâlar aynı yönde değildir. Bu yüzden Kur’an’ı anlarken insan zorlanır, hatta bu yüzden insan İslâm’ı anlayamaz, “ama şöyle ama böyle” der. Bu yüzden kader anlaşılamıyor, bu yüzden ayetler anlaşılamıyor. Bu yüzden İslam’ı anlatırken, kişi bir konuda düşüncesiyle ilgili olarak âyetlerden destek alıyorsa, düşüncesine uygun gördüğü ayetleri alıyor, ona zıt gibi gelen âyetleri bırakıyor. Oysa ikisini birden almak gerekiyor, almazsanız olmaz. Ama nasıl alsın? Zıt zannediyor. Bu da gösteriyor ki Kur’ân bir beşer sözü değildir, çünkü hiç bir beşerin başaramayacağı, zıtların birleştirildiği mânâları anlatır. Paylaşacağımız önemli şey budur: Oradaki mana çakıştırmayı hiç bir beşer düşünemez, bulamaz, mümkün değil. O Allah’a aittir, O bilir. İslâmiyet’teki mânâ çakıştırmada zıtlar çakıştırılır. Detayını göreceğiz.
KUR’ÂN’A GÖRE, O FELSEFELERİN
PEŞİNDEN KOŞAN BİR ZAVALLIDIR
Siz bir makale yazıp görüşünüze uygun taraftar toplayacağınızda, orada birbirine zıt görünen cümleler kullanır mısınız? Öyle yapsa kimse size taraftar olmaz! Bu yüzden Kur’an için, “bunu rasûl dediğiniz uydurmuş” diyorlar (hâşâ). Eğer onu bir insan uyduruyorsa, hele de o kişi taraftar toplayacaksa neden zıt görünen cümleler yazsın? Hep birbirini destekler görünümlü cümleler yazar, uzak doğu felsefeleri gibi. Onun için insanlar o felsefelere gidiyor, “onları okuyunca aklım karışmıyor hatta sadeleşiyor” diyor. Unutmayın, cehenneme öyle sade akıl lazım. Farkında değil, zavallılar. Kur’ân’a göre, o felsefelerin peşinden koşan bir zavallıdır.
Şimdi amentü Billâhi îmanı ve buna uygun ameli bu manada bir iki cümleyle ele alalım. Amentü Billâhi manasında iman eden kişi doğrudan Allah’a yönelir ve der ki: “Allahım, kesinlikle şehadet ederim ki müstakilen VAR ve muhtar olan ancak SENsin; başka müstakilen VAR ve muhtar YOKtur. Başka müstakilen VAR ve muhtar iddiaları yalandır, iftiradır, bâtıldır, YOK hükmündedir. Ve yine kesinlikle şehadet ederim ki Hazreti Muhammed (SAV) Efendimiz SENin Kulun ve Rasûlündür.” Siz bu şehadeti yaptığınızda Allah’a karşı irade kaldı mı? Kalmadı. Açıkladığımız bu “amentü Billâhi imanı” çerçevesinde bakıldığında siz muhtar değilsiniz, Allah’ın dışında değilsiniz! “Müstakilen var ve muhtar” olmadığımıza iman ettik ve “amilus sâlihâti” aşamasına geldik. Buraya geldiğimizde, yani salih amel yaparken birbirimize karşı muhtarız. Fark ettiniz mi? İşte insan bunu sindirmekte zorlanıyor. Allah’a yönelirken muhtar değil, insanlara dönüp onlarla yaşarken, onlara karşı muhtar! Bunu hazmedemediği için ama şöyle, ama böyle demeye başlıyor. Bunu çözeceğiz. Çünkü sapmalar buradan oluşmuştur, oluşmaktadır.
KİŞİ; ALLAH’A YÖNELDİĞİNDE MUHTAR DEĞİL, KULA YÖNELDİĞİNDE KULA GÖRE MUHTAR!
Sapmalar buradan kaynaklanıyor. Kişi insanlara dönüyor, muhtar olduğunu görüyor. Bir kısmı bu hali mutlak doğru sanıp dinini bunun üzerine bina ediyor. Bir kısmı, Allah’a yöneldiğinde bakıyor ki muhtar değil, kimilerine de bu hoş geliyor, onlar da dinini bunun üzerine bina ediyor. İkisi de yanılıyor, ikisi de yanlıştır, Efendimiz (SAV)’in hadisinde ikisi de sapmış fırka olarak beyan edilir. Bu ikilemi çözmeye talip olan öğrenecek ki: Allah’a yöneldiğinde muhtar değil, kula yöneldiğinde kula göre muhtar! Sonra bu ikisini cem edecek ama ikisinden birini kaybetmeden. Kullar arasında davranırken de Allah’a karşı muhtar olmadığınızı bileceksiniz. İslam’daki mânâ çakıştırmanın böyle bir özelliği vardır. Bu özellik yüzünden anlaşılması, uygulanması insanlara zor geliyor. Ama değil, kesinlikle zor değil. Öğrenip de bu bilgiye teslim olan mü’min, bu bilgi ile gelen idrak ve yaşantının normal dünya yaşantısından daha huzurlu, daha kolay, daha mübarek olduğunu yaşayarak görür. Kur’an ayetlerinde birbirine zıt görünen manalar var zannedilmesinin sebebi, ulûhiyet ve kesret dillerinin bilinmemesi ve mana ayrıştırma, mana çakıştırma yöntemlerinin fark edilmemesi yüzündendir. Eğer Kur’ân okurken ulûhiyet ve kesret dili fark edilirse mânâları yerine koyarsınız. Bu öyle çok kolaydır ki, paylaştığımız bakış açısı ile ayetlere baktığınızda hemen “bu uluhiyet dili, bu kesret dili” dersiniz, birbirine zıt gibi gelen iki mananın aslında aynı mânâ olduğunu anlarsınız; kesret dilinin aslında tevhid dilinin simültane tercümesi olduğunu bilirsiniz. Kesret dili başka bir dil olmayıp tevhid dilinin simültane tercümesidir. Neden simültane? Çünkü aynı anda! Sonra değil, aynı anda onun tevhid dili olduğunu bilirsiniz. Zaten ikisi ayrı diller değildir, anlamak için iki ayrı dil gibi söylenir. İleride Rabbim nasip ederse bu dillerle ilgili ayetlere bakacağız inşâAllah. O zaman görürüz ki ayetlerde Rabbimiz; “O dillerden birisini esas zannedip hayatını onun üstüne bina edenleri” uyarır. Ama mealler yazılırken bu diller fark edilmemiş de başka mânâlar verilmişse, okuyan bu uyarıyı nasıl fark etsin? Fark edemez, okur geçer gider…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER