Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

HAYATTAN KOPARAK İSLAMİYET YAŞAYAMAYA KALKMAYIN, OLMAZ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 26 Ocak 2018 Cuma 13:35:47
 

– 89 –
“Nefse zulmetmek” ifadesini duyarız ama nefse zulüm nedir? O “A” Takdim Formu”dur. “A” Takdim Formu nefse zulümdür, onun hâkim olduğu yer nefse zulüm yeridir, orada nefsine zulmedenlerin hayat tarzı yaşanır. Neden nefse zulüm? Çünkü kendisinde var olan hakikatin hakkını vermiyor, onda bulunan Rububiyet gücünün hakkını vermiyor, onu işgal ediyor, sahip çıkıyor, suiistimal ediyor, böylece hakkını vermediği Rububiyet gücüne zulmediyor, işte nefse zulüm hali budur. Denilmiştir ki, nefsini bilen Rabbini bilir. Bu ifade, kişi nefsinin hakikatini kavrayabilirse bu zulümden kurtulabilir demektir. O hakikati kavrayamadığı ve ona sahip çıktığı için nefse zulüm yaşantısı var. Nefse zulüm yaşantısı vehmin karanlığıdır, vehmin zulmetidir. Vehim bunlardan farklıdır. Peki, vehim neresidir? Henüz tanımlamadık ama, vehim “B” Takdim Formu”nun olduğu yerdir, orası vehim nurundan yaratılmıştır. “B” takdimindeki hayat vehimdir, “A” takdiminde ki ise vehmi sahiplenmek, vehmi suiistimal etmek olup vehmin zulmetidir. Efendimiz (SAV)’in şu duasına şimdi bu idrakla bakalım: “Allahümme, ahricniy min zulümatil vehmi ve ekrimnî bi nuril fehmi: Allahım, beni vehmin zulmetinden kurtarıver ve bana vereceğin nurla bir anlayış nasip ediver ki ben Hakkı kavrayayım, anlayayım, yaşayayım (Âmin).” Bu dua “A” Takdim Formu”ndan, vehmin zulmetinden kurtulmak için güzel bir yakarıştır, çok güzel bir sığınıştır…
HADİSTEKİ ŞİRK-İ HAFİ, BİRİNİ “A” KABUL ETMEKTİR
Ashab kendi aralarında bir konuda konuşuyor, konuştukları konu da Deccal, onun tehlikesinden bahsediyorlar. Efendimiz (SAV) bu konuşmanın üzerine geldiğinde; “size Deccaldan daha tehlikeli bir şeyi haber vereyim mi?” diyor. “Ver Ya Rasulallah, söyle bize” diyorlar. “Sizin için daha tehlikeli olan gizli şirktir, şirk-i hafîdir. Şirk-i Hafî nedir, biliyor musunuz?” diyor ve bir örnek veriyor: “Bir kişi salâttayken “birisi beni görüyor” diye dikkatli, özenli davranıyorsa bu Şirk-i Hafî’dir” buyuruyor. Gelin bu hadisi tefekkür edelim. Salâttaki kişinin “bir başkası görüyor” diye işini dikkatli yapması ne demek? Kişi salâtta. Ama arkasındaki onu izliyor diye işini dikkatli yapıyor. Bunun neden şirk-i hafî olduğunu, yani Efendimiz’in söylediğini şöyle anlamaya çalışalım: Salâttaki kişi “beni izleyen birisi var” diye arkasındakinden kendisini yargılayacağı için çekiniyor, yani onu “A” kabul ediyor. Onu “A” kabul ettiği için, müstakil bir varlık zannettiği için ondan korkuyor, çekiniyor veya takdir bekliyor. Bu hadiste vurgulanan şirkin nedeni, oradaki “ikilik” değildir, yani kişinin kendisini ve bir de başkalarını görmesi değildir; hadisteki şirk-i hafî o değildir. Lütfen çok dikkat edin, buna herhangi bir yerde rastlamazsınız. Oradaki şirk-i hafi bir başka varlık görmekten kaynaklanmıyor. Öyle olsa cemaat olamazlar. İmam var, yanında saf arkadaşları var, onları nasıl yok etsin veya tek yapsın? Buradaki şirk-i hafi, birini “A” kabul etmektir, müstakilen var kabul edip ondan çekinmek veya beklentide olmaktan kaynaklanıyor.
VAR OLAN HAYATTAN KOPARAK İSLAMİYET YAŞAYAMAYA KALKMAYIN, OLMAZ
Bir parantez açalım. Aslında, yapamayacağınız şeyleri hayalleyerek Din’i çok soyutlaştırmamak lazım. Hayat öyle bir tuzak değildir, Din öyle bir tuzak değildir. Yapamayacağınız şeyleri zorla hayalinizde oluşturmayın. Kişi varlığı tek yapacağım diye, örneğin salâtta hayal kuruyor; şimdi imam yok, bu arkadaşlar yok, hepimiz bir bütünüz… İslam’da böyle hayal kurmak yok, yaşadığımız şu hayatta öyle bir şey yok, “B” yaşantısında bu yok. Onun olabilmesi için başka tecellilerin olması gerekiyor. O ancak sıfatların tecellisinde olur, o sıfatların tecellisini yaşayan birinin yaşayacağı bir iştir. O zaman “o yok, bu yok” diye birilerini görmemek için kendinizi, zihninizi zorlamazsınız, o hali yaşarsınız. Bu yüzden, var olan hayattan koparak İslamiyet yaşayamaya kalkmayın, olmaz, var olan hayattan koptuğunuzda kavrayamazsınız. Sizi bu hayattan koparırsa yaptığınız yanlıştır. Buradaki şirk-i hafî neden konumuzla çok ilişkili? Şöyle: Bir namaz kılan var, bir de başka bir şahıs var. Namaz kılan kişi o şahsı düşünüp, beni izliyor diyor. Neden öyle düşünüyor? Ondan çekindiği veya takdir beklediği için. “Yanlış yapıyor” der diye veya “iyi yapıyor” desin diye! Yani ya çekiniyor veya takdir bekliyor. Düşündüğü o kişiyi de kendisini de “A” Takdim Formu”nda düşünüyor, müstakilen var zannediyor. Burayı anlamadan geçmeyelim.
“A” YAPIYA KARŞI TEDBİR ALMAK YANLIŞ DEĞİLDİR
Kendisi “ben onu tanrılaştırıyorum” demese bile, “bu tanrıdır” diye düşünmese bile, Allah’tan gayrı birisini düşünüyor. Öyle düşündüğü an o bir tanrıdır. Allah’tan başka bir varlık düşünüyorsanız o bir tanrıdır. Peki, siz salâtta hiç mi “birisi beni izliyor” demeyeceksiniz? Diyebilirsiniz. Ama çok dikkat edin; sizi izleyen kim? O ya tanrıdır, ya da Allah’tır. Demek ki sizi biri izleyecek, izlesin. Buradaki mevzu ikilik/çokluk değil, sizi izleyenin tanrı olmasıdır. Sizi izleyen Allah’sa şirk yoktur. Ama siz bir müstakil birim oluşturup; “Ayşe beni izliyor, bana kızar veya beni beğenir veya yanlış yaptın der” dediğinizde şirk vardır. Çünkü orada bir tanrı, bir rab oluşturdunuz, size göre orada bir rab yapı var; ŞİRK-İ HAFİ budur. Diyelim ki arkada beni izleyen biri var, eğer ben “onun gözünde beni izleyeni Rabbım” diye kabul etmişsem bunda bir şirk yoktur, Rabbım onun gözünden beni izler. Dolayısıyla, bir korku veya bir takdir söz konusu olacaksa o Rabbinizle ilgilidir, bir tanrıyla ilgili değil. Ki bu rabbiniz ve siz algısı yasal yanlıştır, İhlâs Hayat Döngüsü’nde ilerlerken kurtulacağınız bir yanlıştır. Diğeri yani müstakillik iddiası tanrılık ilanıdır.
Bir arkadaş sormuştu: Başkasını düşünmeyelim tamam, ama bazen camiye girdiğimde, birisi kılığıma bakıp buraya böyle gelinir mi der de benim yüzümden günaha girer mi diye düşünüyorum. Bu sefer öğrendiklerimizle çelişir gibi oluyor? Aslında çelişmiyor, yaptığı doğru. Neden? Çünkü o karşıdakinin “A” yapısına göre tedbir almak istiyor. “A” yapıya karşı tedbir almak yanlış değildir. Onun bir rolü var, yaşadığı bir rol var, onun o rolüne göre tedbirli olmanız ayrı bir iştir. Siz o tedbiri alırken, onun o rolünün bâtınındaki hakikati biliyorsanız o sizi şirkten kurtarır. Onun rolü gereği yapacağı şeye karşı tedbirli olmak yanlış değildir. Onun bir rolü yani bir kulluk görevi var. O kişi kendisinin “B” olduğunun farkında değil ki. O verilen rolü yerine getirirken siz de tedbir alıyorsunuz, o ayrı iştir. “Bunun hikmeti nedir acaba?” gözüyle bakıp kişinin “B” yapısını, hakikatini düşününce siz o kişiye, onun Zat’ına kızmıyorsunuz, Zat’ını suçlamıyorsunuz, sadece “A” yapısına karşı tedbir alıyorsunuz,. Zat’ını suçlarsanız hakikatten perdeli olmuş olursunuz. Ona o görevi, o rolü kimin verdiğini, hatta o rolü orada kimin yaptığını biliyorsunuz, öyle değil mi?
KURTULMAMIZ GEREKEN
“TANRI”LIĞI MERAK EDELİM

Ama yine de “A” görmüş, o kişiyi “A” kabul etmiş olmuyor muyum diyebilirsiniz. Şöyle: O kişi kendisini “A” sanmıyor mu? Sen onu o roldeyken “B” gördüğün zaman yanılırsın. O “A” rolünde, ama “A” rolünde olduğunu bilmiyor. Niye? “A”ya sahip çıkmış, o role sahip çıkmış, farkında değil. Ama sen farkındasın. Senin farkında olman; ona baktığın zaman önce onun hakikatini görmen demektir, Hz. Ebubekir Es Sıddîk radıyallahu anh’ın buyurduğu gibi görmendir. Diyor ki: Ben neye bakarsam önce Allah’ı, sonra baktığım şeyi görürüm. Tiyatroyla ilgili örnek bunu açıklıyordu: Benim bir işim de tiyatroculuk ve sahneye çıkacağım, sizi de davet ettim. Gelip oturdunuz. Siz beni tanıyorsunuz ama tiyatrodakiler tanımıyor, yani bu halimi bilmiyorlar, beni sahnede görecekler. Ben de sahneye fakir rolünde çıkacağım. Rolüm için sahneye çıktığımda siz fakir çıktı mı dersiniz? Beni tanıyorsunuz, adımı söyler, sonra “fakir rolünde” dersiniz, rolümü sonra görürsünüz, değil mi? Ve bunu hiç farkında olmadan kendiliğinden yaşarsınız. Yani, önce beni sonra rolümü görmek için kendinizi zorlamazsınız. Oysa beni tanımayanlar doğrudan “fakir çıktı” diyecek ve tiyatroyu olduğu gibi seyredecekler. Fakat işin hakikatini bilen sen, önce beni sonra rolümü fark edersin. Sen olayı böyle görürken ben rolüme sahip çıkmışsam iş değişir, yani senin bakışın kadar benim “kendimi ne sandığım” da önemlidir. Eğer ben rolüme sahip çıkmışsam davranışlarım değişir. Diyelim polis rolündeyim, polis rolüne o kadar inanıp sahip çıkmışım ki sahne bitmiş ama hala polis rolündeyim. O zaman siz ne yaparsınız? Benim o zannıma göre tedbir alırsınız. Bu tedbiri alırken, bilirsiniz ki aslında o benim rolüm, siz bana o rolü yönetmenin verdiğinin farkındasınız. Ama ben aklımı kaybetmişim, bana o elbise giydirilince ona sahip çıkmışım, polis gibi davranıyorum. “Aman şuna uymayalım” der ve tedbirli davranırsınız. Biliyorsunuz ki o aslında polis değil ama kendini polis sanıyor. Fark ettiniz mi?
Nefs-i mutmainnedeki ikilik ile zulmetteki ikilik, hiç alakası olmayan iki manadır. Nefs-i mutmainnede ikilik mevcuttur, Nefs-i Mutmainne’yi yaşayanda ikilik vardır diye okursunuz ama merak edersiniz: Bu nasıl bir ikilik acaba? Şöyle: Nefs-i mutmainnedeki kişi düşünür: Ey Allahım, tamam teksin, ama bir Sen bir de Ben? Onun kendini yok edemediği bu ikiliği “A”lardaki ikilik gibi sanmayın. Bu ikilik, “B” Takdim Formu”ndaki “BEN” nedeniyledir, yasal yanlış olan “BEN”dir. Nefs-i mutmainnede söylenen bu “BEN”de müstakillik yoktur, o kendi hürriyetini ilan etmiş bir “BEN” değildir. Nefs-i mutmainnede öyle bir şey mümkün değil, olamaz. Eğer “A Takdim Formu”ndaki “BEN”le nefs-i mutmainnedeki “BEN”i, yani oradaki ikilikle buradakini karıştırırsanız yanılırsınız, işin içinden çıkamazsınız. Bunu niye böyle söylüyorum? Zihinleri dolaştığımda, evleri gezdiğimde her ne kadar “tamam, ben “A”yı “B”yi anladım, artık onları tanıyorum, ben “A” değilim” deniyorsa da görüyorum ki kişiler hala “A”yı yaşıyorlar. “A”dan kurtulmadığı için yorumlarını “A” Takdim Formu”yla yapan bu kişiler nefs-i mutmainnedeki ikiliği okuyunca yanılırlar. Nefs-i mutmainne için bahsedilen ikilik “A” Takdim Formu”ndaki müstakil birimsellik içeren BEN’in ikiliği gibi değildir. Nefs-i mutmainnedeki “BEN”, “B Takdim Formu “BEN”dir, yasal yanlış olan “BEN”dir, hatta o “BEN” Nefs-i Radiye’de de vardır, ancak Nefs-i Mardiye’de ve sonrasında olmaz. Nefs-i Mardiye’yi ve sonrasını yaşayan Arif-i billâh’tır. Arif-i Billâh yaşantısı “B” hayatının farklı bir boyutudur. Biz şimdi onu değil de kurtulmamız gereken tanrılığı merak edelim, onu fark edip onunla meşgul olalım.

HİSSETMEK VE MUHTARİYET-89-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER