Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

HZ. MUHAMMED FETİHE KATILIYOR – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 10 Haziran 2015 Çarşamba 03:00:00
  Bin bir türlü sırlarla dolu olan bu fetihte, surların dibinde bir başka güzellik daha tecelli ediyor ve vücudu delik deşik olarak kızgın yağlarla kavrulmuş Ulubatlı Hasan’ın simasında tatlı bir tebessüm yayılıyordu. Çünkü bu mübarek asker, şehit olmadan biraz önce, surların tepesinde Fahri Kainat Efendimizi görmüştü… Çünkü o kadar yara bere içerisinde onun surların tepesine çıkacak mecali kalmamıştı. Hz. Muhammed ona, surların tepesinde görünerek; “gel gel” deyince, o bütün ağrılarını unutmuş ve sancağı tepeye ulaştırmış, Resul-ü Ekrem’e gülümseyerek şehit olmuştu. Çünkü iki cihanın serveri Hz. Muhammed, hadisinde fethi müjdeler de orada olmaz mı? Allah’ın Ordusunu yalnız bırakır mı? Fatih Ulubatlı’nın yerde gül gibi açılan çehresini ve yanan vücudunu görünce, üzerine kapandı, onu kokladı, ağladı ve; “mâna kardeşim benim, İstanbul sana değermiydi…” dedi. İşte dava arkadaşlığı böyle olmalıdır.
İkindi Namazı:
Fatih, “Kevser Süresi”nin gereğini yerine getirerek, Fetihten hemen sonra İkindi Namazını kılarak secde’ye vardı. Ayasofya Kilisesi’ni Cami’ye çevirerek İlk ikindi namazında kendisi imam oldu. Namaz’a durunca “Tekbir” aldı, “Allahu Ekber” dedi ve el bağladı. Tekrar “Tekbir” aldı, el bağladı. Üçüncü defa “Tekbir” aldı ve el bağladı, ondan sonra namaz’ı kıldırdı. Askerler şaşırmışlardı.. Alışılmışın dışında “Üç Tekbirle” namaz’a başlanmıştı. Namaz’dan sonra Fatih’e sordular; “Sultanım niçin üç tekbir aldınız? ” Fatih: “İlk tekbir’den önce niyet ettim; Allahım Kabe’yi bana göster dedim, olmadı. Tekrar tekbir aldım, yine Kabe’yi göremedim. Üçüncü tekbir’de; Allahım, İstanbul’un güzelliğini gözümün önüne perde yapıp Kabe’yi bana unutturma! .. Arada mekan ve mesafeyi kaldır, Kabetullah’ı bana göster Allahım, dedim ve Üçüncü tekbir’i aldım. Kabe karşıma geldi ve ondan sonra namazı kıldırdım.” Dedi. Bütün İslâm dünyasını sevince boğan bu fetih için yazılan:
“Feth-i Kostantin’e fırsat bulmadılar evvelûn
Fetih idüp Sultan Muhammed yazdı, tarih, âhirun”(Tacü’t-Tevarih 2. cilt, s.286)
Beytinin sonundaki “âhirun” kelimesi de tıpkı Kur’an-ı Kerim’deki Sebe suresi 15. ayette geçen “Beldetün tayyibetün” kelimesi gibi ebcet hesabı ile fetih tarihi olan Hicrî 857’yi, (Miladi 1453’ü) gösterir.
Altın Anahtar
Fatih, Hocası Akşemseddin ve Molla GÜRANİ, İstanbul kapısından içeri girerken, Bizans’ın ileri gelen Patrikleri “Şehrin Altın Anahtarını” vermek için heyecanla beklemekteler ve aralarında konuşurken; “Fatih şu 22 yaşındaki delikanlı mı, yoksa şu ak sakallı ihtiyar mı? ” diyerek birbirine sorarlar; “Olsa olsa şu ak sakallı ihtiyardır, çünkü delikanlıların karı değildir.” derler ve anahtarı Akşemseddin’e sunarlar. Akşemseddin, gözünün ucu ile Fatih’i göstererek; “Fatih ben değilim, Fatih O’dur” der ve patrikler altın anahtarı Fatih Sultan Muhammed Han’a sunarlar. Fatih Sultan Mehmet o anda yeryüzünün en ağır kumandanı; “Asıl Fatih ben değil, Manevi Fatih Hocam Akşemseddin’dir, Anahtarları ona verin…” dedi. Ve Anahtarlar Akşemseddin’e teslim edildi. Bizans kadınları yol boyunca Fatih ve askerine çiçek attılar, şarkılar, şiirler, ilahiler okudular…
İstanbul’un fethine katılan maneviyat erlerinden birisi de Ubeydullâh-i Ahrâr hazretleridir.
Silsile-i Sâdat-ı Nakşibendiye’nin on sekizinci halkası, Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretleri’nin torunu Hâce Muhammed Kâsım anlatıyor: sonra, âniden atın hazırlanmasını istedi ve süratle Semerkand’dan çıktı. Talebelerinden bir kısmı da onu tâkip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, atını Semerkand’ın dışındaki Abbas sahrasına hızla sürdü. Bir müddet daha onu takip eden talebesi Mevlâna Şeyh, gördüklerini şöyle anlattı: “Hace Ubeydullâh-ı Ahrâr Hazretleri ile sahraya vardığımızda, önce bir müddet atını sağa sola sürdükten sonra birdenbire gözden kayboldu.”
Ubeydullâh-ı ahrâr Hazretleri bir müddet sonra evine döndüğünde, nereye ve niçin gittiğini sordular. O da: “Türk sultanı Muhammed han, kâfirlerle harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allâhü Teâlâ’nın izniyle galip geldi, zafer kazanıldı” buyurdu.
Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdi’nin şöyle anlattığını nakletmişti: “Bilâd-ı Rum’a (Anadolu’ya) gittiğimde, Fâtih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Bâyezid Han, bana babam Ubeydullâh Ahrâr’ın şimâlini tarif etti ve, “O mübarek zâtın beyaz bir atı var mı idi?” diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullâh-ı Ahrâr olduğunu ve bazen bindiği beyaz bir atı olduğunu söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezid Han, “Babam Fâtih Sultan Mehmed Han bana şöyle anlattı: İstanbul’un fethinde muhâsaranın en şiddetli ânında, Şeyh Ubeydullâh Hazretleri’nin idmana adıma yetişmesini istedim. Şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir atın üstünde bir zât hemen yanıma geldi ve bana “Korkma!” buyurdu. Ben de “Nasıl korkmayayım, kale bir türlü düşmüyor” dedim. Elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. “İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver” buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücuma geçti. Böylece düşman hezimete uğradı ve İstanbul’un fethi müyesser oldu” (Osmanlı Târihi, Çamlıca yayınevi)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti