Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

İBADETLER

İbâdet: Lügatte kullukta bulunmak demektir. Şeriat teriminde “İyi niyete bağlı olarak yapılmasında sevab bulunan her iştir.” Yüce Allah’a saygı ve itaat için yapılır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi… (Ö.Nasuhi Bilmen: 48)
Cenâb-ı Hak, insanı kendisini bilmesi, iman ve ibadet etmesi için yaratmıştır.. Allah (c.c.) Kur’an- kerim’de:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize (ibadet ve itaatle) kulluk ediniz ki takvâya erenlerden (emirlerine uygun yaşayıp yasaklarından kaçınarak korunanlardan) olasınız.” (Bakara: 21) (krş. Bakara: 168) der. Bu ayette geçen “Rabbinize kulluk edin” çağrısı bütün insanlara yapılmış genel bir çağrıdır. Zariyat suresinde ise; İnsanla beraber cinlerin de yaratılış gâyesine dikkat çekilerek:
“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat suresi: 56) buyrulmuş ve Hicr suresinde geçen ayette de görüldüğü gibi insanlar “Sana ölüm gelinceye kadar, Rabbine ibadet et” (Hicr: 99) çağrısıyla ölünceye kadar Allah’a ibadet etmeye çağrılmıştırlar.
Taat: Emri benimseyip yerine getirmek demektir. Buna itaat de denir. Şeriatta itaat ise; yapılmasından dolayı sevab kazanılan herhangi bir iştir. (Ö.Nasuhi Bilmen: 48) Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de kendisiyle beraber Hz. Peygamberimize itaat etmeyi emretmiştir:
“Ey iman edenler! (Bütün işlerinizde) Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed: 33)
“(Yine) de ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.” (Ali İmran: 32)
Kurbet (Kurbiyet): Yakınlık demektir. Şeriatte ise, Yüce Allah’a manevî olarak yakınlığa sebeb olan herhangi güzel bir iş/ameldir. Sadakalar, nafile namazlar ve oruçlar gibi…
Niyet: Kasıd manasındadır ki, kalbin bir şey’e karar vermesi ve o şeyi yapmaya yönelmesi demektir. Şeriatte ise, Yüce Allah’a ibadette bulunmayı ve O’na manevi bakımdan yaklaşmayı kasdetmektir. Yapılan bir işin ibadet olabilmesi için niyet şarttır. Sözgelişi biz namazlarımızı yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için kılar, oruçlarımızı yine onun rizasını kazanmnak için tutarız. İşte bu namaz ve oruçla ilgili bir niyettir. Allah rızasından başka bir amaçla ve başkalarına gösteriş olsun diye yapılan ibadetler Allah rızasını kazanma niyeti taşımadıklarından ibadet sayılmazlar.
Teklif: Bir kimseye zorluk veren bir şeyi emretmek ve ona yüklemek demektir. Şeriatte ise: İslâm dininin ehliyet ve yetki sahibi olan insanlara birtakım şeyler yapmalarını emredip yüklemesidir. Bunlara din yönünden görevlenmiş olan bir insana da mükellef/yükümlü denir. Çoğulu “mükellefin”dir. (Ö.Nasuhi Bilmen: 49)
Yüce Allah (c.c.) insana taşıyamayacağı yükü yüklememiştir. İnsanlar yetki ve kudretleri nisbetinde mükellef/yükümlü olurlar. Akıl ve büluğ çağına girmiş olan bir kimsenin ehliyeti tam olacağından yükümlülüğü de öylece tam olur.
Akıl: Dinin muhatabı akıllılardır. Akıl ruhun bir kuvvetidir ki, insan onunla bilgi sahibi olur, iyiyi kötüden ayırt eder, gerçeği anlar.
Diğer bir tanıma göre akıl ruhsal bir nurdur ki, insana gideceği yolu anlatır, insana hak ve gerçeği bildirir. Bu ruhsal kuvvete sahip olana akıllı kimse denir. Bundan yoksun olana da mecnun/deli denir. (Ö.Nasuhi Bilmen: 48)
Büluğ: Belirli bir çağa yetişmek ve belli birtakım vasıflara sahip olmak demektir. Belli bir yaşta bulunan ve belli vasıflara sahip olan kimseye “baliğ” ve “baliğa” denir. Şöyle ki. Uykuda gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine gusletmek gereken (ihtilam olan) bir erkek veya evlendiği takdirde çocuk yapabilecek bir erkek baliğdir yani büluğ çağına ermiştir.
Baliğ veya baliğa olma yaşının başlangıcı, erkek çocuklar için tam oniki, kız çocuklar için de tam dokuz yaştır. Bu yaşların sonu da herikisinde tam on beş yaştır.
Böyle on beş yaşını bitirmiş olduğu halde, kendisinde ihtilâm ve gebelik gibi büluğ eseri belirmeyen kimse, hükmen baliğ sayılır. (Ö.Nasuhi Bilmen; B.İ.İ.: 49)
Hüküm: Karar, bir şeyin sonucu olma, bir sonucu gerektirme, etki, emretme manalarında kullanılır. Din deyiminde ise, bir şeyin üzerine düşen eser demektir. Yükümlülerin (mükelleflerin) işleri ile ilgili olan dine ait hükümlerden her birine “Şer’î hüküm, çoğuluna da Ahkâm-ı Şer’iye (Şer’î Hükümler) denir. Örnek zekat farzdır, hırsızlık haramdır, denilmesi birer Şer’î hükümdür. (Ö.Nasuhi Bilmen: 48)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre; Allah’a inandığı ve ibadet ettiği halde Allah’ın koyduğu hükümleri bilerek inkâr edenler kâfir, Allah’ın koyduğu hükümleri kabul ettiği halde onunla hükmetmeyenler ve amel etmeyenler zalimlerin ve fasıkların ta kendileridir. Bu duruma aşağıdaki ayetlerde dikkat çekilir:
“…Artık kim Allah’ın indirdiğiyle (inkâr ederek) hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide suresi:44)
“Kim de (inandığı hâlde aksini yaparak) Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (Maide suresi:45)
“Artık kim(inandığı hâlde amel etmeyerek) Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Maide suresi:47)
“Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman, inanan bir erkek ve kadına, artık o işte, kendi (arzu ve heves)lerine göre (başka) tercih hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelir (onlar tarafından verilmiş hükümleri beğenmez, kendi tercihlerine önem verir)se, kesinlikle o, apaçık bir sapıklıkla sapmış olur” (Ahzab: 36 )
İbni Abbas’dan rivayet edilmiştir ki: “Kim Allah’ın hükümlerini kabul etmeyip indirdiklerine değer vermez ve uygulamayı reddederse Allah’ı ve hâkimiyetini tanımamış olduğundan kâfir olur. Kim kabul edip de dünya menfaati veya cehaleti yüzünden hükmetmezse zalim ve fâsık olur.” Kâdı Beydâvî tefsirinde âyetin açıklamasında şöyle denilir: “Allahu Teâlâ’nın mutlak hâkimiyetini tanımamak veya hükümlerini küçümsemek ve beğenmemek, inkâr mânasına kâfirliktir.” Maksat inkâr olmasa bile, Allah’ın hükümleri adalet demek olup adaletin dışındaki uygulamalar zulümdür. Aynı zamanda Maide suresi 47. âyette geçtiği üzere “fâsıklık” denilmiştir. (İbni Kesîr (Çetiner), V, 1685-1690; Semerkandî, II, 203). [4/60; 6/114]
Ömer Nasuhi Bilmen Maide suresi 44. Ayetin tefsirinde şöyle der: “Tefsiri Kebir’de ve Essıracül münir’de yazılı olduğu üzere bir kimse hükm-ü ilahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkâr ederse o takdirde kâfir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği halde terk eylerse kâfir olmaz, günahkâr olur.” Bilmen, büyük İslâm âlimi İkrime’den de şu alıntıyı yapar: “Her kim Allah Teâlâ’nın hükmettiği ile onu bilerek inkâr ettiği halde hükmetmezse kâfir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği halde onunla hükmetmezse, o fasıktir, zalimdir, yoksa kâfir değildir.” (Kur’an-ı Kerimin Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, 2. Cilt sayfa: 772.)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti