Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

KADER VE HÜKÜM – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 27 Nisan 2017 Perşembe 15:33:59
 

-85-
Yönelişte sapan dördüncü grup: Hadisten öğrendik, bu gruptakilere Mürcie deniyor. Mürcie mânâ olarak “geri bırakan” demektir. Onlara neden geri bırakan (mürcie) denilmiş, onlar neyi savunuyor, bunu anlamaya çalışıyoruz. Mürcie şunu savunuyor: Kâfir kişiye ameli fayda vermeyeceği gibi mü’mine de günahların bir zararı olmayacaktır. Uhrevi kurtuluş için, âhiretteki sonuç için îman yeterlidir, amel eksikliğinin bir zararı yoktur. Yani orada amel sorun değil diyorlar. Amelin önemini, ahirette muamele ve hesabın amele göre yapıldığını Fatiha yazılarımıza başlarken paylaştık. “FATİHA ile fetih” kitapçığının giriş bölümü de tamamen “amel neden önemli”yi ayetlerle anlatır.
İslâm’da “Bana göre” yoktur
Kişi kâfir oldukça yani kişide küfür ve şirk oldukça taatin ona faydası olmayacağı doğrudur. Bunu Nisâ Suresi 48 ve 116. ayetlerde gördük: Şirk işlerseniz amelleriniz boşa gider. Onlar bu doğrudan hareketle “mü’mine de günahların bir zararı olmayacaktır” diyerek bir kanaat oluşturuyorlar. Çok tehlikeli şeylerden birisi budur; “Bana göre” demek! “O öyleyse bana göre bu da böyledir” deyip hüküm çıkarmak yanlıştır. Hükmüne dayanak olarak ayet, hadis alıyorsun ama doğru bir şeyden hüküm çıkarıp yanlış yapıyorsun. Kaynağını, dayandığın yeri ayet zannedenler senin hükmünü doğru kabul ediyorlar. Dikkat edin, insan hüküm koyamaz, İslâm’da “Bana göre” yoktur. Buradakiler “Madem küfür ve şirk varken kişinin hayrı işe yaramıyor, ibadetleri boşa gidiyor, öyleyse îman varken de günahlar boşa gider” diyerek, yani “bana göre” diyerek bir hüküm veriyorlar: Bize göre de îman günahları silecektir. Şirk taati/ibadeti nasıl siliyorsa îman da günahları öyle siler, günahla ilgili bir tasamızın olmasına gerek yok sonucuna ulaşıyorlar. Onlara Mürcie denmesinin bir nedeni de sonucu âhirete tehir etmeleridir. Ama Mürcie idrakında olanlar, ayetle delili olan bir doğrudan, “Bana göre böyledir” diyerek hiçbir delili olmayan bir hüküm çıkarmışlardır. Onun için, Efendimiz (SAV) bunların bâtıl/sapkın bir fırka olduğunu, İslâm’dan nasiplerinin olmadığını vurgulamıştır. İslâm’dan nasipleri yok, çünkü yanlış bir inanışla meşguller. Sevap da kazanamazlar, çünkü İslam’dan nasipleri yok, konuyu anlamamışlar. Ayetlerde mânâları çakıştırma ve mânâ ayrıştırma yapamıyorlar. Onlar Allah’a kul olmak ile Allah’a kulluk yapmanın farkı nedir, bunu kavrayamamışlar. Kul olmayı ve kulluk yapmayı Fatiha yazılarımızın ilk kısımlarında paylaştık; bunlar farklı şeylerdir. Onlar “Allah’a kul olduk” deyip bırakmışlar. Oysa Allah diyor ki; bütün yarattıklarım zaten Rahman’a kul olarak gelecek, hepiniz kulsunuz. Ama bir de kulluk yapmak var. Onlar Allah’a kulluk yapmayı reddetmişler, önemi yok demişler. Kulluk yapmak bir hayat tarzı benimsemektir. Mürcie idrakında olanların bir hayat tarzı yok mu? Yaşıyorlar, bir hayat tarzları var. Bu kaçınılmaz. İki hayat tarzı var; Allah’ın sunduğu hayat tarzı ve esfele sâfiliyn hayat tarzı. Onlar Allah’ın sunduğunu önemsemediklerine göre, esfele sâfiliyn hayat tarzını tercih etmiş yaşıyorlar. Dolayısıyla, onların “Âmentü Billâhi”yi doğru anladıklarından şüpheleniriz. “Ve Rasûluhi”yi ise hiç dememiş olurlar. Çünkü Efendimiz (SAV) onlara diyor ki “Benim yaptığım gibi yapmıyorsunuz.” Bu durumda, o kapsamda olan kişi “La ilahe illallah Muhammeden Rasûlullah” dememiş olur. Mürcie idrakı ile yaşayan böyle bir kuldur.
Kaderiyeci’leri yanlış anlıyoruz, iyi anlayalım
Yöneliş idrakından sapanlar kapsamındaki son gruba geldik; bunlar günümüzdeki belki de en önemli grup. Bu grubun yeterince incelenmediği ve anlaşılamadığı kanaatindeyiz. Bu grupta olanların sayısı çok olmasına rağmen kimse kendisini bu grupta saymaz, kimse üstüne alınmaz, bu bakımdan da önemlidir. Bunlara Kaderiyeciler denir. Kaderiyeciler denmesi de meselenin üstünü örtmüştür. Çünkü Kaderiyeciler ismi duyulunca, onların kadere sıkı sıkı bağlı oldukları zannedilebiliyor, kaderle çok sıkı arkadaş oldukları için bu ismi almışlar gibi düşünülebiliyor. Tam tersine, hadiste yasaklanan konuşmaları, yani kaderi reddeder tarzda münakaşaları o kadar çok konu yapmışlar ki, “ayet ve hadisleri çarpıştırarak durmadan kaderi tartışır” manasında onlara “bunlar kaderiyecidir” denilmiştir.  
Kaderiyeciler neyi savunuyor? Neyi savunduklarını kendileri biliyor ama onları tanımlayanlar bilmiyor. Şu cümleyi okuyunca hak vereceksiniz: Kaderiyeciler kulun tam irade sahibi olduğunu savunur. Tam irade ne demek? Bunu anlarsak onları tanımış olacağız. Tanım ne kadar önemli bakın: Bir sapkın fırka tanımlanıyor ama hiçbir şey anlamıyoruz. Marketten bir ürün alırken etiket yarım yamalaksa, ürünü yeterli tanımlamıyorsa müdüre koşuyorsunuz, bu nasıl etiket, bundan ne anlayacağım diye. Âhiretimizle ilgili bu kadar önemli bir şey tanımlanıyor ama yapılan tanım doğru mu değil mi hiç dikkatimizi çekmiyor. “Kulun tam irade sahibi olduğunu savunurlar” cümlesinden onların neyi savundukları anlaşılıyor mu? Tam irade ne demek, yarım irade ne demek? Bu tanımdan bir şey anlaşılmadı. Hâlbuki, onlar şunu diyor, onların halinden şu anlaşılıyor: Bu grup Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini kavrayamamış, cüzî irade diye bildiği şeyi müstakilen VAR ve muhtar ilan etmiştir. “Tam irade” denilen budur. Oysa ona “tam irade” denmez, o “müstakilen VAR ve muhtar irade” iddiasıdır. Onlar “Biz yaptıklarımızda müstakiliz, fiillerimizde Allah’ın dahli yoktur, tamamını biz hükmederek yaparız” diyorlar. Yani cüzî irade diye bildiğimiz ve anlamaya çalıştığımız Muhtariyeti Tercih Gücü’nü onlar “Müstakilen VAR ve Muhtar” ilan etmişler. Bütün kararlarını “Müstakilen VAR ve Muhtar” ilan ettikleri o iradeyle vermektedirler. Bu tamamen dûniHİ algı ve zann’larıyla oluşan bir bakış tarzıdır. Grubun özelliği anlaşıldı mı?
Âyetler diyor ki, “Anlayamıyor
olsanız bile söyleneni yapın”

Rastladığım şeylerden de söyleyeyim. Bu düşüncedeki kişi iradesini müstakilen VAR ve muhtar bir güç olarak ilan etmiş, onu “Müstakilen VAR ve Muhtar” olarak damgalamıştır. Sonra da; “İşte ben kararlarımı bu iradeyle veriyorum, yanlışsa karşılığı cehennemdir, doğruysa cennettir” der. İşi böyle anlarsak bu konuda tartışma olmaz. Efendimiz (SAV) bunu göremedi mi ki insanları ikna etmek için çırpınıyor, hırs gösteriyor. Eğer O; “Sizin iradeniz müstakilen VAR ve muhtar, onu kendiniz kullanıyorsunuz, Allah’ın dahli yok” deseydi kabul etmeye hazırlar, “Niye dahli yok?” demeyecekler. Efendimiz onlara; “Bu yönetmeliğe göre yaparsanız cennete, uymazsanız cehenneme gidersiniz” dese hiç tartışma kalmazdı. Bunda tartışılacak ne var? Peki, neden böyle değil? Çünkü kendi sözü değil, dünya prensipleri değil. Anlamamız, fark etmemiz gereken bu. Bu Allah’ın sözü! Âyetler diyor ki, “Anlayamıyor olsanız bile söyleneni yapın, hedefi on ikiden vurursunuz, hiç yorulmadan kazanırsınız.” Bu iddia ile yaşayan birine tevhid dili ağırlıklı âyetleri anlattığınızda “Beni kaderiyeci mi yapacaksın?” diyor. Yahu sen zaten kaderiyeciliğin göbeğindesin. Korktuğun şeyi bir incele, o tam senin yaptığın.
Çok önemsediğimiz, fırsatı çıktıkça ele alıp anlamaya çalıştığımız Nisâ Suresi 78 ve 79. âyetleri Kaderiye grubu hiç anlayamamıştır. Bu yüzden hangi meâli elime alırsam hemen Nisâ 78 ve 79’a bakarım. Maalesef hep yanlış, hep yetersiz! Bu âyetleri “Aşağıların Aşağısı” yazılarında ve kitapçığında, ayrıca “Sen Tanrı mısın?” ve “FATİHA ile fetih” kitapçığında çok geniş ele aldık. İlerleyen yazılarda Kul Zat’ı ele alırken yine paylaşacağız, çünkü çok önemli iki ayet. İşte onlar bu iki ayetteki mânâyı da hiç anlayamamışlar.
Bilmek ayrı iştir, hüküm ayrı iş…
 Kader hükümdür
Dünya ve âhiret için önemli şu cümleleri de paylaşalım; özellikle Kaderiyeciler şöyle inanır: Kul “Müstakilen VAR ve Muhtar” iradesiyle yaşantısına hüküm verir. Kendi iddialarıyla söylersek, “İnsanlar tam irade sahibi olarak karar verirler, ancak Allah ilmiyle kulun nasıl davranacağını önceden bilmiştir.” Bu söylem de çok karşımıza çıkar, çünkü böyle inanılıyor: Tam iradesiyle yani “Müstakilen VAR ve Muhtar” ilan ettiği iradesiyle kendi hüküm veriyor, yapıyor, ancak Allah ezelde ilmiyle onun nasıl davranacağını bilmiştir. “Kader” diye bunu tarif ederler. Maalesef kitaplarda okuduğunuz bu tarif Efendimiz (SAV)’in açıkladığı kadere uymamaktadır. Ayrıca incelenmesi gereken bu konuyu biz “sapmalara düşmeyelim, hata yapmayalım” diye şimdi yalnızca ipuçları ile görüyoruz. Eğer iş onların anladığı gibiyse sahabe dünya hayatına uygun bir şeyi niye tartışsın? Efendimiz (SAV) “Âyetleri çarpıştırıyorsunuz?” diye niye öfkelensin? Demek ki bu tarif Efendimiz (SAV)’in açıkladığı tarif değil.
Allah kader sahibidir; kader sahibi olmak meseleyi “bilmek”le sınırlı değildir. “Allah önceden bildi” diyorlar. Doğru. Ama Allah’ın kaderin sahibi olması yalnızca “bilmesi” demek değildir. Dünya hayatından bir örnek verelim. Bir konuda birisine “Kaderim senin ellerinde” dediğinizde ne kastediyorsunuz? “Benim halimi biliyorsun” mu demek istiyorsunuz? Hâyır. O kişinin sizin için bir hüküm vereceğini söylüyorsunuz. “Kaderim iki dudağının arasında” demek de öyledir; sen bir hüküm vereceksin, o hükme bağlıyım demektir. Dünya hayatında kullandığımız kader bile bir işi bilmekle ilgili değil. Kader sahibi hüküm sahibi demektir, kader hüküm demektir. Dünya hayatında bile bu mânâda kullanırken iş Allah’a gelince hükmü ona veremiyoruz. Neden? Çünkü insan cimri! Kur’ân’ın söylediği cimri budur işte. “Benim” diyor. “Ben karar veririm Allah da bilir. Ama kararı ben veririm” diyor. İhsan sahibinin tanımı neydi? Bol ihsan eden. Bu kişi cimri olduğu için veremiyor. Şu örnek günümüzde çok daha iyi anlaşılır. Bir meteoroloji uzmanı üç günlük hava tahmin raporunu verdi, bildi. O hava raporunun kaderinin sahibi bu meteoroloji uzmanı mı? Bildi işte. Yağacak dedi yağdı. Şimdi bunlar kader sahibi mi? “Kader” bilmek değildir. Ama siz Allah’a öyle yapıyorsunuz, “Allah bildi” diyorsunuz. Bu da biliyor. Bildi diye kader sahibi o mu? O iklimin hükmünü meteoroloji uzmanı mı veriyor?
Kader sahibi hüküm sahibidir. Hüküm! Kaderi tarif edecekseniz “hüküm” kelimesiyle tarif edeceksiniz, “bilmek” kelimesiyle değil! “Hüküm Allah’ındır” ne demek şimdi anlayın. Hüküm Allah’ındır; kader Allah’ındır. Bu konuda deniyor ki; “Belli zamanlarda geçen Halley yıldızını hesaplayıp kaç yıl sonra geçeceği nasıl biliniyorsa, Allah da kulunun ne yapacağını böyle biliyor”. Kaderi anlatan önemli kitaplarda bunu maalesef görebilirsiniz. Oysa Halley yıldızının bir de hükmü var, o ne olacak? Onun o periyotta geçme hükmünü kim veriyor?
Bilmek ayrı iştir, hüküm ayrı iş. Hüküm veren ne hüküm vereceğini de bilir elbette…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti