Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
İrfan Ünver NASRATTINOĞLU

KARDEŞ LİBYA -4-

BİNGAZİ’DE TÜRKLER
Trablus gibi, Bingazi’de de Türk işçiler ve aydınlar vardı. Türkler, kendilerine acımasız davranıldığını; Yugoslavya, Malta, Tunus, Yunanlı işçilerden daha kötü muamelelere maruz kaldıklarını ve daha az ücret aldıklarını söylemişlerdi. Giderek sorunlarının ağırlaştığını vurgulayan işçilerimiz, T.C. hükümetinin ilgisizliğinden de yakınmışlardı.
Kaddafi’nin milli duyguları yüksekti. Yabancı pasaporta vize verilirken, tüm bilgiler, Arapça yazılıyordu. Tüm market ve mağazalarda tabelalar Arapçı ve Arap harfleriyle yazılıydı. Aslında bu duygu ve düşünce bütün Arap ülkelerinde vardı ve neticede, Birleşmiş Milletlerde Arapça uluslararası dil olarak kabul edilmişti.
JABEL EL AKHDAR
Jabel El Akhdar (Cebel Ahtar), yani Yeşil Dağ, Libya yöneticilerinin, iftihar ettikleri bir yerdi. Zira burası bir çölün, kıraç bir arazinin, nasıl yeşillendirilebileceğini göstermek, başarılarını ispatlamak istedikleri yerdi. Bingazi’den 90 km. uzaktaki Yeşil Dağ’a otobüslerle götürülmüştük. Burada sadece ekilip biçilerek yeşil alanlar meydana getirilmekle kalınmamış, ayrıca yeni bir kent oluşturulmuştu. Bir anlamda da bir tarım-kent yaratılmıştı. Modern meskenlerin yanında, Hz.Ömer’in adının verildiği muhteşem bir cami, görkemli bir otel de inşaa edilmişti.
Çiftliklerde, modern tarım çalışmaları yapılıyor, halkın daha önce görmediği ürünler yetiştiriliyordu. Tarım alanlarının ilaçlandırılmasında kullanılan uçakları görünce şaşırmış ve bu konuya gösterilen ciddi ilgiyi alkışlamıştık.
O gün öğle yemeğini Cebel Ahtar’daki Marc Otelinde, yere bağdaş kurarak, Arap usulü yemiştik. Yiyecek de içecek de boldu.
Birkaç yıl sonra, Ankara’daki Libya Kültür Merkezi’nde verdiğim bir konferansta, bu Cebel Ahtar’ı, resimler de göstererek anlatmıştım.
ÖMER MUHTAR TÜRBESİ
5 ekimde bizim delegasyon dağılmaya başlamıştı. Örneğin Prof.Yalçıntaş, Kenan Akın, Enver Altaylı, Anadol Tangüner ve Zeki Saraçoğlu Trablus üzerinden yurda dönerlerken; Prof.Halit Demir de Trablus’a gitmişlerdi. Ben de, çocuklarım ve torunlarım için bir şeyler almak amacıyla alışveriş merkezinde dolaşmıştım.
Akşam yemeğinden sonra da Mehmet Anıl ve Halis Evrenos’la birlikte bir çarşı turu daha yapmıştık. Aslında amacımız, Bingazi’yİ daha iyi tanımaktı. Yürüyerek ulaştığımız Ömer Muhtar Meydanında, Libya’nın gerçek halk kahramanı Ömer Muhtar’ın türbesini görmüş ve bu muhterem zatın aziz ruhuna, fatihalarımızı yollamıştık.
SİRTE
Otele döndüğümüzde, sabahın erken saatlerinde kalkacağımızı ve Sirte’ye hareket edeceğimizi söylemişlerdi. Nitekim, o gece yarısından sonra 01.30’da yatıp, 04.00’de kalkmış; 45 dakika sonra da otelin lobisinde toplanmıştık. Bir minibüsle Kasr-1 Cezire oteline giderek, oradaki gazeteci arkadaşları da alarak, Bingazi hava alanına giderek, saat 08.00’de kalkan özel bir uçakla, birbuçuk saatlik uçuşla 550 km. uzaktaki Sirte’deki özel bir hava alanına inmiştik. Kaddafi’nin kullandığı söylenilen bu alan, karayolunun yanıbaşında ve paralelinde bulunuyordu. Alanda bir süre bekletildikten sonra otobüsle Sirte kentine ulaşmıştık.
Sirte’ye giden grubumuz benimle birlikte Şahap Gensoy, Hale Vural, Halis Evrenos ve Mehmet Anıl’dan oluşuyordu. Sirte diğer yerleşim birimleri gibi gelişmekte olan bir kentti. Ama tarihsel bakımdan diğerlerinden farklı bir özelliği vardı. Libyalı kardeşlerimizin İtalyanlara karşı savaştıkları ve zafere ulaştıkları bir yerdi.
Sonra otobüsle Gurdabiye askeri jet üssüne gitmiştik. Burada Sovyet yapımı Mig ve Milaj uçaklarından oluşan filolar vardı. Genç Libyalı pilotlar burada eğitim görüyorlardı. İlk eğitimden sonra SSCB’ne giderek, ihtisas yaparak, uçuş melekelerini geliştiriyorlar ve jet pilotu oluyorlardı. Bizim orada bulunduğu esnada uçuş ve atış talimleri yaptıklarına tanık olmuştuk.
Gurdabiye üssünde uzun süre beklemiş, o arada zeytin ve ton balığından oluşan menü ile sabah ve öğle yemeğimizi yemiştik. Saat 15.05’de 20 kişilik özel bir uçakla Tagrift’e doğru uçuşa başlamıştık. Aslında nereye, nasıl, ne zaman gideceğimiz hakkında bilgi verilmemişti. Gurdabiye ile Tagrift arası 250 km. idi. Çöl üzerinde alçaktan uçarak bir saat sonra, saat 16.00’da Tagrift hava alanına inmiştik. Uçağımızın pilotu Amerikalı idi ve yanında Libyalı bir teğmen eğitim görüyordu. Görülen o idi ki, Kaddafi yönetimindeki Libya askeri yönetimi, bir yandan Sovyet Rusya, öte yandan Amerika ve Türkiye’den askerlerinin eğitimleri hususunda yardım alıyordu.
Çöl üzerinde 500-600 metre yüksekten uçarken, aşağıda her şeyi net olarak görebiliyorduk. Çölde meydana gelen ve 5 dakika süre kum fırtınası grubumuzdaki tek kadın olan Hale hanımı korkutmuştu. Şahap ağabey ise, Hale hanımın korkusunu arttırmak için, şakalar yapıyordu. Çölde, “gardık” adını verdikleri yeşil bitkiler de görülüyordu. Uçak, 140 mil hızla uçuyordu. Kum dağları ve tepecikleri ilgimizi çekmişti. Tagrift’e yaklaşırken, petrol kuyuları da görülmüştü. Tagrif kalesini havadan görmüştük. Bir tur atarak, tamamen kumla kaplı olan bir alana inmiştik.
TAGRİFT
Alanda uçaklar, araçlar ve askerler vardı. Bizim grubu bir arabaya bindirerek 2,5 km. ötedeki çadır kente götürmüşlerdi. Burada pek çok çadır kurulmuştu. Bu çadırlardan birisi gazetecilere tahsis edilmiş. Çadırın tabanına halılar serilmiş; üzerine hiç kullanılmayan kauçuk yataklar, yatakların üzerine çarşaf ve battaniyeler konulmuştu. Her şey yep-yeniydi…
Çölün ortasındaydık. Tagrift kalesi arkamızdaydı. Bu kaleye çıkarak, çevreyi temaşa eylemiş; çölde konuşlanmış olan askerleri ve radar mevziini görmüştük. Libya’nın her yerinden halk komitelerinin temsilcileri buraya gelmişler ve çadırlara yerleşmişlerdi. Yabancı misyon temsilcileri; büyükelçiler, Libya devletinin üst düzey yöneticileri ayrı ayrı çadırlarda kalacaklardı.
Akşam, hava karardığında çadırların önünde ateşler yakılmış, kuzular çevrilmeye başlamıştı. Bilahare inşaatı yeni tamamlanan abidenin önündeki müzik, şiir ve raks şölenini izlemiştik. Çok sevdiğim Arap musikisini en doğal biçimiyle dinliyor, ilginç halk oyunlarını dikkatle seyrediyordum.
25 Şubat 1928 tarihinde, 450 Arap kahraman, bu meydanda İtalyan askerleriyle çarpışmışlar; 75 mücahit şehit düşerken, İtalyanlar çok sayıda ölü vermişlerdi. O günlerde bile, şiddetli kum fırtınalarından sonra, ortaya çıkan kafatasları görülüyordu. Son İtalyan askeri Libya’yı 7 Ekim 1928’de terk etmişti. Bu nedenle her yıl 7 ekimde kutlama törenleri yapılıyordu. O yıl bu kutlamaların Tagrift’te yapılması planlanmıştı.
Gece gösterileri, son derece görkemli bir şölendi. Çölde unutulmaz bir manzara sergileniyordu. Evet, çöl insanlarıyla, bedevilerle beraberdik. Onların geleneksel giysilerini, musikilerini ve oyunlarını zevkle seyrediyorduk. Bir merkezden havai fişekleri, maytaplar atılıyordu. Böylesi manzaralar, ancak gelişmiş batı ülkelerinde görülüyordu. Patlatılan havai fişeklerinin yaydığı ışık; gökteki dolunayın ışığını dahi sönük bırakıyordu.
Bedeviler, saf kan Arap atları ile, geleneksel savaş sahnelerini canlandırmışlardı. At üzerindeki maharetleri onların ustalıklarını ortaya koyuyordu. Şölende Zelle bölgesi müzik grubunu, Trablus halk oyunları ekibini ve halk ozanlarını dinlemiş, seyretmiştik. Tabii sık sık devrime ve Muammer Kaddafi’ye övgüler düzülüyordu. Yapılan konuşmalardan öğrendiğimiz önemli bir şey de, İtalyanlarla yapılan savaşlarda, Urfalı aşireti de kahramanlıklarıyla ün yapmışlardı. Bunlar, vaktiyle, Şanlıurfa’dan gelip, Libya’ya yerleşmiş ve artık Libyalı olmuş olan bizim insanlarımızın torunlarıydı.
ÇÖLDE ASKERİ TÖREN
Ertesi sabah, hâlâ devam etmekte olan, Arap musikisinin tatlı melodileriyle uyanmıştık. Kalkmış çay, kahve ve sütle kahvaltımızı yapmıştık. Kahvaltıda Bulgaristan’dan gelen marmelat, Hollanda’dan gelen peynir, Avusturya’dan gelen meşrubat vesaire vardı. Çay Hindistan, kahve İngiltere menşeli idi. Keza bardaklar, yatak çarşafı ve havlu gibi Çin’den gelmişti. Kauçuk yatak ve hatta kibrit Yugoslavya, çay semaveri ise Çekoslovakya malıydı. Her yemekte hiç kullanılmamış olan çatal, kaşık, bıçak paketleri açılıyor; yemekten sonra bunlar atılıyordu. Kimi kişilerin kumlar arasından bunları toplamakta olduklarını görmüştüm.
Öğleden sonra Libya ordusunun askeri manevrası vardı. Manevrayı Kaddafi gibi biz de bir tepecik üzerinden izliyorduk. Jet uçaklarının gösterileri sırasında bir uçağın yere çakılmasını herkes gibi biz de dehşetle seyretmiştik! Ne yazık ki pilot orada ölmüştü. Genel olarak düzenli bir ordu gözleniyordu. Ama tez zamanda çok işlerin başarılması heyecanı içerisinde, kimi pilotlar, jet uçağı kullanma konusunda yeteri kadar eğitim almamıştı. Keza akşam saatlerindeki törende de bir atın çarptığı kişi koma halinde hastaneye götürülmüştü.
Törenden İzlenimler
İtalyanlardan kurtulması nedeniyle, Libya’nın orta bölgesinde ve başkent Trablus’tan 750 km. uzakta bulunan, tam anlamıyla çöl olan Tagrift adlı yerdeydik… Törene, yabancı ülkelerin sefirleri, askeri ataşeler, yerli ve yabancı basın mensupları katılmışlardı. Libya’nın tüm askeri erkânı da törende hazır bulunmuşlardı. Önce bir resmi geçit yapılmış; bu geçitte mücahitler, süvariler, askeri araçlar, tanksavar birliği, BTR türü zırhlı nakliye araçları, Katyuşa füze taşıyıcıları, füzeler, T-55 ağır tanklar ve bazıları 1, bazıları 2 tank taşıyan Alman malı ve El-Fateh adı verilen tank taşıyıcıları önümüzden geçmişlerdi. Biz Kaddafi’nin arkasında duruyorduk. Lider zaman zaman elini havaya kaldırarak geçidi selamlıyordu. Bir ara Kaddafi’nin arkasındaki korumaların arasında bulunan ve adını açıklamak istemeyen rütbesiz bir asker şöyle demişti: “Libyalılar doğuştan zekidirler ve mucizeler yaratma gücüne sahiptirler.,,”
En öndeki üç koltuğun ortasındaki koltukta Kaddafi, onun sağında Genelkurmay Başkanı Tuğgeneral Ebubekir Yunus Cabir, solunda Yarbay Mustafa Muhammed Harrubi oturuyordu. Sol taraftaki iskemlelerde Libyalı subaylar ve kimi askeri ataşeler; sağda ise kimi büyükelçiler ve Libyalı bakanlar vardı.
Törenden önce Kaddafi ve arkadaşları Tagrift şehitler anıtının açılışını yapmışlardı. Libyalı gazetecilerle beraber ben de Kaddafi’nin yanına kadar sokulmuş ve fotoğraflar çekmiştim. Keza onlarla beraber atının önünde, şehitlerin ruhuna hediye edilen dualara ben de ortak olmuştum.
Törenden sonra İtalyan savaşı ile ilgili bir sergiyi Kaddafi, Harrubi ve Cabir ile beraber gezmiştim. Burada sadece savaşla ilgili fotoğraflar sergilenmişti.
TRABLUS
8 ekim sabahı, son kez Tagrif çölü sabahına uyanmış, saat 08.45 de bir helikopterle havalanarak, bir saatlik uçuşla Gurdabiye askeri hava alanına inmiştik. Buradan da bir Boing uçağı ile Trablus’a uçmuştuk. Otomobillerle Hotel Beach’e giderek odalarımıza yerleşmiş ve hemen yemek sofrasına oturmuştuk.
O gün saat 17.00’de Türkiye-Libya tarihi İlişkiler Sempozyumu başlamıştı. İtalyanlar’ın Libya’dan kovulmalarının yıldönümü münasebetiyle Libya Araştırma Merkezi’nin T.C.Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak düzenlediği bu sempozyumda, “Türk görüşüne göre uluslararası basındaki İtalya saldırısının yankıları” üzerinde durulmuştu.
İki gün sürecek olan bu sempozyumun ikincisinin 1980 yılı mayısında İstanbul’da yapılacağı, T.C.Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü Dr.Orhan Koloğlu tarafından açıklanmıştı. Koloğlu’nun direktifiyle hazırlanan bir sergi de Libya Araştırma Merkezi salonunda açılmıştı.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER