Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Elif Çaylıoğlu

MUTFAK VE İNSAN: MUTFAKTA PİŞEN AŞ…

İnsan bu dünyaya bir kazanılmış değişim için gelir ve her insan bir kazanım ve değişim edinerek bu dünyadan gider… Ölümsüz olan, boyut ve boyutlar değiştirerek kişiyle devam edecek olan, elde kalacak tek ürünümüz de budur zaten… Bu kazanılmış değişim için insanı dünya hayatında taşıyan yegane sadık arkadaş, dünya hayatı boyunca onun yanından ayrılmayan eş ve dost insanın bedenidir. Bu yüzden Ehlullah her insanın asıl eşini, ilk eşini onun bedeni olarak görmüşlerdir (Dündar Y, Sen Tanrı mısın?).
İnsanın (halifetullah vasıflı nefsin, bu vasıfla yaşayan benliğin, canın) gıdası farklıdır, bedenin gıdası başkadır. Her ne kadar bedenin gıdası bu dünyaya ait moleküler malzemelerden oluşsa da canın gıdası ile bedenin gıdasının kesiştiği bir nokta vardır ki o da her ikisinin de “tayyip”, “tahir” yani “temiz” olan gıdaları seviyor olmalarıdır. Dünya yaşantısı için bir genelleme yapacak olursak bedeni huzursuz eden, onu rahatsız den, fiziksel ve bilişsel (zihinsel, ruhsal) olarak onu hasta eden şey, kullananın (sürücünün, arkadaşının, eşinin yani bizim) hatalarımız hatta ihanetlerimizdir! Beden Allah’a mutlak itaati seven bir kuldur; onu kullanan eğer öyle bir nefs değil de nefsin şerri ise, bu hal bedeni çok rahatsız eder…
Evet, beden de can da “tahir, temiz, tayyip” olanı sever, ona içi geçer, onu yaşamak ister. Bu yazıları takip eden okurların, paylaştığımız ilmi önemseyen Allah razılığına talip kardeşlerimin (ki ben de kendileriyle aynı safta yürümeye talibim) temiz, tahir, tayyip kelimesini görünce, bu kelimelerin içini tevhide uygun manalarla doldurduklarını, öyle anladıklarını biliyorum. Yani biz “tayyip, tahir, temiz” kelimelerini (ister gıda ister başka ürünler, mekanlar vb için) kalite ve hijyen standartlarının çok, çok ilerisinde bir sıfat olarak görürüz. Çünkü hedefimiz aklı, kalbi, düşüncesi, bakışı, duyuşu, tadışı, kelamı, dostluğu, oturuşu kalkışı ve elbette vefatı da temiz, tahir ve tayyip olan bir kul olarak yaşamaktır (Lütfediver Allahım).
Yaşantının her döneminde bedeni beslemek, onu zinde tutmak önemli olmuş; ne yönde bir kazanılmış değişim arzulanmışsa beslenme o amaç için önemli bir araç olarak kullanılmıştır… Zamanla sağlam vücudun sağlam bir kafa (akıl, kalp) için nasıl çok önemli olduğu daha iyi anlaşılmış; canın boğazla ilişkisi (lokma-akıl ilişkisi) hakkında inananlara ayet ve hadislerimizde önemli yönlendirmeler yapılarak bunu doğru yönetmeleri istenmiştir. Tek amacı “yemek” ve insani olmayan diğer hazlar olan veri tabanı kapsamında olmayız inşaallah.
Günümüzde gıdayı temsilen “mutfak” adeta bir okul, bir disiplin (gastronomi) haline gelmiştir. Bu disiplin, besinlerdeki biyoaktif bileşenlerden (gıdadaki faydalı kimyasallardan) çok gıdaları etkileyen ama çok da ölçeklendirilemeyen şeyleri (kültür, hazırlayanın veya yiyenin duygu durumu, zaman ve mekânın etkisi gibi) faktörlere önem vermektedir.
Allah’ın razılığı ve bu razılığın ahiretteki yaşantısı olan cennet haline uygun bir kul olmaya çalışan inananlar için gıdalar (moleküler yiyecekler), insanın pişmesi (Kazanılmış Gelişimini Hakk yolda gerçekleştirmesi) için çok önemlidir. Bu durumu Muhammed Celaleddin-i Rumi “Hayatım ‘hamdım, piştim, yandım’ halinden ibarettir” diye ifade etmiştir. Hamlık nefsin şerri halini, pişmek mutmain bir nefsi, yanmak ise mukarrebun olmayı ifade ediyor olsa gerek… Birçok Ehlullah gibi o da sözünü mutfak metaforu gibi hayatın içinden olgu ve kavramlarla anlatmaya çalışmış, kulun seyri suluğunu (Kazanılmış Değişimini) tamamlamak üzere girdiği yolda mutfağa ait bir işlevden verdiği bu örnekle kalplere seslenmiştir. Esfele safilin (ham) olarak mutfağa (dünyaya) giren kul bu hamlığından (ilahlık hissiyatlı düşünüş ve yaşantısından) kurtulma çalışmalarıyla kıvam alır (pişer) ve Hakk hal olan ahseni takvime ulaşır. Sonra da nasip edilmişse daha ileri halleri yaşar (yanar, yok olur).
Hz. Âdem (as)’ın men edilen, yemesi istenmeyen bir (haram) lokmayla ahseni takvim (en güzel hal) halden esfele safiline (aşağıların aşağısı) düşüşü dünya hayatını başlattı, Allah’ın emri gereği… Tin Suresi 5. Ayetinden öğrendiğimiz bu esfele safilin halle dünya hayatına gelişimizle birlikte, bu yapı bizde mevcut olan ahseni takvim fıtratımızın önüne geçmeye başladı; çünkü arsız! Dünya hayatına (duniHİ algıya) meyil etmemizi çok kolaylaştıran bu yapı bizde nefsin şerrini, o da ilahlık hissiyatlarını bir düşünce ve hayat tarzı olarak ortaya çıkardı ki bunlara heva ve hevesler (aslı olmayan insana gerçek hayatında bir fayda sağlamayan şeyler) denildi. Bu iki idrakın farkı şudur: Ahseni takvim haldeki kul “Müstakilen var ve muhtar olanın ancak Allah” olduğunu ikilemsiz, tereddütsüz bilir. Esfele safilin idraklı kul ise kendinin müstakil var ve muhtar olduğunu zanneder. Bu kadar; farkı budur! Bu haliyle insan, kendini ilah ilan etmiş olur da farkında değildir (değiliz!). İnsanoğlunun bu dünyadaki hamlığının tek sebebi, fark etmediği, çok sevdiği ve hatta âşık olduğu bu ilahlık hissiyatlarıyla yaşamasıdır (yaşamamızdır!). Duymak ayrı, bilmek ayrı, yaşamak çok ayrı şeyler… Hakkı duyup, en güzel biçimde tabi olup, yaşayanlar eyle bizi Allahım (âmin).
Rabbimize ait olan “müstakil yani dışı sınırı olmayan varlık (Ehadiyet) oluşu ve müstakil güç, hüküm ve mülk sahibi olma” vasıflarını farkında olmayarak bile olsa sahiplenen insan buna uygun bir düşünme, konuşma, nefs alma ve hayat tarzı sürer; işte bu dünyadaki hamlığının göstergesidir. Muhammed Celaleddin (ra), Mesnevi’sinde bir nohudun pişmesini bu amaçla şöyle hikâyeleştirir: Tenceredeki nohut artan ısının etkisiyle hareketlenir ve sıçramaya başlar ve kendisini pişirene sorar: Beni hem önemli görüp, seçip satın aldın hem de pişiriyorsun, neden?” diye sorar? O da “Bu seni sevmediğim, seçmediğim için değil ki; bir tat tuz elde edip gıda haline gelesin de cana karışasın (Halifetullah’la yaşayasın) diye. Bu muamele seni horlamak için bir sınayış değil” der ve ekler: “Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir; kulunu sınaması da rahmetindendir. Onun gibi ey nohut, sen bahçede su içrek yeşerir, tazeleşir ve serpilirken tüm o hallerin hep senin pişmen içindi… Sudan, topraktan ayrılıp pişip gıda ve lokma oldun da insana kuvvet oldun, düşünce haline girdin, can haline geldin, böylece dirilere karıştın.” Gıda adayı çiğ/ham bir besin maddesi olan insan pişerse (Kazanılmış Gelişimini Hakk yolda gerçekleştirirse) oluşacak hal ve yaşantıyı ne bilebiliriz, ne de o hali yaşayan halini anlatabilir… Allah’u a’lem… Kolayca lütfediver Allahım…
Bu dünyadaki hamlık haliden (esfele safilin) kurtulmak (pişme) gayret gerektirir. Bu durumu fark edip, Rabbimizin yardımıyla bu kurtulma gayretine girmiş bir kul için bu dünyada göstereceği en güzel ve tek işe yarayan gayret budur! Görüyoruz ki Ehlullah lafı hep aynı noktaya getiriyor: İçerisinde bulunduğunuz esfele safilin (aşağıların aşağısı) halden kurtulun! Gelin tekrar ahseni takvim hale ulaşalım. Hamdım, piştim, yandım! Bir ben vardır bende benden içeri! Gelin canlar bir olalım!
Bütün bunlar O “Ben”i bulmak, O “Ben”le, O “Ben” adına yaşamak için…
Rabbimiz Allah’ı bihakkın tanıyıp da esfele safilin halden değil ahseni takvim halden de ileri geçmiş yaşantı (yanma) için Fenafillâh, Bekabillah gibi bazı deyişler denildiğini duyarız ama bunlar o manaları ne kadar yansıtır bilmiyoruz. Ayrıca bu kelimelerin manalarının hayalde doğru oluşturulması da gerekir. Varlığı Allah’ın varlığında yok edip (fenafillâh) Allah ile beka bulmak (Bekabillah) önce şudur: Yaratılmış olan ne varsa tümü İlmullahta bir ilmi surettir. İşte bizim önce bunun idrakıyla yaşıyor olmamız, buna uymayan ne varsa hayatımızda tümünü terk etme gayretine başlamamız gerekiyor. Yanma ile anlatılan belki de Billahi anlamda iman etmiş kulun vehim olan benliğinin bile yokluğudur. “Bir Allah, bir de Ben” ikiliğinden (duniHi manada bir ikilik değil, Billahi manada vehmi hissediş halinden) de kurtulmuş kul, her şeyi Allah’ta, Allah’la, Allah için yaşar (Dündar Y, Sen Tanrı Mısın?).
Bu halin önündeki ilk bariyer ve kurtulunması gereken tehlikeli durak olan zulmetten kurtulabilme gayretleri kul olarak bizim yapacağımız iştir. Zulmetten kurtarmak ve diğer fetihler ise Allah’ın dilediği kuluna lütfu ve ikramıdır; ikram edilir inşaallah. İşte bunun arzusuyla (tüm dosyalarımız ve detaylarında zulmetin varlığı, izi, kokusu kalmamasın diye) sığınıyoruz:
“Allahümme ahricni min zulumetil vehmi ve ekrimniy bi nuril fehmi: Allah’ım beni vehmin zulmetinden kurtarıver ve indinde makbul olan idrakın nuruna geri dönüşü olmayan sadık bir yakin üzere ulaştırıver Allah’ım (âmin).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti