Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

SAHİBİNİ UNUTMAK YOK! – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 17 Mart 2017 Cuma 12:22:09
 

– 50-
İyi kul ve iyi insanın farkını zihnimize yerleştirmek için çok sık tekrar ediyoruz:
İyi bir insan insanlara yalan söylemez iyi bir kul Allah’a karşı yalancı olmaz. Nedeni hepsi için geçerlidir, bu yüzden bir kere açıklayalım her birinde tekrar söylemeyelim. Neden yalan üzerinde çok duruyoruz? Çünkü ayet ve hadislerde “Allah yalanı, yalancıları sevmez” uyarısı geçtiğinde, bu uyarı insanlarla ilişkiler kapsamında düşünülüp insanlara yalan söylememe sonucuna ulaşılıyor, âyetten bu çıkarılıyor. Kur’ân’da insan ilişkileri değil Allah’la olan ilişkin anlatılır. Allah’ın “Yalancıyı sevmem” demesi; “Bana yalan söyleme” demektir. “Bana yalan söyleme” dediği zaman o nereden başlar? “Sen Rabbimizsin” dediğimiz noktadan başlar. Yaşantımızı Billâhi anlamda düşündüğünüzde insanlar Allah’ın dışında var ve muhtar olmadıklarına göre, insanlara önemli noktada bir yalan söylemek de bu kapsama kendiliğinden girer. Ama Kur’ân’ın söylediği bu değildir. İyi bir kul Allah’a yalancı davranmaz, iyi insan insanlara yalan söylemez. Bu kadar önemli bir fark var.
Bir yanda insanlar, bir yanda Allah
İyi bir insan iftira etmez, iyi bir kul Allah’a iftira sayılacak iddialarda bulunmaz. Örneğin “Müstakilen varım ve muhtarım” derse, Kur’ân ona “İftira ediyorsun, yalan söylüyorsun. Müstakilen VAR ve Muhtar Allah’tır, başka YOK” der. Ama kişi “Ben de müstakilen varım ve muhtarım” diyerek yalan söylüyor, iftira ediyor. İyi bir kul yalan söylemez, iftira etmez, yani Allah’ın dışı iddiasıyla müstakillik ilan etmez.  
İyi bir insan insanları kandırmaz, iyi bir kul Allah’ı kandırıyor pozisyonunda olmaz. “Allah’ı kandırmaz” demiyorum. Kandıramaz, öyle bir şey olmaz. İyi kul Allah’ı kandırıyor pozisyonunda kalmaz, o pozisyonda olmaz.
İyi bir insan insanlara verdiği sözü tutar, iyi bir kul Allah’a verdiği sözü tutar.
İyi bir insan insanlara kibir sergilemez, iyi bir kul Allah gibi gözükerek müstakillik ilan etmez. Kibir budur; Allah gibi gözükmek! Allah gibi gözükmek nasıl olur? İlah olmakla! İlah Allah’tır. Sen de “İlahım” diyorsan, yani “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” diyorsan Allah gibi gözüktün, Allah’a karşı kibirli, mütekebbir oldun demektir.
Suç olan kibir
Kibir suç değildir, sakın kibiri kötü ilan etmeyin, günah olur. Kibir Allah’a aittir, Kibriya sahibi Allah’tır, Mütekebbir olan Allah’tır. Eğer siz kibri kınarsanız suç işlersiniz. Kibir çok yüce bir şey, çünkü O Mütekebbir’dir. Âyet ve hadislerde kınanan kibir Allah’ın verdiği yetkilerle Allah’a karşı “Ben de ilahım” demektir. Kibri Allah’a karşı kullanmak suçtur, o kınanmıştır. Bir toplumda kral ve bir de sahte krallar varsa “Krallık suçtur” der misiniz? Sahte krallara karşı durursunuz, sahte krallık yapıyorsunuz diye onları kınarsınız. Kibir de öyle. Onlara; “Sahte mütekebbirsin, Mütekebbir Allah’tır, Kibriya Allah’ındır” dersiniz. Ancak Mütekebbir “BEN” der, “BEN” Mütekebbir’in ifadesidir: “BEN BENİM.” Bu ifade, Hz. Mûsa aleyhisselâmın vurulduğu Rabbinin sözüdür. Mütekebbir olan Allah “BEN” der ama Halifetullah olan bizlere de kendi “BEN” demesinden yetki vermiştir, “Benim adıma ‘BEN’ diyebilirsiniz” demiştir. “BEN” demek bu yüzden çok şerefli bir şeydir, Allah’ın verdiği bir şereftir. Çünkü “BEN” Allah’ın sözüdür, onu ancak Allah söyleyebilir! Ancak Allah söyleyeceği sözden bize diyor ki, “Sen de benim adıma onu kullanabilirsin, sana yetki verdim.” DûniHİ algıdaki kişi ne yapıyor? Allah adına değil de kendi adına, kendi namına “BEN” diyor. Suç budur. DûniHİ olan, Allah’ın verdiği yetkiyle Allah’a karşı “Müstakilen VAR ve Muhtar” ilan ettiği haline “BEN” diyor. Bu yeni bir ilah demektir. Çünkü ancak ilah “BEN” der. Kim kendi namına “BEN” diyorsa o ilah olmuştur, Allah’a ortak olmuştur. İyi bir kul Allah’a karşı kendi namına “BEN” demez. Allah adına, ona verilen yetkiler içerisinde, edebiyle nasıl deniyorsa öyle “BEN” der.
Önemli olan Muhammedî olmak
 İyi bir insan insanların emanetlerine hıyanet etmez, iyi bir kul Allah’tan olan emanetlere hıyanet etmez. “Emanete hıyanet yasaktır” hükmünün başladığı yer budur. İnsanların emanetlerine saygı göstermekle o hükmü yerine getirmiş olmazsınız. Çünkü Muhammedî olmayan birisi de insanların emanetlerine saygılı olabilir. Muhammedî olmayan birinin yaptığı bir şeye siz nasıl Kur’ân’ın önerdiği amel dersiniz? Biz Kur’ân okuduğumuz halde öğrenip yapamıyoruz, Kur’ân okumamış birisi onu yapıyor olabilir mi? Öyle birine siz “İyi adam” derseniz olmaz. Muhammedî olmayan birisi de yalan söylememe prensibini uygulayabilir. Biz onun anladığı şekliyle yalan söylememeyi İslâm’ın kuralı yapamayız. Muhammedî olmayan birisinin yapabildiği şey İslamî kural olmaz. Muhammedi olmak, Lâ ilâhe illallah Muhammeden Rasûlullah’ın gereğini yapmaktır. Bu idrakla ilişkisi olmayan birisi benzer şeyler yapıyor diye onu Muhammedî ilan ederseniz olmaz.
“İyi kul Allah’tan olan emanetlere hıyanet etmez” halinin en önemlisi şudur: İyi kul Allah’ın verdiği ‘Tercih’ yetkisini, Muhtariyeti Tercih Gücü’nü Allah’a karşı kullanmaz. Yerin göğün korkup almadığı, cahil olduğu için insanın yüklendiği, Allah’ın insana verdiği emanet Tercih Yetkisi’dir. Hakk’la bâtıl arasındaki tercih yetkisi insana emanettir. İyi kul bu yetkiyi Allah’a karşı kullanmaz, yani Allah’tan olan emanete hıyanet etmez. Öncelikle mânâ budur.
Sahibini unutmak yok!
İyi bir insan insanlara nankörlük yapmaz, iyi bir kul Allah’a karşı nankör olmaz. Bu, Şükür ve Hamd anlamında her noktada çok dikkat etmemiz gereken bir şeydir. Yirmi dört saatinizdeki nimetleri düşünün, bir de dünyaya bakın. İnsanların birçoğu aç, birçoğu susuz, birçoğu evsiz, birçoğu savaşta, evinde barkında değil, kimileri kaybolmuş. Akdeniz gemilerle dolu, kaçan insanlar üst üste, içinde müslümanlar da var. Haberlerde vardı, susamış idrarını içiyor, başka içecek bir şey yok. Sen gece rahat yatağa uzanıyorsun, bu nasıl bir hediye biliyor musun, nasıl bir lütuf? Oraya uzanınca eğer titremiyorsan olmaz. Dünyadaki bu zorluklara rağmen sen güven ve emniyettesin, yırtıcı hayvanların olmadığı kapalı, emniyetli bir yerdesin. Dışarıda birileri nöbet tutuyor, sen evim ve yatağım dediğin bir yerde rahat yatıyorsun. Sahibini unutmak yok! İnsanlara davranırken sahibi unutmuyoruz. Bir özel konak düşünün, çok büyük, güzel, çok lüks. Sizi orada misafir etmişler. Konak sahibini unutur musunuz? Bir oda verdiler ki, bize ne güzel bir oda vermişler diyorsun. Yatağa baktın, nasıl da güzel bir yatak hazırlamışlar diyorsun. Bu yüzden, evin hanımını beyini hiç unutmuyorsun. Kahvaltıya iniyorsun, nasıl da bir kahvaltı hazırlamışlar diyorsun. Çıkıncaya kadar dilinde hep bunlar; bize şöyle ikram ettiler, şunu koydular. Dünya Allah’ın size ikram ettiği bir yer, herşey O’nun, hep ikram ediyor, hep ikram ediyor… “Beni anarsanız, ikram ettiğimi bilirseniz çoğaltırım” diyor. İyi bir kul bunu yapar. Ama konaktaki iyi bir insandır, insanları hiç unutmaz. İyi bir kul Allah’a karşı işte böyle nankör olmaz.
İyi bir insan canlıların ihtiyaçlarına yönelik fedakârlıklar yapar. İyi bir kulda “cansız” kavramı yoktur. Yoldaki taş işini hatırlayın. İyi insan canlılara yönelik çeşitli fedakârlıklar yaptığı için onu iyi insan diye anlatırlar. Sırf bunu yaptı diye, İngiltere Prenses Diana’yı ne yapacağını şaşırdı. Saraydayken yapamıyordu, çıktı, dışarıda canlıların ihtiyaçlarına yönelik konuşma, gezme, defile, bir şeyler yaptı diye İngiltere ona nasıl davranacağını şaşırıyor. İşte iyi insan böyledir, onun karşılığını insanlar verir, kuralını da onlar koyar. Peki, iyi bir kul? Zekât, sadaka gibi infak adı altında ne varsa bunları öğrenir ve gerçekleştirir, infak eder. Yine diyoruz ki, en önemli infak “Müstakilen VARIM ve Muhtarım” iddiasını vermektir, onu def etmektir. Aslında onu birine veremezsin, ancak def edersin. Küfür olan bir şeyi birine veremezsin. Bir örnek vereyim. Bir zamanlar çevre konferanslarında alüminyum tencerelerin zararından bahsederdik. Evler alüminyum dolu. Konu anlaşılsın diye esprili bir örnek verirdim. Bu örneği duyan kişi eve gidip alüminyumları atmıyor, birine veriyor. Olmaz! Sana zehirli ona da zehirli. Dolayısıyla Muhtariyeti Tercih Gücü’nün cazibesine kapılıp kendini müstakil ilan edenin, o iddiayı def etmesi en önemli infaktır. Bunu yapmadan servetini versen para etmez, sevabı yoktur. Sevap sayacı ancak onu def ettikten sonra çalışmaya başlar. “Şu işin şu kadar sevabı var” hâli o iddiayı def ettikten sonra başlar.
İyi bir insan canlıların haklarına saygılı olur ve hak yemez. İyi bir kul Allah’ın Hakkına riayet eder, Allah’ın vasıflarına sahip çıkıp onları örtmez, onları inkâr etmez, onlara ters davranmaz.
Kur’an bize öğretiyor
İşte Kur’ân bize bütün bunları Allah için, Allah’a, Allah’la ve dahi İllallah, illa Billah nasıl yaşayacağımızı öğretir. Bu cümlede ilk basamaktan nefs seyr-i süluğu ile ilgili ipucu var. Bütün bunlar Allah için, Allah’a, Allah’la ve dahi -ileride- İllallah, illa Billah olarak bunları nasıl yaşanırı bize Kur’ân öğretir ve öğütler. Ve bizden ister ki, sen O’ndan razı, O da senden razı olsun. Bir diğer söylenişi şöyledir: O senden razı, sen de O’ndan razı. “Sen O’ndan razı, O da senden razı” kesret cümlesidir. “O senden razı, sen de ondan razı” tevhid cümlesidir. Sen yokken O senden razı olarak seni yaratmışsa sen bu işleri yaparsın. Âyet bu kula “Gir cennetime” diyor. Kur’ân bu seviyeye gelelim ister.
İnsandaki Kendinde Kendine Göre Var olan hal, yani Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu, bütün bunlarla beraber tanım olarak nefs Ahseni Takviym suretinde olduğu için bizim şimdi oluşturmaya çalıştığımız dil onun ana dilidir. Biz uğraşmakla yeni bir şey öğrenmeyeceğiz, o dili açacağız, o açılmış olacak, yani itirazsız ikilemsiz kendiliğinden çalışır olacak. Biz tevhid dilini Efendimiz (SAV)’le birlikte öğrendik, Kur’ân’la antrenman ettik. Ama kesret dilini zaten biliyorduk. Onları cem etmek ve tek mânâ yapmak gerekiyor. Aslında tek mânâ yapmayı kesret âleminde anlatmak zor. Sanki iki ayrı şey var da onları tek mânâ yapıyoruz zannettiğimiz için zorlanıyoruz. Onu biz ayırdık, o zaten tek mânâydı, Ahseni Takviym’in haliydi. Ahseni Takviym’e güzel denmesi onun şeklen fizyonomik olarak güzel olması, teknik olarak bir noktaya ulaşmış olması değildir, Allah’ı biliyor ve bu dili konuşuyor olmasıdır. “Aşağıların Aşağısı” kitapçığında bunları paylaştık. O Esfele Sâfiliyn yapıya gelince kesret dilini dûniHİ algıyla öğrendi. DûniHİ algıyla öğrendiği için aslında tek olan mânâyı anlayabilmek üzere ayırıyoruz. Aslında tek bir şeyden türediler, o mânâları asıllarına döndürmek gerekiyor. Mânâlar çakışarak asıllarına döndüğünde o kendiliğinden var olan bir şey, onun ikilemi olmaz, tek bir formattır; VARdır o, bir şeyle kıyaslayamazsın, o kıyaslayacağın bir şey değil, tek bir şey. Kıyas yapamayacağın için de seni ikileme düşürmez. Kişi İnsan-30’a göre ikileme düşmez, kesret dilinde düşer. Kesret dili orada cem olduğu için, orada aslına döndüğü için mânâda ikileme düşmezsin, ikilem akla gelmez. Ve bu ancak nefs-i mutmaineden sonra olur, zaten ismi mutmain. Nefs-i mutmainneye kadar kişi hatalar yapar. Dûnillahi algısını yıkıp da oluşturduğu Billâhi algıyı yerine koymaya çalışırken hatalar yapabilir. Onlar yanlış değildir, aynı kulvardaki hatalardır, sendelemedir, gittikçe rayına oturur, kendiliğinden yürür.
Hep diyoruz ki, bütün bu paylaştıklarımız başlangıç çizgisine gelmek için. Bütün paylaştıklarımızı ve gelecekte bu konular çerçevesinde paylaşacaklarımızı birisi tam uyguladığı zaman ancak başlangıç çizgisini kavramış ve oraya gelmiş olur, nefs yolunda, nefs idrakında ilerlemiş sayılmaz. Bu iş astronotluk derslerine benzer. Uzaya gidecek bir araçla yolculuk için önceden astronot epey bir antrenman yapar. Gideceği yerin kuralları dünyaya uymadığı için, o ortama uyum sağlayacak hayatı yaşama antrenmanları yapar, en azından yer çekimi gibi şeyler için çalışır, öncelikle bunu yapar ve bu onun epey bir zamanını alır. Uzay aracının çıkacağı başlangıç çizgisine gelmeden önce oldukça yoğun ve zahmetli bir antrenman süreci yaşar. Fakat yol öyle değildir, füze gibidir. Kişi o çizgiye geri dönüşsüz gelirse, ondan sonraki gidiş füze gidişi gibidir, ikilemsiz, rotası belli, kendiliğinden. Oraya kadar iyi bir antrenman gerekir, sonrası kendi çalışan bir makinadır. O dil de öyledir, önemseyip çok antrenmanla açılmasını sağlamak lazım. Açıldığı zaman sen hiç farkına varmadan çalışır. Çalışınca, sen kesret dilini okuduğunda zihnin onu eşi olan ulûhiyet diline çevirir, böylece kesret diliyle perdelenmezsin. Veya ulûhiyet dilini okuduğunda cazibesine kapılıp amelsizleşmezsin, hemen onun kesret dilini yani amelini sana yaptırır. Kendinde Kendine Göre Var olanın başka dili yok. Onu biz Birbirine Göre Var’a, tekasüre, yani Esfele Sâfiliyn görüntüye bağladığımız için Esfele Sâfiliyne ait dili öğrendi. Onun ana dili Ahseni Takviym yapının dili. O dili hatırlata hatırlata o dil onda açılır.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER