Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

SAHİP OLDUĞUMUZ ŞEYLERİN FARKINDA OLMAK

Muharrem Günay 18 Mart 2013 Pazartesi 02:00:00
  Sahip olduğumuz her şey Allah’ındır. Çünkü yeryüzündeki tüm mülkün sahibi Allah’tır. İnsanlar, “mal sahibi” olduklarını sanmakla kendilerini aldatırlar. Sahip olduklarını sandıkları şeyleri kendileri yaratmamışlardır; Bunları yaşatmaya güçleri yetmez. Yok olmalarını da engelleyemezler. Allah’ın izni olmadan da bir şeye “sahip” olacak bir durumları yoktur; çünkü kendileri bir başka varlığın “mülkü”dürler; Çünkü her şeyin meliki ve sahibi “İnsanların sahibi” (Nas Suresi, 2) olan Yüce Allah’ın kontrolü altındadırlar. Yüce kitabımız Kuran’da, tüm varlıkların, kendilerini yaratmış olan Allah’ın mülkü olduğu şöyle bildirilir:
“Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın altında olanların tümü O’nundur”.(Taha Suresi, 6)
Bir başka ayette ise şöyle bildirilir:
“Göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu bilmiyor musun? O, kimi dilerse azaplandırır, kimi dilerse bağışlar. Allah, herşeye güç yetirendir.”(Maide Suresi, 40)
Atalarımız ne güzel söylemişler:
“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!”
Biz gerçekte sahibi olduğumuzu sandığımız şeylerin emanetçisiyiz. Biz kendimizin bile asıl sahibi değiliz. Vücudumuzda istediğimiz gibi tasarruf yapamayız. Bedenimizi, onu bize emanet olarak veren Rabbimizin emir ve talimatları doğrultusunda kullanmak zorundayız. Organlarımızı günaha alet etmemek, fıtrata aykırı kullanmamak durumundayız. Hiç kimse kalkıp hayat benim hayatımdır, istersem intihar edip ona son verebilirim diyemez. Zira ruh da beden de Allah’ındır. Allah’ın mülkünde hiç kimse onun rızasına aykırı davranamaz.
Denizdeki balıkların denizi fark etmemesi gibi pek çok insan da içinde yüzdüğü nimetleri fark etmemektedir. En başta nefes alabilmek, görmek, duymak, akıl sahibi olmak, hissetmek, yiyip içebilmek, uyuyabilmek, def-i hacet yapabilmek, yürüyebilmek, konuşabilmek vb paha biçilmez nimetlerdendir.
Sahip olduğu nimetlerin farkında olmayan birisi arif bir adama fakirlikten şikayet etti; Hiçbir şeye sahip olmadığından söz etti. Arif olan zat ona:
– İki gözünün kör olmasına mukabil on bin dirheme sahip olmak ister misin?
– Hayır, dedi.
– Dilsiz olup da on bin dirhemin olsa!
– Hayır,
– Ellerin ayakların kesik olduğu halde yirmi bin dirhemin olsa!
– Hayır.
– Deli olup da on bin dirhemin olsa!
– Hayır.
– O halde utanmaz mısın, Yüce Allah’nın senin üzerinde şu saydıklarıma karşılık elli bin dirhem değerinde nimeti olmasına rağmen şikâyette bulunuyorsun.
Rivayete göre karısı Eyüp peygambere şöyle demiştir:
“Ey Eyüb! Rabbine dua etsen de seni ferahlatsa!”
Eyüb (a.s) de: “Yetmiş sene sağlıklı yaşadım. Hastalık müddetim ise daha azdır. Allah için yetmiş sene sabretmeliyim” diye cevap verdi. Elbette şifa istenir, tedavi yollarına başvurulur, fakat şikâyet edilmez. Kula düşen; nimete şükretmek belaya sabretmektir.
Kendimize ve çevremize baktığımızda o kadar şükredilecek şeyin varlığını görürüz ki, şikâyete mahal kalmaz. Ashab-ı kiramdan Urve b. Zübeyr bir günde iki musibetle karşılaşmış. Atın tepmesiyle oğlu ölmüş, hastalık vücudunun tamamına yayılmasın diye doktor ayağının birini kesmiş fakat bununla birlikte o, Allah’a hamd etmiş. Bir ölen oğluna bir de hayattaki oğluna bakmış ve şöyle demiş: “Ya Rab! Birisini almış olsan da diğerini bıraktın. Bir kesik ayağına bir de sağlam ayağına bakmış ve şöyle demiş: “Ya Rab! Birisiyle beni imtihan etmiş olsan da ötekini bana bıraktın.”
İnsan sadece olumsuz tarafa bakar ve olumsuz düşünürse olumlu hiçbir şey görmez, fakat olumlu tarafa bakanlar, olumlu düşünenler her şey de hayır ve hikmet görürler.Felâket sandığımız bir çok şey aslında İnsanın daha kötü durumlara düşmemesi için birer uyarıdır. Rahmet tokadıdır. Atalarımız bu durumu “Bir musibet, bin nasihatten daha hayırlıdır” diyerek ne de güzel ifade etmişlerdir. Musibet istenmez fakat başa geldiği zaman sabretmek ve neden ve niçinler ini araştırmak gerekir. Böyle yapabilirsek başa gelen belâ ve musibetleri hayra çevirebiliriz. . Hz. Ömer’in şöyle söylediği rivayet edilir: “Bir belaya uğradığımda Allah’ın benim için bu belada dört nimeti olduğunu görürüm”:
1. İyi ki bu musibet dinimle ilgili değildir.
2. Belanın en büyüğü değildir.
3. Allah’tan razı olmama engel değildir.
4. Allah’tan sevap ummama vesiledir.
Evet! En büyük nimet, nimeti v ereni bilmek ve O’na şükretmektir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER