Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

ZEKÂT, İSLAM’IN BEŞ ŞARTINDAN BİRİDİR

Muharrem Günay 10 Temmuz 2014 Perşembe 03:00:00
  Zekât, İslam’ın beş şartından biridir. Farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabit olmuştur. O bakımdan inkârı küfür, terki büyük günahtır.
Zekât’ın Hicri ikinci yılda veya Ramazan Orucu’nun farziyetinden sonra farz kılındığı belirtilmektedir. “İkinci yılında farz kılınmıştır” diyenler ise, çoğunluktadır.
İslâm’ın beş temel esasından birisi olan Zekât, sözlükte; bereket, temizlik, üreme, çoğalma ve övme anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak şöyle tanımlanır: Para, altın ve gümüş ile belli mal çeşitlerinin belirli bir bölümünü, Allah Teâlâ’nın belirlediği bir kısım Müslümanlara zekât niyetiyle mülk olarak vermektir.
Zekâta aynı zamanda sadaka denmesinin iki sebebi vardır. Birincisi malın temizlenip artması, ikincisi de imanda sadakat ve kemâle delâlet etmesidir. Bunun da gizli verilmesi, hem takvâya, hem de fakirin şahsiyetini incitmemeye uygun olmasındandır. Bununla birlikte sadaka kelimesi zekâttan daha geniş anlamlı olup, vâcip ve nâfile kabilinden olan bağışları da kapsamına alır. Zekâtın tarım ürünlerinden alınan çeşidine “öşür” denir. Farz olma ve verilecek yerler bakımından zekâtla öşür arasında bir fark yoktur.
Zekât, servetten alınan bir vergi ve haraç değil, aksine o insanlar arasında şefkat ve merhamet duygularını uyandıran, insandaki servet tutkusunu ortadan kaldıran, zenginle fakir arasındaki kardeşlik duygusunu pekiştiren bir araçtır. Kur’an zekâtın hikmeti hakkında:
“Huz min emvâlihim Sadagaten tuTahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve Salli aleyhim, inne Salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun)”(9/Tevbe, 103)
“Onların mallarından kendilerini temizleyen ve (günahlardan) arıtıp temize çıkaran bir sadaka al…” (9/Tevbe, 103) buyrulur.
İslâm’da zekât, asla devlete ödenmesi gereken bir vergi değil, İslâm’ın öngördüğü bir “Sosyal güvenlik” ve “Sosyal adalet” kurumudur. Bizzat toplumun, fakru zaruret içinde bulunan insanların hayat ve yaşayışını teminat altına alması demektir. Zekât, yegâne mal ve mülk sahibi olan Allah’ın bazı insanlara emanet olarak verdiği mallardan ayırıp vermek zorunda oldukları fakirlerin en doğal hakkıdır.
Yüce dinimiz İslâmiyet toplumun, yakından uzağa doğru kendi bireylerinin hayat ve refahını bir ibadet aşk ve şuuru içinde temin etmesini “farz kılarak” bu vazifeyi İslâm’ın şartı haline getirmiştir. Şunu da unutmayalım ki, Müslüman bir toplumda, bir Müslüman açlık ve sefaletten dolayı ölürse, onun ölümünden başta idareciler ve bütün Müslümanlar sorumlu olmakla beraber, öncelikle zekâtını vermeyen veya zekât borcunu tam ödemeyen bütün zengin Müslümanlar sorumlu olur. Böyle bir durumda yukarıda zikredilen kesimlerin tamamı katil sayılır.
İslâmiyet, birikimin ve paranın toplumun menfaati ölçüsünde üretimde kullanılmasını ve sermaye piyasasının canlanmasını öngörür. Çalışmayan para ve servet zekâtla törpülenerek belirli bir noktaya kadar küçültülür, zekâtla sermaye piyasası canlanmış olur. İşin özü zekât, parayı işletmeyi teşvik eder. Aksi halde işletilmeyen altın, gümüş ve nakit zekâtla yontularak piyasaya aktarılmış olur.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER