Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Murat Arısoy
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Öğrenci ne yapsın? – Kocatepe Gazetesi

Murat Arısoy 11 Ağustos 2011 Perşembe 03:00:00
  Üniversiteler için tercih dönemi bitti. Artık tercih yapan her öğrenci sonuçları bekleyecek. İstediği gibi bir sonuç alırsa da üniversiteye gidecek. Gidecek gitmesine de asıl sınav zaten üniversiteyi kazandıktan sonra başlıyor, öğrenci bunun farkında değil. Zannediyor ki liseden ayrıldı, eh biraz da aileden uzak yaşamaya başlarsa dünya çok güzel olacak.
Oysa tercih ettiği üniversite, kendi istekleri doğrultusunda mı seçildi, yoksa anne-baba-yeğen-dayı-arkadaş-özenti-dershane gibi unsurlardan etkilenerek mi yazıldı? Bu ayrımı çoğu öğrenci yapamıyor.
İlk defa Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürü Nihat İnan’dan duyduğum bir tanım çok hoşuma gitti. İnan, Prof. Dr. Üstün Dökmen’den aktardığı tanımla, özellikle anne-babaların çocukları üzerindeki etkisini “meslek kertmesi” olarak niteliyor. Bu tanımın içeriğinden benim anladığım şu: Anne-babalar ya da aile büyükleri bir zamanlar çocuklar doğar doğmaz, onlara eş beğenir, hatta o beğendikleri eşin de ailesiyle anlaşırdı. Buna ‘beşik kertmesi’ denirdi. Hâlâ bu yöntemle evlilikler var olsa da günümüzde beşik kertmesinin sıklığından pek de söz edemiyoruz. Bununla birlikte gelişen dünya, değişen alışkanlıklar aileleri “çekirdek” hâle getiriyor. Fakat “kertme” mantığı değişmiyor. Evet, şimdilerde aileler çocuklara doğar doğmaz eş seçmiyor, ama farklılaşan şartlara ayak uydurarak “meslek kertmesi” yapıyorlar. Etrafınızda çok duymuşsunuzdur, belki siz de sevdikleriniz için düşünüyorsunuzdur:
-Benim oğlum mühendis olacak.
-Benim kızım doktor olacak…
Peki sordunuz mu bakalım oğlunuza mühendis olmayı istiyor mu? Kabiliyetleri, ilgisi, isteği o yönde mi? Kızınız neden siz istediniz diye doktor olsun? Belki mimar olacak, belki gazeteci…
Tabii bu konuda okul ve dershane baskısını da görmezden gelemeyiz. Ben okuldan pek bir baskı görmedim, lakin dershanemle mücadele ettiğimi hatırlarım. Zira 2002’de üniversite sınavına girdiğimde, puanım reklamı yapılabilecek bir okula yetiyordu. Doğal olarak dershane hocalarım da beni ve benim gideceğim okulu “dershane camına yapıştırılacak başarı reklamı”ndan ibaret gördükleri için o “cafcaflı” fakat sözel bölümlerde herhangi bir iddiası olmayan okulu tercih etmemi istediler. Ben, tabir-i caizse bildiğimi okudum. Okul bittikten sonra da hayıflanmadım, “Ah keşke dershanedeki hocalarımın dediklerini yapsaydım” diye.
Şunu da söylemem gerek: Yunus Emre’yi bilmeyip Hegel’i anlatmaya çalışan, Usame Bin Ladin’i şaşkınlıkla “analiz” edip Hasan Sabbah’ın varlığından habersiz üniversite hocalarını görünce “Keşke 4 yıl bu okula gitmeseydim. Buraya harcayacağım parayla orta halli bir yatırım yapardım” şeklinde düşündüm.
Velhasıl, ben pek de “meslek kertmesi” uygulamasına tabi olmadım. Ancak bir arkadaşım durumunu şöyle anlatıyor. Paylaşayım:
“Ben okulda ve dershanede çalışkan bir öğrenci değildim. Ancak zeki olduğum söylenirdi. Çalışmadan, kendime yetecek kadar puan alırdım. Dershanede de öyle testlere boğulmadan başarılı sayılabilecek bir çizgim olurdu. Zaten bu çizgiyle devam edip bir fakülteyi kazandım. Ben bu fakülteye gitmek istemiyordum, annemle babam çok ısrar etti. Ben de kıramadım onları. En değer verdiğim iki kişi, sonuç olarak. Ama şimdi okuduğum okulda mutsuzum. Hocaların kaprisleri yetip de artı-yor. Bölüm zaten her babayiğidin harcı değil, bir de hocalar işleri iyice zorlaştırıyor. Hatta ‘Bu sene araba almam gerek. Bir kısmınız yaz okuluna kalacak’ diyen hocaları bile gördüm. Şimdi yine üniversite sınavına girdim. Aynı okulun başka bir bölümünü yazmak istiyorum. Bu sefer de ‘Kaydını sildir’ diyorlar bana. Oysa ben kaydımı dondurup yeni okuluma başlamak istiyordum. Olmuyormuş. Ben okumak istiyorum da, galiba okul benim okumamı istemiyor.”
Tabii bu durum birçok öğrencinin başına gelmiş de olabilir. Okula uyum sorunu, öğrenciyi okuldan soğutur. Bir de buna barınma sorunu eklenince, öğrenciye o şehirde tutmak da güçleşir.
Öğrencinin asıl sınavı da burada başlar zaten. 17-18 yaşındaki bir gence, okumak, barınmak, geçinmek, istenen şekilde öğrenci olmak, kurallara uymak, disiplinli olmak, başarılı olmak gibi sorumluluklar yüklüyoruz da hiç dönüp sormuyoruz, “Sen bu kadar fiili, tek yüklemli cümleler öğreten eğitim sistemimizde nasıl başaracaksın” diye.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER